Tarihsel birikimi tahrip eden ve geleceği ipotek altına alarak şimdiyi kurtarmanın derdine düşen bir iktidarın karşısına nasıl çıkmak gerekiyor?

Proje büyük/Geleceği yok!

Büyük projecilik son döneme ve AKP iktidarına özgü bir gerçeklik mi? Büyük projeler AKP öncesi dönemlerde yok muydu? Örneğin devletçi dönemin ve aynı geleneğin parçası sayılabilecek kalkınmacı devlet anlayışının büyük projelerinden söz edilemez mi?

Bu kısa değerlendirme, Cumhuriyet’in aydınlanmacı/kalkınmacı geleneğinin bugünkünden çok farklı da olsa bir büyük proje anlayışının olduğu kabulünden yola çıkarak, o dönemin büyük projeciliğini, AKP dönemine damgasını vuran büyük projecilikle karşılaştırmayı hedeflemektedir.
Karşılaştırma, her iki projecilik biçiminin sosyo-mekânsal ve zamansal kurguları üzerinden yapılacaktır.


Üretim karşısında tüketim, ulusal karşısında kentsel: Mekânsal kurgu!

Cumhuriyet’in kalkınmacı geleneği için büyük proje, demir-çelik tesisleri, çimento ve şeker fabrikaları, Sümerbank, Etibank ve kuruldukları kritik coğrafyaları birbirine bağlayan demiryolları demektir.

Cumhuriyet’in aydınlanmacı geleneği için “meta-proje” kuşkusuz bağımsız bir ulus-devlet inşasıdır. Büyük projeler, bu meta projeyi gerçekleştirmenin özellikle kalkınma boyutuna endekslenmiş ayakları olarak kurgulanmış ve 1930’lu yılların devletçiliği ile başlayıp, savaş sonrasının İthal İkameciliği döneminde de süren biçimde sanayileşme yoluyla kalkınmanın altyapısı olarak görülmüştür.

AKP iktidarı, üretimden uzaklaşan neoliberal geleneği sahiplendiği ölçüde büyük projeleri önceki dönemden çok daha farklı bir eksene oturtmuştur. Artık büyük projecilik kalkınma hamlesinin altyapısı değildir; son yirmi yıllık sürede, kalkınma büyümeye, büyüme de büyük projelere indirgenmiştir.

AKP projeciliğinin bir başka özelliği, kalkınmacı dönemin tersine üretim değil tüketim odaklı olmasıdır. Tüketim-merkezlilik kaçınılmaz olarak büyük projeleri büyük metropollere yönlendirmiştir. Bir başka anlatımla, büyük projeler, kendi başına bir amaç olarak tanımlandığı ölçüde bir ihtiyaca karşılık gelmek zorunda değildir; tam tersine ihtiyacı tanımlayan ya da ihtiyaç yaratan bu projelerdir. İyi senaryo metropollerde bu ihtiyacın bulunması ya da yaratılmasıdır. Kötü senaryo ise birçok havalimanı ve otoyol projesinde olduğu gibi gerekli talebin oluşmayacağı bilindiği halde büyümenin sürdürülmesi adına atıl kalacak büyük projelerin inşa edilmesidir. Dahası, özel sektöre verilen garantiler çerçevesinde büyük projeler sermayenin belli kesimlerine bir kaynak transferi aracı olarak da işlev görmektedir.

Cumhuriyet geleneğinin büyük projeleri üretim odaklı olduğu ölçüde büyük metropollere bağımlı değildir. Üretimin ulusal ve kısmen de bölgesel örgütlenme mantığı büyük yatırımların, Karabük, Ereğli, İskenderun gibi çok sayıda görece küçük yerleşmeyi seçmesini mümkün kılmıştır. Bu tür bir stratejiyle özel sektörün başta İstanbul olmak üzere büyük metropollere yığılma eğiliminin kısmen de olsa dengelenmesi yoluna gidilmiştir.

Yeniden üretimin mekânı olarak metropol kentler, büyük projelerin gerçekleştirildiği yer olmadığı gibi üretim merkezli büyük projelerin önceliği nedeniyle fedakârlığın beklendiği yerdir. Üretimin öncelendiği ve kentleşmeye aktarılan kaynakların sınırlandığı bir ortamda “gecekondulu, işportalı ve dolmuşlu şehir” bir kaçınılmazlık ve kentleşmenin yükünün çalışan sınıflar tarafından üstlenilmesi demektir.

Örneğin göç dalgası İkinci Dünya Savaşı sonrasında büyük metropolleri dalga dalga vururken devlet, krize dönüşen konut sorununa ve mantar gibi biten gecekondulara gözlerini kapar ve kalkınma odaklı büyük yatırımlar hız kesmeden devam eder. “Kalkınma sağlandığında devlet dönüp bu sorunları nasıl olsa çözecektir”1.

