İslam’da reform olur mu meselesini, 11 Eylül sonrası süreçte, önce Amerikalılar, sonra da Avrupalılar bol bol sordular, üzerine bol bol yazdılar çizdiler. İlgilisine konuyla ilgili Mohammed Arkoun’un yazdığı güzel de bir kaynak vardır: “Islam to reform or to Subvert”. Ha keza, Olivier Roy, konu üzerine kafa yoran yazarlardan. Çok yakın zamana kadar Atatürkçülük/ Kemalist periyot Batı’da son derece tu kaka olduğundan, konuyla ilgili Türkiye’nin tecrübesi maalesef unutuldu. İnsanlık tarihi bazen yeniden yeniden hatırlamaktan ibaret.

Konu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışıyla şimdi gündemimizde. Aklına her bir şey gelen yaşı geçkince bir takım dedeler kameralar karşısına geçip, yok asansöre kadın erkek binmesin, üç saniyede sevişebilirler, kahve içmeyin, aklınıza seks gelebilir, kız çocuklarını gömmek fena fikir değil gibi türlü çeşit, saçmalardan seçmeler açıklamalar yapıp gündeme oturunca; elbette son sözü söylemek, ülkede tek söz söyleyebilme lüksüne sahip kişiye düştü.

8 mart dünya emekçi kadınlar gününde Cumhurbaşkanı Erdoğan, "İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. Siz İslam’ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız. Beni birçok hocaefendi tefe koyacak o ayrı mesele. Rabbim bizi tefe koymasın”dedi. Erdoğan İslam’da reformu mu dile getiriyor acaba, mesele gündem gelince de, iki gün sonra da açıklamasını “ ‘’Biz dinde reform aramıyoruz ama önüne gelen böyle çıkıp da kadınlarla ilgili genç yaşlı bunlarla ilgili ileri geri bu tür şeyleri konuşmaların İslam’a getirdiği lekeyi görmemezlikten gelemeyiz’’diyerek güncelledi!

Erdoğan’a tepki CHP’den geldi. CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, “İslam’ın güncelleştirilmesi sözü çok tartışma götürür. Ayetleri sorgulamak kulların işi değil” açıklamasını yaptı. Normal şartlarda bu açıklamanın bünyede “404 not found” etkisi yaratması gerekirdi, ama CHP’nin son 10 yıldır, ısrarla böyle başaracağını sandığı, islamcı seçmenden AKP’den daha islamcı görünüp oy kapma hülyasını bildiğimiz için, “?!?” Hissi he deyip geçmeye dönüştü.
Beğenin beğenmeyin, aslında bu “güncelleme” meselesini Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Kemalist dönemde, devlet yapmıştı. Büyük ölçüde devlet eliyle konuyla ilgili yeni paradigmalar üretilip, devlet aygıtlarıyla kitlelere yayılmıştı. ilerleyen dönemde İslamcılar bu sürece “zulüm vb” gibi tanımlamalar getirdiler.

Hat öyledir içtihat böyledir tartışmasına girecek değilim. Burada mesele özünde “din devlet kontrolünde olsun mu olmasın mı?” ya geliyor. “Efendim Türkiye’deki laiklik katı laiklik, devlet dine karşı tarafsız değil, bilakis müdahil ve yönlendirici. Bu da şöyle zulümdür, böyle baskıdır” diyen islamcıların dümen kırdığını göreceğiz. Zira devlet tarafından bomboş bırakılan inanç alanları başkaları tarafından doldurulmaya yüz tutuyor.

Bu birbirinden “şen” açıklamalarıyla cumhurbaşkanını dahi kızdıran dedelerin, gelir kaynaklarına bakmak lazım. Acaba Suud fonları hangi cemaatleri ve liderlerini besliyor. Acaba kimler Vahabist propaganda yapmak için ne kadar bağış alıyor? Herhalde devletin yeni aklı başına geliyor.

Unutmayalım Batı medeniyeti dediğimiz şey, bir ölçüde de inancın “evcilleştirilmesi”, Kilise denen yapının kontrol altına alınmasından ibarettir.