Şubat 1998’de başlayıp bir yılı aşkın bir süre devam eden savaş nedeniyle çok acılar yaşamış olan Kosova, bugün yeni yeni kendine gelmeye çalışıyor

Bistrica Nehri’nin iki kenarına kurulan güzel Prizren’de ilk günlerimiz oldukça keyifliydi. Şadırvan Meydanı etrafında bulunan birçok yeri gezme fırsatı bulup, Kale’ye tırmandık. Hatta faytonla kısa bir kent turu yapıp, karşılaştığımız insanlarla Prizren ve Kosova üzerine muhabbet ettik. İlk günlere sığdırdıklarımızı geçen hafta sizlerle paylaşmıştım. Bu hafta ise Prizren seyahatimizin son iki gününde yaşadıklarımızı aktaracağım.

Kosova’da Türkler’in en yoğun yaşadığı kentlerden biri olan Prizren’de Türkçe anlaşamayacağınız işletme yok denecek kadar az. Bu sebeple Avrupa ve Balkan seyahatimizde neredeyse anadilden kopmadan gezdiğimiz tek yer Prizren oldu diyebilirim. Sanırım ikincisi de Saraybosna’ydı.

Evlerinde kaldığımız akrabalarımızın yaptığı program ile bugün dağ evine çıkıyoruz. Prizren’den hareket edip, Boşnak köyü Recene (Reçan) ve şu an kimsenin oturmadığı Sırp köyü Srebska’yı (Sredske) geçip, Kosova’nın yeşili en bol olan bölgesindeki dağ evine çok keyifli bir yoldan geçerek ulaştık. Gerçekten de Kosova haritasını önünüze açtığınızda, Prizren’in güneydoğusunda kalan bu bölgenin yemyeşil olduğunu görebilirsiniz. Ayrıca köylerdeki etin, ekmeğin, sütün lezzetinin çok farklı olduğunu da biz tattık, siz de hissedebilirsiniz.

Dağ evi, taraça haldeki 13 dönümlük bir arazi üzerine kurulu, içerisinde meyve ağaçlarının olduğu, tavukların yumurtalarını cömertçe folluğa bıraktığı, Bistrica’yı besleyen kollardan bir tanesinin güçlü sesinin ortalığa nefis bir ezgi bıraktığı bir yerde konuşlanmış. Kahvaltıyı bu bahçede yapıp, oksijen komasına girip, çimenlerin üzerinde uyuduğumuzu itiraf etmeliyim. Diyeceğim şu ki, bu bölgeye turist olarak gelsem asla görmeyeceğim bir coğrafyanın, özel bir alanında, samimi ve bizimle ilgilenen insanların arasında olmak gerçekten de büyük ayrıcalıktı.

Akşamüstüne dek burada kaldık, sonra Prizren’in içinde soğuk bir kahve içimi vakti, ardından da evde eski Kosova günleri muhabbeti ile geceyi sürdürdük.

Savaş her yeri yakıyor
prizren-deki-baba-evinde-gecmise-yolculuk-128847-1.

Şubat 1998’de başlayıp bir yılı aşkın bir süre devam eden savaş nedeniyle çok acılar yaşanmış bu topraklarda. Miloseviç’i soykırım suçundan Lahey’de yargılamaya kadar götürecek katliamların yaşandığı Kosova, bugün yeni yeni kendine gelmeye çalışıyor. Evde bu acı günler anlatılırken dahi kendi acılarını unutup, “Bosna’dakiler çok daha fazla acı çekti” deyip orada katledilen 100 bini aşkın insanı da unutmuyorlar.

Kosova’da yaklaşık 13 ay süren savaşta en az 20 bin kişinin öldüğünü, 750 bini aşkın insanın mülteci durumuna geldiğini duyduğumuzda ise burkuluyor içimiz. Bugün, bu topraklarda bir mülteci dramına, yine ev sahipliği yapıyor. Savaş insanları yerinden yurdundan ediyor, acısı düştüğü yeri değil, hepimizi yakıyor. O tarihlerde de yerinden yurdundan olan insanların büyük kısmı evlerine dönseler de savaşın bıraktığı hüzün, mutsuzluk, ümit yitimi ve karamsarlıkla bezenmiş günler kolay kolay unutulmuyor.

Prızren’de son günümüz
prizren-deki-baba-evinde-gecmise-yolculuk-128848-1.

Kaldığımız eve komşu olan ufak ama önemli bir müze var. 1878 yılında kurulan Prizren’in o dönemden günümüze kıyafetleri, mutfak kültürü, ev düzeni, tarihi belgeleri ve evraklarının sergilendiği iki katlı yapı olan ‘Albanian League of Prizren’i de gezme fırsatı bulduk.

Sonrasında kentteki evlerin arasında yürürken ‘doğal klima’ların varlığını öğrendik. Eskiden yaz mevsiminde dağdan gelen soğuk su kent içine, sokak aralarına döşenmiş özel kanaldan geçerek kenti serinletirmiş. Şimdi sembolik olarak bir su akıyor ama o günkü gibi coşkun değil.

Prizren’deki son günümüzde çok özel bir adrese gidiyoruz: Eşim Burcu’nun babasının 1937 yılında doğduğu ve üç yıl kadar yaşadığı eve!

Avludan eğilerek giriyoruz. Kapıyı çaldık, kendimizi tanıttık. Burcu, babasının 80 yıl evvel doğduğu, yürümeyi öğrendiği, ağladığı, düştüğü, kahkahalar attığı evin bahçesinde çiçeklerin arasındaydı. Garip ve şaşkınlık veren duygular bunlar. İnsan ne söyleyeceğini, ne hissedeceğini bile hesap edemiyor.

“Baba, doğduğun evdeyiz”

Evin bugünkü sahibi tarafından eve davet edildik. Evde ne varsa, ikram edildi. Odaları tek tek gezmemize memnuniyetle izin verdi hanımefendi. 1940’lardan sonra evde önce Sırplar yaşamış bir süre, şimdiyse kızlarıyla birlikte yaşayanlar da Arnavut. Şakayla karışık, “Eğer almak isterseniz 170 bin avroya size satabilirim” diyor bize. Bizim aklımız almakta değil, 80 yıl öncesine ait bir işaret, bir ipucu bulmakta sanki. O sebeple iki katlı evin her köşesine göz gezdiriyoruz. Kapılar, gömme dolaplar, tavan işlemeleri bir şaheser olmasa da hatırası çok büyük.

Vedalaşarak evden ayrılıyoruz. Arkamıza birkaç kez dönüp bakıyoruz. Kadın kapıda el sallıyor. Bir süre kendi içimizde de konuşmasak da, ardından eve gidip kayda aldığımız görüntüleri başa sarıp sarıp izliyoruz. Burcu, babasını telefonla arıyor, “Baba, doğduğun evi gezdik” diyor heyecanla. Tebessüm edip, son günü sonlandırıyoruz.

Prizren’de dört gün kalarak, kenti içimizde hissetmeye çalıştık. Hem tarihi yerlerini gezdik, hem doğayla birleşen dağ yollarında aldık soluğu. Sokakta tanıştıklarımızla muhabbet etmek yetmedi, aile evinde kalıp geçmişten günüzümüze Kosova’yı dinledik onlardan. Geçen hafta ve bugün Kosova ve Balkan mutfağına dair bir şey yazmadım. Özellikle tek bir yazıda bu lezzetleri toparlamak istedim. Haftaya hem evde, hem de mekanlarda tadına baktığımız yiyecekleri, içecekleri sizlerle paylaşacağım.