Önce ANAP’ın sonrasında AKP’nin üretimden adım adım vazgeçildiği bir ortamda yüzünü kentlere ve büyük ölçekli projelere çevirmesinin başlangıç aşamalarında geniş bir destek almasının bu uzun süreli ihmalle ilişkisi olsa da geldiğimiz noktada büyük projeci kentleşme stratejisinin hedefinde kentlerin ihmalinin yükünü çeken geniş halk kesimlerinin olmadığı her gün biraz daha açık hale geliyor. Bunu görebilmek için otoyollar, köprüler ve havalimanlarındaki ücretlendirmelere, hatta gecekondu alanlarındaki dönüşüm projelerine ve bugün konut piyasalarında ortaya çıkan geniş dışlayıcılığa bakmak yeterli görünüyor.

Zamansal kurgu: Gelecekçilik karşısında şimdicilik!

Büyük projecilik üzerine yapılan değerlendirmeler bizim de buraya kadar yaptığımız gibi genellikle bu tür büyük ölçekli müdahalelerin sosyo-mekânsal boyut ve sonuçlarına yoğunlaşıyor. Oysa aynı derecede önemli ve tamamlayıcı bir boyut bu tür projelerin zamansal boyutu ve bu boyut yeterli ilgi görmüyor.
Cumhuriyet geleneği aydınlanma projesinin bir parçası olarak geçmiş-şimdi-gelecek ilişkisinde geleceği önceleyen bir yaklaşıma sahiptir. Sermaye birikiminin kısıtları ve kamu maliyesinin darboğazlarına karşın, geleceği kurma adına kemerler sıkılırken, vanalar demir-çelik, çimento fabrikaları, Sümerbank, Etibank gibi yatırımlar için açılmıştır.

Diğer bir anlatımla gelişmeci devlet, bir gelecek inşası peşine düşmüş; geçmiş ve güncel, yaratabileceği bütün maliyetler göze alınarak gelecek için harekete geçirilmiştir.

Geleceği önceleyen bir kurgunun yerinde artık “şimdicilik” var. AKP iktidarının genel yönetim kurgusuna olduğu kadar büyük projeciliğine de geçmiş ve geleceğin emrine verildiği şimdicilik damgasını vuruyor. Büyük ölçekli projelerin çok büyük bir bölümü geçmişin birikimlerini doğrudan ya da dolaylı biçimde tahrip ederek inşa ediliyor. Kimi durumda bu bir orman alanı ya da kamu arazisi, kimi durumda bir fabrika arazisi ya da gecekondu alanı oluyor. Geçmiş birikimin en dramatik tahriplerinden biri kuşkusuz içinde bulunduğumuz günlerde Atatürk Havalimanı’nda yaşanıyor.

Aynı biçimde geleceğin de şimdiciliğin hizmetine koşulduğu bir durumla karşı karşıyız. Borçlanmanın bir gelecek taahhüdü olduğunu düşünecek olursak, büyük projelerin finansmanında kullanılan iç ve dış borçlanmaya dayanan kaynakların ve firmalara verilen garantilerin geleceğin bugüne tahvili olduğu da kendiliğinden açık hale gelecektir.

Son bir not

Kalkınmacı devletin büyük proje anlayışı ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin büyük projeciliğini karşılaştırırken her iki yaklaşımın da mekânsal ve zamansal ufukları açısından bir değerlendirme yaptık. Değerlendirmeyi küçük bir notla bitirelim!

1960’lı yılların başında Ereğli Demir-Çelik tesisleri kurulurken o dönemin etkili şimdinin kadük kurumu DPT, dönemin öne çıkan sosyologlarından biri olan Mübeccel Kıray’a Ereğli üzerine bir araştırma yaptırır. Daha sonra Ereğli: Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası başlığıyla kitaba dönüşen bu araştırma bir başlangıç olarak görülür. Amaç sanayileşmenin bu sahil kasabasının geleceğini nasıl etkileyeceğini belli aralıklarla izlemektir.

İçinde bulunduğumuz dönemde büyük projelerin etkilerine yönelik yaklaşıma da şaşırtıcı olmayan biçimde şimdicilik damgasını vuruyor. Proje alanlarında kapsamlı araştırmalar bir yana içi büyük ölçüde boşaltılmış Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporları bile gereksiz ve zaman kaybettirici görülüyor. O zamanı kazanmak için ÇED muafiyetleri üretiliyor.

Tarihsel birikimi tahrip eden ve geleceği ipotek altına alarak şimdiyi kurtarmanın derdine düşen bir iktidarın karşısına nasıl çıkmak gerekiyor?
Geleceği önceleyen Cumhuriyet’in Aydınlanmacı geleneği bu konuda ipuçları sağlayabilir mi?

Bugün çok farklı bir dünyada yaşıyoruz ve geçmişin tekrarı önümüzdeki dönemin sorunlarını çözmeyecek. Ancak geleceği belirsiz bir ülke ve dünyada Aydınlanma geleneğinin geleceği önceleyen stratejisi çok önemli bir çıkış noktası olarak sahiplenilmeyi bekliyor.

1Bu görüş için bknz. Doğan Avcıoğlu, Ulus Gazetesi, 8 Temmuz 1961.