Askı süresinde sadece Sosyal bilgiler öğretim programı için bin 769 öneri veya görüş beyan edilmiş. İngilizce için ise bin 342. Bu, 51 derse ait program komisyonlarının her birinin önünde bin 500 geribildirim olduğu anlamına gelir. Geribildirimlerin tasnifi ve programlara yansıtılması için komisyonlara verilen süre iki (2) gün; dün başladıkları işi bu gün tamamlayacaklar. Ardından (programlardan önce hazırlanmamışsa) ders kitapları yazılacak; Eylül’e yetişmesi isteniyorsa bu iş için en fazla bir ay var.

Türkiye, tarihinin en kapsamlı program değişikliğini 1968’de yaptı. 68 programı altı (6) yıllık çalışmanın ürünüydü. Sorun tespiti, alan çalışması, pilot uygulama ve kitapların hazırlanması gibi program yapma tekniğinin olmazsa olmazları bu sürede gerçekleştirildi. Ölümünden bir süre önce, komisyonlardan birinin başkanı olan Hoca’ya “çok oyalanmışsınız” demiştim de ağzımın payını oracıkta almıştım. Hoca, “program yapmak aceleye getirilecek iş değil, zaman hesabı yapanlar hırsızlar ve tecavüzcülerdir. Tecavüzcü için sevişme süresi zaman kaybıdır.” deyiverdi.

Peki, programları altı yılda alt kez değiştiren AKP’nin acelesi ne? Bu sorunun bildiklerimizin dışında bir başka yanıtı daha var: Uzun iktidar döneminde Cemaat’e teslim edilmiş eğitim materyali piyasasını devralmak.

Eğitim, Türkiye küçülürken yüzde 20’nin üzerinde büyüyen bir sektör. 2015 yılı eğitim harcaması 135 milyar 22 milyon Tl. Harcamanın yüzde 25,6’sı doğrudan hane halkının cebinden çıkıyor. 34 milyar 565 milyon 632 bin liraya tekabül eden harcamada en büyük pay ise eğitim materyaline ait. AKP’nin, daha düne kadar yüzde 70’i Cemaat kontrolünde olan bu devasa yayın ekonomisini piyasa kurallarına terk edeceği düşünülemez elbet!

Programların değişmesi, ders kitaplarının yanı sıra, okul öncesinden ortaöğretimin son sınıflarına kadar tüm eğitim materyallerinin değişmesi anlamına gelir. Programlarla başlayan operasyon, yüzlerce derse yardımcı olarak üretilen basılı ve dijital platformlar için hazırlanan yayıncılık alanında devam edecek.

Eğitim yayıncılığı, genellikle sektöre mesleki deneyimleriyle girmiş eğitimcilerin faaliyet alanıydı. AKP ile bu durum değişti; 2003’ten itibaren cemaatlerin payı arttı. 15 Temmuz’da öküz öldü ortaklık bozuldu, hükümet Cemaate bağlı yayınevlerine el koydu. Diğer yayıncılar Cemaatten boşalan pazara dalmak üzereydi ki hükümet Eylül ve Aralık’ta yayımladığı iki genelgeyle ‘meydanı sizlere bırakmam’ dercesine yardımcı yayınların okullara girmesini yasakladı.

Bir de ders kitapları var: MEB, 2016-2017 öğretim yılında, satın aldığı veya basımını yaptırdığı ders kitapları karşılığı olarak yayıncılara 485 milyon lira ödendi. Önümüzdeki yıl bu rakam 500 milyondan az olmayacak. AKP, devletin tek kalemde yaptığı bu en büyük harcamaya ödediği paranın da kime gitmesi gerektiğini kontrol etmek istiyor. Ders kitapları, okul marketlerin tekel ürünü gibidir. Ders kitabı olan yayıncı, yardımcı materyal üretim ve pazarlamasında avantajlı olur. Büfenin sattığı kolanın su markasını bulundurmak zorunda olması gibi diyelim…

Peki, bunu nasıl yapacak? Edindiğim bilgilere göre ders kitabının inceleme ve onay süreci değiştirilecek: Mevcut haliyle ders kitabının şekil şartlarını yerine getirip getirmediğine bakılan “Ön İnceleme” kriterlerine içeriğe ilişkin maddeler eklenerek bazı kitapların asıl incelemeye alınmadan reddi sağlanacak. Bu ara, birkaç yayınevi Ön İncelemeyi hızla aşıp Talim Terbiye onayından geçecek. Eş, dost, akraba, cemaat taallukundan kişilere yayınevi kurdurulduğu da duyumlarım arasında (Aralarında tabiiyeti yabancı olup da yabancımız olmayan yatırımcılar da var!).

Gördüğünüz gibi programlar üzerinden sadece aklımıza değil, cebimize de saldırıyorlar.