Aslında Bay Görmez’in yalın bir mantığı var: Devrim ve sekülerizm bilimi; bilim de atom bombasını yarattı ve sonunda da iki dünya savaşından sonra bir üçüncünün eşiğine geldik

Bilmem gazetelerde çıkan şu satırlar dikkatinizi çekti mi? : “Fransız ihtilaliyle birlikte insanlık başka bir arayış içine girdi. Dinlerin dışında daha seküler (laik) bir dünya kurmayı tasarladı. Fakat sekülerizm dinlerden kaynaklanan şiddeti de geride bırakarak dünyayı topyekûn bir savaşın içine soktu. İnsanlar da bilimsel keşiflerle atom bombasını düşünebildi”.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez işte bunları söylemiş. Ve bu sözler, eğer -çok değil- on yıl önce söylenmiş olsaydı, kuşkusuz kamuoyunda büyük fırtınalar kopardı. Bugünkü Türkiye’de ise sadece Hürriyet gazetesinin 19. sayfasına sığınmış bazı “masum” düşünceler izlenimi yaratıyor.

Yine de, Prof. Görmez bu söylediklerinin Anayasa’mızın, T.C.’nin temel niteliklerini belirten 2. maddesine aykırı olduğunu bilmez mi? Çok iyi bilir ama ne gam? O Anayasa çoktan kadük olmadı mı?. Ve şu günlerde de yenisini yapıp, bir referandumda oylama hazırlıkları içinde değil miyiz? İktidarıyla, muhalefetiyle ve de tüm “demokrat”larıyla?

• • •

prof-gormez-in-goremedikleri-ve-de-gormek-istemedikleri-97706-1.Aslında Bay Görmez’in yalın bir mantığı var: Devrim ve sekülerizm bilimi; bilim de atom bombasını yarattı ve sonunda da iki dünya savaşından sonra bir üçüncünün eşiğine geldik. Baksanıza Ortadoğu savaş alanına döndü; Akdeniz’de yedi düvelin savaş gemileri dolaşıyor.

Peki, nasıl oldu bu? Bu noktaya nasıl gelindi?

“Bölgede çekilen acılar birer sonuç; sebep değildir” diyor Bay Görmez. “Sebep” ise açık: Devrim, sekülerizm, bilim!

• • •

Haksızlık etmeyelim; elbette ki Bay Görmez’i “bilim düşmanlığı” ile suçlayamayız. Diyanet Başkanı’nın, yine bilimin yaptığı örneğin Mercedes arabalara, uçaklara, bilgisayarlara vb hiçbir itirazı olmadığını biliyoruz. Hatta Osmanlı tarihine uzanarak başında taşıdığı -sarıkla fes karışımı- giysinin atasını bile örnek gösterebilirdi. “Keşke modern fenni öğrenip, ‘fes’lerimizi biz yapabilseydik” diyerek, mesela! Oysa ne yazık ki onu bile yapamadı Osmanlı atalarımız. Sultan II. Mahmut’un ülkeye bir “devrim” olarak empoze ettiği “fes”i, Batı’nın çok daha ucuza gelen yöntemleriyle, bizde de açıkgöz bir Belçikalı üretmeye başlamıştı. Dersaadet’te kurduğu, 250 işçi çalıştıran ve günde 1500 “fes” üreten “Feshane”de! Osmanlı vakanüvislerine de, acı acı, Batı’lıların fen ve sanayide gerçekleştirdikleri “teceddüt”ün Osmanlı zanaatını nasıl çökerttiğini anlatmak düştü.

