Google Play Store
App Store

Muhammed bin Salman, -pek çoğu işgal altındaki Kudüs ve Batı Şeria’dan gelen mülteciler olan- Arap Bankası’na milyonlar değerinde para yatırmış on binlerce Filistinlinin yaşadığı komşu Ürdün Krallığı’nda öfkeye yol açtı

Prens Salman Filistinli Masri’yi neden tutuklattı?

Robert Fisk

Hoşea Kitabı’nda geçen ve [Britanya Hava Kuvvetleri Komutanı] Bombacı Harris’in de dillendirdiği meşum bir söz vardır: “Rüzgâr eken, fırtına biçer.” Fakat bizim favori Suudi Arabistan Veliaht Prensimiz, Krallığındaki en zengin Filistinlilerden birini birkaç gün önce geçici olarak tutuklattırırken, hangi rüzgârı ektiğini düşünüyordu acaba?

Filistinli milyarder ve çokça güvenilir bankacı Sabih al-Masri’yi birkaç gün önce tutuklattırmakla, Muhammed bin Salman, -pek çoğu işgal altındaki Kudüs ve Batı Şeria’dan gelen mülteciler olan- Arap Bankası’na milyonlar değerinde para yatırmış olan on binlerce Filistinlinin yaşadığı komşu Ürdün Krallığı’nda öfkeye yol açtı.

Nedeni ortada. Masri, Arap Bankası’nın başkanıdır ve -çoğunluğunun Suudi Arabistan ile kesinlikle hiçbir bağlantısı olmayan- Filistinliler ise, bankaya birikimlerinden toplamda milyarlar değerinde para yatırmış durumdadırlar. Yine Filistinlilerin hepsi de, bizim sevgili Veliaht Prensimizin Riyad’daki rehine iş insanlarını ve prensleri serbest bırakmanın benzersiz bir yolunu bulmuş olduğunu çok iyi bilmektedirler. Veliaht Prens, rehinelerinden, Suudi Arabistan’dan sözüm ona yolsuzlukla çaldıkları kazançlarını “geri ödemelerini” istemektedir.

Ürdün’deki Filistinlilerin sorusu şudur: Muhammed bin Salman, Masri’nin serbest bırakılması karşılığında, Arap Bankası’ndan para sızdırmaya ve Ürdün’deki birikimlerini ele geçirmeye mi çalışmaktadır?

Masri, arkadaşlarının tavsiyelerine rağmen bir haftadan fazla zaman önce, Suudi Arabistan Krallığı’nda denetimi altında olan diğer şirketlerin bir dizi toplantısını yönetmek için Suudi Arabistan’a döndü. Arkadaşlarının aktardıklarına göre, Masri burada şirketleri ve iş yaptığı kişiler hakkında sorgulandı ve ardından serbest bırakıldı.

Ardından da, tıpkı [Lübnan başbakanı] Hariri’nin evlatlık gittiği ülkesine beslediği sevgi gibi bir sevgi ile, mahcup bir şekilde “Her şey yolunda ve mutluyum; burada herkes bana son derece saygılı davranıyor” sözlerini sarf etti. Bu sözleri okuduğumda, kendi kendime “Eminim davranıyorlardır” dedim.

Milyarlara hükmeden Filistinliler
Fakat Filistinlilerin neden endişeli olduğu görülüyor. Masri, Ürdün’deki ve işgal altındaki topraklardaki en etkili iş insanıdır. Aslen Nablusludur (kendisinden daha da zengin ve daha da etkili bir milyarder ve dünyadaki en zengin Filistinli olarak bilinen bir hayırsever “Baba” olan kuzeni Mounib’in burada Rönesans mimarisi taklidi bir sarayı vardır). Saddam Hüseyin’e karşı girişilen 1991 savaşında Suudi Arabistan’da yer alan ABD öncülüğündeki koalisyonun askerlerine gıda tedarikiyle bir servet edinmiştir.

Arap Bankası’nın bildirilen varlıkları 47 milyar dolar değerindedir ve geçtiğimiz yıl 533 milyon dolar kâr etmiştir. Geçen yılın Şubat ayında, Masri ve iş arkadaşlarından 40’ı, kendisini kısaca Suudi Arabistan’a kaptırmış ve birkaç hafta sonrasında Beyrut’ta “yeniden tasarım” yapmak üzere serbest bırakılmadan önce “istifa etmeye” zorlanmış olan Lübnan Başbakanı Saad Hariri’ye ait olan Arap Bankası hisselerini satın aldılar.

