Bundan ilk kez 5 yıl önce Pixies’i öne birkaç metre mesafede izleyebilme şansına ulaştığım Primavera’da bu sefer de The Strokes’u aynı şekilde izleme şerefine nail oldum

Primavera Sound: Deniz, yemek ve müziğin buluştuğu festival

Meşhur müzik festivali Primavera Sound’un yapıldığı Barselona festivale gitmek için ilginç bir şehir. Zira müzik için yola çıktığınız yolculuğunuz bir anda muazzam tapascıların izini sürdüğünüz, gurme odaklı bir geziye dönüşebiliyor. El Xampanyet’te, Cal Pep’te, El Quim’de, Ciudad Condal’da yenen o tarifsiz deniz ürünlerinin yerini çok az şey tutabilir. Deniz kenarında püfür püfür esen bir ortamda dinlenen iyi müziğin yerine de bir şeyler koymak pek kolay değil. Eğer müzik ve yemeğin dengesini tutturabilirseniz Barselona şehirli, müzikli, denizli bir festival yapmak için mükemmel bir yer. Bundan ilk kez 5 yıl önce Pixies’i en öne birkaç metre mesafede izleyebilme şansına ulaştığım Primavera’da bu sefer de The Strokes’u aynı şekilde izleme şerefine nail oldum. Boş geçmedikleri konserleri, bir nevi ‘best of’ gibiydi. Özellikle Julian Casablancas yaşlanmış gibi gözükse de, performansından hiçbir şey kaybetmemiş. İstanbul’da, One Love’da onu solo grubuyla izleyecek olanlar şanslı. Bu seneki Primavera’da elbette bir tek The Strokes yoktu. Patti Smith, Tori Amos, Belle & Sebastian gibi birçok ismi de hayranlıkla izledik. Ama onlardan ziyade görece daha ‘ufak’ olan bazı isimleri anlatmak isterim. Buyrun festival favorilerine...

YASMINE HAMDAN

Lübnanlı besteci, şarkıcı ve aktris Yasmine Hamdan performansını çok beğendiğim isimlerin başında geliyor. Şu an Paris’te yaşayan müzisyen, Arap dünyasını alternatif müzikle tanıştıran sanatçı olarak anılıyor. Canlı performanslarında Björk ve PJ Harvey karışımı bir tonda ilerleyen Hamdan, doğu ezgilerini müziğine mükemmel bir biçimde yediriyor.

BENJAMIN BOOKER

Virginia çıkışlı punk blues sanatçısı Benjamin Booker sahne üzerinde muazzam bir enerjiye sahip. Kendisini biraz abartılı olarak Chuck Berry ve Led Zeppelin’i aynı bedende kavuşturabilen biri olarak tanımlamasa da cesaretine saygı duymak gerek. Zira seyircilere müdahale eden güvenlik görevlilerinin üzerine sahneden atlayacak kadar deli fişek bir genç. Rough Trade çıkışlı ilk albümü de oldukça sağlam.

JUNGLE

İlk albümlerini geçen yıl yayınlayan Jungle, festivalin en etkileyici grupları arasındaydı. Canlı performansları albümlerindekinden de şahane. Kusursuz modern funkları, her türden müzik dinleyicisini gönüllü biçimde dansa kaldırıyor. Konser bitene kadar da kimse oturamıyor.

THE JULIE RUIN

Geçen yıl yayınlanan belgeseli The Punk Singer’da da samimi şekilde anlatılan hastalığı sebebiyle, bizleri hayli ağır bir hüzne sürükleyen Kathleen Hanna’ın Bikini Kill ve Le Tigre’den sonraki yeni grubu The Julie Ruin. Sahnede 20’lerine henüz girmiş gençler kadar enerjik olan topluluğun güçlü ve eğlenceli punk rock’ı festival boyunca duyduğum en ‘harbi’ performanslardandı.

RUN THE JEWELS

İşin aslı yeni nesil hiphop pek de ilgi alanıma girmiyor. Ama son yılların en çok konuşulan hiphop ikilisinin canlı performansını izlediğinizde onların neden bu kadar övüldüğünü daha iyi anlıyorsunuz. Deneysel yaklaşımları sahnede bir şölene dönüşüyor.

DIIV

Beni hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmayan isimlerden DIIV. Alternatif rock’ın bu muazzam temsilcisini sahnede saatlerce izleyebilirim. Vokalist Zachary Cole Smith’in bu neslin Kurt Cobain’ine dönüşme çabasını da ilgiyle izliyorum.

THE JUAN MACLEAN (LIVE)

House ve elektro müziği etkileyici bir biçimde harmanlayan The Juan Maclean’in 10 yılı aşkın bir geçmişi var. Ancak sahnede hâlâ ilk günkü kadar taze ve yeniler. Onların müziğinde de vücudunuzu hareket ettirmemeniz mümkün değil.

ACOLLECTIVE

Tel-Aviv’de kurulan Acollective festivalin hayli ufak sahnelerinden birinde izlediğim, aşırı derecede etkileyici 7 kişilik bir topluluk. İcra ettikleri elektro-caz’ı kendi topraklarına özgü otantik bir funk’la birleştiriyorlar. Mutlaka dinleyin.

***
Elijah Wood’un Selda Bağcan hayranlığı

90’ların ortasında, 2000’lerin başında özellikle alternatif müzikle ilgilenenler arasında Türkçe müzik dinlemenin pek de hoş karşılanmadığı, yadırgandığı garip bir dönem vardı. Dinliyorsan da çaktırmazdın. Elijah Wood’un Selda Bağcan’a hayranlıkla baktığı fotoğrafı görünce aklıma bu geldi. Artık öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, alternatif müzikle ilgileniyorsan, Türkçe müzik dinlemek tam aksine daha ‘cool’. ‘Yüzyüzeyken konuşunca’, ‘son feci bisikletlere binince’, hele bir de eskilerden birisine tutulunca yadırganmak bir yana, ‘alternatif camia’da, muhtelif sohbetlerde çok daha ‘sağlam’ görünüyorsun. İşin havalı olma kısmı elbette bir ayrıntı, insanlar bu müzikleri –Selda Bağcan gibi görece geç yaptıkları keşifleri de, daha albümü olmayan genç yetenekleri de- gerçekten iyi oldukları için dinliyor. Geldiğimiz nokta pek güzel. EkşiFest için geçenlerde İstanbul’a gelen Elijah Wood gibi birisi gidip de Selda Bağcan’ın harikalığını böylesine takdir ettiğinde, ne yalan söyleyeyim, insanın hoşuna gidiyor.