• • •

İşte bugün Türkiye’de, bütçesi birkaç bakanlığın bütçesine eşit olan ve gayrı-resmi bir halk eğitimi kuruluşu haline gelmiş bulunan bir örgütü böyle bir zihniyet yönetiyor. Fransız İhtilali, sekülerizmi getirerek ve bu temelde bilimi geliştirerek dünyayı kıyametin eşiğine getirdi diyen bir zihniyet! Oysa gerçek ne? Fransız Devrimi neden yapıldı? Amacı neydi? Herhalde burada bunları anlatacak değilim. Rastlantı bu ya, bu günlerde yaptığım bir araştırmada da bu devrimin çok gerilere uzanan köklerini ve 1789’da Kurucu Meclis’e dönüşen Etats-Généraux’nun, daha 1350’lerde, hangi koşullarda bir “halk meclisi” olma kavgaları verdiğini sorguluyorum. Oysa Prof. Görmez hükmünü çoktan vermiş görünüyor ve karşılaştırmalı tarih incelemelerine hiç ihtiyaç duymuyor. Anlaşılan yüz elli yıl önce, Fransız Devrimi’nden “reziller sokağa indi” diye söz eden Cevdet Paşa ona yetiyor. İlk Anayasa’mızın mimarı Mithat Paşa “yargılanıp”, idama mahkûm edilirken, “adalet nazırlığı” koltuğunu işgal eden ünlü vakanüvis Cevdet Paşa!

• • •

Elbette ki asıl sorun, Diyanet Başkanlığı sorunu değil; asıl sorun Prof. Görmez’in söylediklerinin kendisini o koltuğa oturtanların zihniyetini yansıtması ve bu arada da Beştepe’nin gönlünde yatan “Anayasa”nın şifrelerini vermesi..

Olur mu?

Şu ülkenin haline bakıyorum da artık “olamaz!” diyemiyorum. Aslında olması için hiç de yeni “Anayasa”ya “Şeriat esastır” diye bir ilke koymak gerekmiyor. Meclis’i kontrol ettiği gibi yargı üzerinde de denetim kurmuş bir “başkanlık” sistemi yeter de artar bile!.. Nihayet ülkeleri ‘anayasa’lar değil, ‘yasa’lar yönetiyor. 2015 Türkiyesi’nde de durum zaten bu değil mi? Geçenlerde kavrayışlı bir iş adamı (Can Paker) söylemiş, Sabah gazetesi de manşet yapmıştı: “Fiilen başkanlık sistemine geçtik”. Hukuku da bu “fiili durum”a uydursak fena mı olur?

• • •

prof-gormez-in-goremedikleri-ve-de-gormek-istemedikleri-97707-1.İşte 2016’ya yaklaştığımız bu günlerde ülkede “vaziyet ve manzarayı umumiye” böyle görünüyor. Yalnız tabloyu tamamlamak için şu kareleri de mutlaka eklemeliyiz: Güneydoğu’dan gelen iç savaş görüntüleri; Suriye, Mısır, İsrail ile çoktandır süren bir “soğuk savaş” hali; İran’da Türkiye’yi tehdit eden generaller ve Türkleri aşağılayan hutbeler okuyan imamlar; Irak’ta yakılan Türk bayrakları ve.. sonunda da Rusya’da giderek yayılmakta olan Türk düşmanlığı..

Peki, ya bu “tablo”nun yurttaşlar arasındaki etkileri ne olabilir? Anketler AKP’ye güvenin ve Başkan’ın karizmasının arttığını ortaya koyuyormuş! Eh artık, eğer anketler doğruyu söylüyorsa, Bay Görmez de haklı sayılmaz mı? “Bilim ne der?” diye zaman kaybetmenin âlemi var mı? Üstelik “çarpıtılıp, Batılı ideolojilere alet edilen DAİŞ, El Kaide gibi sapkınlıklar” da ortadayken yapılacak şey belli değil mi?

Belli, diyor; çağdaş Meşihat Kapısı; çağdaş Saray ve çağdaş Babıali’nin izinde: Gelin biz saf ve temiz Osmanlı değerlerimize dönelim.

Adım adım dönüyoruz da!

Yine de dikkat! 19. yüzyılda da benzer sahneler yaşayan Osmanlı Devleti’ne çirkin Avrupalılar “hasta adam” adını takmışlardı. Ve sonunda da, iyi kötü “devrim, sekülerizm ve bilim” üçlüsü imdada yetişmeseydi, Osmanlı’yı bal gibi haritadan siliyorlardı. İşte Prof. Görmez bunları görmüyor; görmek de istemiyor. Yine de tarihteki büyük dönüşümün temelinde “devrim, bilim ve sekülerizm” üçlüsünün eşgüdümü olduğunun altını çizerek doğru teşhisi de koymuş bulunuyor. Bu “üç silahşör”leri kötülemek amacıyla olsa bile!