Promete’nin Torunları

Bugün konumuz bunalım.

Nerden başlayalım peki? Gerilere gidelim biraz. Yıl 2009, aylardan Ekim, 7 Ekim, Başbakan konuşuyor, şikâyet ediyor belki de kızıyor, şöyle diyor: “Bunalımdan konuşup milletin moralini bozmayın.” Aradan 10 yıl geçiyor, yıl 2019, bunalım hâlâ kabul edilebilir bir şey değil, iktidar partisi ve onun yöneticileri, yöneticisi sevmiyorlar bu sözcükleri. Bunalım, kriz denilince cinleri tepelerine çıkıyor.

Sevmeyince doğal tabii, konuşulsun istemiyorlar.

Bu durumun dinden kaynaklanan ideolojik bir temeli var. Osmanlı’da, Araplarda bunalım ya da kriz kavramları yok. Nermi Uygur üzerine “Krizden bir yaşama kültürü çıkar mı?” konulu ilginç bir yuvarlak masa toplantısında sözü edilmişti, (Yeni Dergi, 1.sayı; Kırmızı Yayınları) Enis Batur’un, Soli Özel’in, Betül Çotuksöken’in, Oruç Arıoba ve İsmail Ertürk’ün de katıldığı ilginç bir yuvarlak masa; aynı yılın güz ayları, toplantıya katılanlardan Ekrem Işın önemli bir bilgiyi aktarıyor: “Tarihsel süreçteki kırılmaları, daralma noktalarını fark ettiğimiz an krizi algılayabiliyoruz demektir. Bu algı eksikliği Osmanlı’nın en önemli zaafıydı. Klasik literatürümüzde ‘kriz’ kavramının bulunmayışı bu zaafın bir örneğidir. Osmanlı dünyası bu kavrama yabancı, çünkü kavramın ifade ettiği toplumsal siyasal gerçeklerin üstü çok kalın bir inanç tabakasıyla örtülü” Altını çiziyorum izninizle.


Devamında; “Osmanlı entelektüeli toplumsal düzeni ilahi yaratıcının usta ellerinden çıkmış bir makine gibi algılıyor.” Bunun da altını çizeyim.
Peki bu kutsal makineden nasıl kuşku duyacak bizim şeriatçı Müslüman? Tanzimat’tan sonra da kriz sözcüğü yok, ama gerçekler ne yazık ki somuttur, yadsınamaz bir şekilde dolaşıyor İstanbul sokaklarında. O zaman artık gizlenemez, üstü örtülemez hale gelen gerçeği, yani krizi tanımlayabilmek için ister istemez yeni sözcükler aranıyor. Yoksa bulacaksın; ideoloji gerçeklere yeniliyor. Aranan sulandırılmış kan bulunuyor; “İnhitat” (kuvvetten düşme) diyorlar örneğin ya da “inkırâz” (tükeniş).

Ama bunlar bunalımı ya da krizi yine de karşılamıyor.

Dinin kabuğunu kırmak zordur. Durumu anlatabilmek için Batı sosyolojisiyle tanışmış Durkheim’cı içtimaiyat’a gönül vermiş İttihat Terakki ideologu Ziya Gökalp ve tabii Cumhuriyet beklenecektir. Gökalp, Arapça “buhrân” sözcüğüne “hastalığın en şiddetli hali” anlamındaki sözcüğe kriz anlamını yüklüyor.

Vatana ihanet değil mi

Krizi, bunalımı, buhranı görmezden gelen anlayış bu gün de aynen sürüyor. Gerçeklerle çatışma pahasına, “ne demek kriz, ne demek buhrân, ne demek bunalım” diyorlar, vatan hainliği ile eş bir şey krizden söz etmek. Dünyada başka rüzgarlar mı esiyor, essin; bizim ülkemizde gerçeklerin üstünü kalın ve uydurma bir “inanç” tabakasıyla örtmeyi on yıllardır beklemiş ve nihayet Kurtuluş ve Kuruluşun laiklik anlayışını yıkmayı başarmış olanlar egemendirler artık.

Oysa bunalımdan krizden söz edenlerin başında bugün dünyanın anlı şanlı burjuvaları geliyor. Durumun farkındalar; kapitalizm çöküyor. Hem de bu süreç başlayalı epeyce oldu. Önce krizin anlamını daraltmak, üstesinden gelinebilir bir “durum” olarak anlatabilmek için yoğun bir çaba içine girdi kapitalistler, ama olmadı, öyle böyle bir şey değildi çünkü bu kriz. Ne yapacaklar şimdi para babaları, vaz mı geçsinler üretilen gelirin aslan payını, pastanın neredeyse yüzde 60’ından fazlasını almaktan? İslam dünyasında olsalardı, “yok böyle bir şey Allah’ın düzeni bozulmaz, tevekküldür esas olan, Allah’tandır, sınavdır, ödülü cennettir” deyip milleti kandırabilirlerdi.


