Öğrencilerinin uluslararası sınavlardaki başarısıyla kendinden söz ettiren Finlandiya, dünyada örnek gösterilen bir eğitim modeline sahip. Belgesellere konu olan sistemin işleyişini yerinde görmek isteyen eğitimciler için turlar düzenleniyor. Saygı duyulan öğretmenleri ve yüzü gülen öğrencileri var. Başarının kaynağı sadece Finlerin haiz olduğu bir formülde saklı değil; ancak pek az devletin göze alabildiği ölçüde özgürlükçü ve eşitlikçi bir yaklaşımın ürünü. Niyeti böyle koyup sonucunu şöyle almışlar. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) geliştirdiği ve 15 yaşındaki öğrencilerin yetenek ve bilgi birikimlerini karşılaştırmak amacıyla gerçekleştirilen Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) sınavında Finlandiya hep en üst sıralarda yer alıyor. Matematik, fen, okuduğunu anlama ve problem çözme alanlarında yapılan PISA testinin sağladığı istatiksel verilerle, OECD ülkelerinin eğitim sistemindeki eksikliklerinin ortaya konulup, eğitim politikalarının geliştirilmesine katkı sağlanması amaçlanmış. 2000 yılından beri üç yılda bir yapılan testin hemen hemen her alanında büyük başarı sağlayan en dikkat çekici katılımcısı ise Finlandiya. Öyle ki, Dışişleri Bakanlığımızın internet sitesinde yer alan bir makalede Finli öğrencilerin göstermiş olduğu başarının ardında yatan sebeplerin, aynı testlerde son sıralara düşen ülkemiz için yol gösterici olması adına ortaya konması gerektiği vurgulanmış. Sonuçlarda minik bir iyileşme görülmüş olsa da 2006 yılı da Türkiye için, Finlandiya ve Uzakdoğu-Güney Asya gibi bilgiyi iktisadi bir değer olarak önemseyen, yeni ve yaratıcı fikirler üretmek konusunda yeteneği ön planda tutan ülkelerin yerleştiği ilk sıraların çok gerisine düştüğü bir yıl olmuş. 2009 ve 2012 sonuçları da benzer şekilde OECD ülkelerinin ortalamasının altında.

Peki sorgulama, analiz ve yorum yapma becerileri bakımından diğer birçok ülkedeki yaşıtlarının gerisinde kalan Türkiyeli öğrencilerin aksine Finlandiya’yı listenin ilk sıralarına taşıyan ne? Öncelikle öğretmen yetiştirme işini çok ciddiye alıyorlar. Üniversitede almaları gereken yüksek notların yanında iletişim yetenekleri, pedagoji bilgileri ve mesleklerine duydukları sevgi de öğretmen olup olamayacaklarını belirleyen faktörler. Okullar veya öğrenciler birbirleriyle rekabet etmiyor; paylaşıp, üretiyor. Özel okul açmak yasak. Bütün bu bilgiler ayrıntısıyla Dışişleri Bakanlığı’nın sayfasında yer alıyor. Başarılı olan incelenmiş, eksikler belirlenmiş ve AKP hükümeti buradan aldığı ilhamla 2014’te ‘proje okul’ uygulamasını başlattığını duyurdu. Eğitimde ‘iyileştirmeye’ geride kalan okullardan değil de, önde gidenlerden başlama kararı alan iktidara göre amaç iyiyi daha iyi yapmaktı. Kötü zaten kötü. İyiyi iyileştirmenin peşine düşen MEB yola, proje ilan ettiği okullara yapılacak öğretmen atamaları ve yönetici görevlendirmelerini doğrudan Bakana bağlamakla çıktı. Seçkin liselerden onlarca öğretmen merkeze çekildi, sınavsız yönetici atamaları başladı. İstanbul Erkek, Galatasaray, Kabataş Erkek, Bornova Anadolu, Ankara Fen liseleri gibi başarılı okulları daha iyi yapmak için seçilen bu yöntem akıl ve mantıktan yoksun olduğu için öğrenci ve velilerin direnciyle karşılaşıldı. Bir okulu iyi yapanın taş duvarlar olmadığını bilen öğrenciler atamayla gelen müdürlere sırtlarını dönüp bildiriler yayınlamaya başladı. Sayıları 80’i bulan bildiriler MEB için projede gaza basmak gerektiğini hatırlattı. Yeni öğretim yılına okullarda 8 yıldan fazla görev yapan öğretmen ve yöneticilerin başka okullara tayin edileceği kararıyla girildi. MEB’in daha başarılı olmalarını istedikleri okullarda öğrenciler şimdi öğretmenlerini göz yaşlarıyla uğurluyor. Eylem yapanlar müdür odalarında sorguya çekiliyor. Okul kapılarında TOMA, bahçelerinde eli silahlı polis var. Görevlendirilmeleri hiçbir ölçüte dayandırılmayan yeni öğretmen ve müdürlere itiraz eden öğrencilerin projeye karşı çıkışlarına sebep bir üst akıl aranıyor. Eğitim-Sen’in başvurusu üzerine Danıştay MEB’in yönergesini Anayasa’ya aykırı buldu. Konu şimdi AYM’de. Kabataş Erkek Lisesi’ne atanan müdür yardımcısı Şakir Voyvot süreci nefis bir şekilde özetlemiş, “bütün okullarımızın imam hatip lisesi gibi olmasının zamanı geldi.” İcraatlarla birlikte değerlendirildiğinde yazık ki bu düşünceden anlaşılan şu; iktidar ve destekçilerinin o çok önemsedikleri imam hatip liselerini bir Kadıköy Anadolu Lisesi yapmak gibi bir hedefleri yok. Bunun yerine vasatı vasatla eşitlemeye çalışıyorlar. Bu, başta el üstünde tuttuklarını iddia ettikleri imam hatipliler olmak üzere bütün öğrencilere çok büyük bir haksızlık. Dünya, bilgi ve özel yeteneklerin peşinde koşarken, Erdoğan’ın dininin ve kininin davacısı bir nesil yetişmesinden başka bir dileği yok. Başarı oranlarının düşmesi, PISA testlerinde yere çakılmak sorun değil, ancak okuduğunu anlamada, sorun çözmede dünyadaki yaşıtlarının hayli gerisine düşmüş bir gençlikle bilgi üretiminin, yükselen ekonomilerin bir parçası olmak imkansız. Yeni Türkiye bal arası gibi tatliş tatliş büyük sözü dinleyen, fikri ve aklı ipotekli, -ki bununun nasıl bir şey olduğunu 15 Temmuz’da gördük- “vur de vuralım, öl de ölelim” diyecek bir nesli kucaklarken; iktidar, Cumhuriyet değerlerine saldıracağım diye, akla ve bilime karşı savaş açarak kültürel birikimlerin, ekonomik ilerlemenin, ahlaki değerlerin gümbür gümbür çöküşüne neden oluyor. Bu projeyle ileriye saran bir zaman yok. Bu yolda karanlıktan öte köy yok.