Muhammed bin Salman’ın neden Masri’nin hesaplarına yakın bir ilgi gösterdiğini görüyorsunuzdur. Salman’ın Masri’nin parasına dişini geçirdiğine –ya da geçirmeye çalıştığına– dönük herhangi bir kanıt yok fakat pek çok Filistinli, bu hamleyi sürek avına benzer bir şey olarak görüyor. Filistinliler, bu ay İstanbul’da gerçekleştirilen İslam zirvesinde, Suudi Veliaht Prens’in, Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasına karşı Müslümanların protestosunu temsil etmek üzere sadece bir bakan yardımcısını göndermiş olduğunun fazlasıyla farkındalar. Orada Filistinlilere yönelik pek de siyasi destek gösterilmemiştir.

Ürdün ise, Arap Bankası’nı, ulusun ekonomik “saray mücevherleri” olarak görüyor fakat bankanın yaptığı işlerin yüzde 23’ünün işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’te gerçekleştirildiğine inanılıyor.

Katar tedbir alıyor
Fakat hırslı Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin son günlerde yol açmış olduğu etki, bundan ibaret değil. Şimdilik, Suudiler ve Suudilerin bölgesel yandaşları (başta Birleşik Arap Emirlikleri) tarafından yaptırıma uğratılan ve tecrit edilen Katar’ın, Jüpiter’in ta kendisi olan ve Ortadoğu’daki bütün Arap diktatörlerine gülücükler saçan Fransız Başkanı’ndan, kendisi için daha da fazla Fransız silahı satın almayı planladığını duymuş durumdayız.

Katar Emiri, -Suudi kardeşlerinin bir gün onları işgal edebileceğine yönelik anlaşılabilir bir endişeyle- resmen, Fransız silah üreticilerinden hâlihazırda 24 tane olan Dassault Rafale üçgen kanat savaş uçağı siparişine 12 tane daha eklemeye karar verdi. Gelgelelim, Fransız ordusundaki ismi lazım olmayan bir arkadaşın söylediğine göre, Katar Emiri -kendisini Dassault’un en büyük ihracat müşterisi haline getirecek şekilde- bir başka 36 uçak için de opsiyon almış durumda.

Bu hikayedeki bazı ahbapların Batı bağlantılarını da buraya not etmemiz gerekiyor. Katar Emiri Tamim bin Hamad al-Sani, Sherbourne ve Harrow (ve tabii ki Sandhurst) eğitimi almış bir eski kurttur. Dassault [şirketi] Le Figaro gazetesinin sahibidir (dolayısıyla, bu gazetede Katarlıların silahlanmasına dair hiçbir eleştirel yorum bulamazsınız). Masri’nin kuzeni, “Filistin’in “birliği” için muhtemelen diğer bütün Filistinlilerden daha fazla çalışmış olan Mounib, Londra’da 1.5 milyar dolar değerinde iş hacmine sahiptir. Saad Hariri, hem Fransız hem Suudi hem de Lübnan vatandaşlığına sahiptir. Sabih Masri’nin de İrlanda vatandaşlığı vardır.

Fakat Katar Emiri’nin alet edevatlarına geri dönelim. Katar Emiri, 36 adet Amerikan F-15 uçağına sahiptir ve -Körfez barışının ebedi aşığı- Britanya Savunma Bakanlığı da Katar’a 24 Typhoon (Tayfun) satma teklifinde bulunmuştur. Gelgelelim bu durum biraz soruna yol açmaktadır. Bu ufak emirlik belki (kuşkusuz Suudi Arabistan’ın saygıdeğer Veliaht Prensi de dahil) kendine saldıracak herkes ile savaşmaya hazır olabilir fakat yakın zamanda, Katar’ın uçak sayısı pilot sayısından fazla olacaktır.

“Endişeye mahal yok!”
Fakat, Fransa’nın (Ortadoğu konusunda en fazla bağlantıya sahip gazetesi) Le Canard enchaine’in de geçtiğimiz hafta okurlarına tavsiye ettiği üzere, “Endişeye mahal yok!”: Pakistanlı, Mısırlı ve diğer pilotlar, Katarlılar için uçmaya dünden hazırlar. Yakın zamanda sayıları daha da artacaktır.

Tabii bir sorun var: Ya Katar’ın Pakistanlı pilotları, Suudiler için savaşan Pakistanlı askerlere karşı uçmak zorunda kalırsa… Yine, “zavallı” ihtiyar Emmanuel Macron’un Körfez’deki diğer müşterilerine de satacak başka uçakları da var. Mesela Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Mısır’a ve tabii bir de Suudi Arabistan’a! Macron en azından adil bir adam. Fakat bu durum Sabih Masri’nin hayatının daha az dramatik görünmesini sağlar. Ve daha güvende.

Independent’tan çeviren Sendika.Org’dan alınmıştır.