Ne! Artık oralarda da mı, şaka mı bu, öğrenmişler mi krizi, bunalımı? “Eyvah işte buhrândır bu, ateş düşmüyor, hasta gittikçe fenalaşıyor, sekeratta mı sevgili hastamız,” mı diyorlar? Ne yapsınlar; artık kupa mı olur sülük mü olur bir şeyler yapmak, olmadı çaktırmadan IMF eczanesinden aspirin, penisilin, grip aşısı falan almak gerekecektir, ne yapsınlar!

Hâlâ direniyor; krizin tüm dünyayı saran kapitalist emperyalist sistemin ölümcül krizi olduğunu kabul etmeye yanaşmıyorlar. Oysa artık saklanacak, gizlenecek, üstü örtülecek bir durum yok; tümüyle kapitalizmin ürünü olan ekolojik kriz, insanlığın sonunu haber veriyor. Başka bir şey artık bu, küresel, yapısal, ölümcül, çaresiz bir bunalım. Yeni bir dünya için savaşanlar da; “gezegenimiz tehlike altında, siz sömürüyü, savaşları, talanı sürdürdüğünüz sürece daha kötüye gidecek, o nedenle siz artık çare değilsiniz, kendi bencil dünyanız için bile çare değilsiniz, yeter artık, dünyayı siz değil biz kurtaracağız, ya şimdi ya hiç bir zaman” diyorlar.

Karbon salınımını ciddiye almayan aptal yöneticiler, kârlarından vazgeçmeye yanaşmayan tekel patronları ve onların emrindeki yüksek ücretli CEO’lar direnebilirler, ama hepsi, kendileri de, çocukları da torunları da hepsi ölecek sonunda; peki katil kim? Kurtuluşun nerede olduğunu nasıl olacağını da biliyorlar, ama bencil yapıdan, para-insandan, borsa-üçkağıttan, biriktir biriktir diyen kalpazandan sisteme uzanan paslı, kopmasına az kalmış saadet zinciri direniyor hala.

İş bitti ama zahmeti geride

Dirensin, işi bitti onun. Şimdi bütün mesele çöken kapitalizmin üstümüze yıkılmasını önlemek, enkazın altında kalmamak için yapılması gerekenleri gözden geçirmektir. Zor bir iş olduğunu gerçekten yıkıntının altında kalmak istemiyorsa insanlar, üretici olanlarla yani işçilerle buluşmanın yollarını aramaları gerekecek. Çünkü şimdi iş, bakmayın siz şu “her şey değişti işçi mişçi kalmadı, Marx mı eskidi o çoktan” diyen sahtekârlara, şu uzun tarih boyunca hayatın temelinin hala üretim olduğunu anlatmak, uzatmaları oynayan, ayakları titreyen bencil Varyemez Amca’ya dersini vermek.

Zor olacak biliyoruz, çünkü o ukala zengin ve “If I Were a Rich Man” diyen umutsuz şarkıcı, banknotların, tahvillerin, altın rezervlerinin, petrol kuyularının silahlı bekçileriyle birlikte nefessiz kaldılar. Bu nedenle satın alınabilecek ağzı laf yapan, diploması ısmarlama tüm “entelektüelleri” göreve çağırdılar; “Marx tamam ama onun da zamanı geçti canım” diyen çarıklı profesörlere açık çek veriyorlar; “hadi çabuk zaman kalmadı, icad et yeni bir şey, Friedman gibi, hiç değilse 20-30 yıl bizi idare edecek bir şey bul, Nobel garanti, elini çabuk tut yalnız” diyorlar telaş içinde.

Haklılar, kriz büyüdü, toplumsal bunalıma dönüştü, işte o her zaman korktukları, ama bugüne kadar zincirlemeyi hep başardıkları insanlar tüm dünyada sokağa çıkmaya başladılar; bir başka Alemin gezicileri bunlar; gazla, copla, plastik ya da gerçek mermiyle durdurulabilir mi acaba diye hayal kurduğunuz insanlar. Ya şu dans ederek gelen kadınlar. Ne tuhaf bu halk dedikleri kalabalık; asıyorsun, zindana tıkıyorsun, stadyuma dolduruyor, inatla şarkı söyleyen şarkıcılarının parmaklarını kırıyorsun yine de geliyorlar? Hiç tükenmez mi bunlar?

Ukala bir yeni yetme, daha dünkü çocuk, “ne çabuk unuttun ihtiyar” diye sesleniyor sana, elinde kırmızı bir bayrak, yürüyor, dans ediyor, “bunamışsın sen” diyor, ne çabuk unuttun, Promete’nin torunları değil mi bu gelenler!”

cukurda-defineci-avi-540867-1.