Özgür Öztürk Arı, Şenay adlı romanıyla okuruna merhaba dedi. Şenay, yazarının ilk romanı. Tam bir psikolojik okuma, çözümleme içeriyor roman. Hemen her karakter, üzerine mercek tutulmuş bir denek adeta.

Psikolojik okuma

Barış ÖZDEMİR

Edebiyat dünyasında “ilk roman” oldukça önemli bir bahistir. Kimi ilk romanlar adeta son roman gibidir, yazarının yazarlık ehliyetini daha ilk sayfalarındaki anlatımında gösterdiği özgünlük ve başarısıyla eleştirmenin, editörün/otoritenin(!) ama en çok da (sivil)okur’un ölümsüz ve hakkaniyetli sınavından geçer, o yazar hep okunacaktır, ilelebet! Kimi roman/yazarlar da ilk romanını yayımlatabilme mücadelesi içinde ama henüz yayımlatamamış durumdayken ikinci, üçüncü romanını ördükten sonra o ilk romanını yayımlatabilmiştir, geç de olsa. Türk ve bilhassa Batı edebiyatı bu iki katmanda çok özel, önemli ve ölümsüz yazar adlarıyla doludur (“editörün yazara mektubunda olumsuz yanıt verdiği ve ama sonrasında bir başka editörün adeta keşfettiği” türden kalıp hikâyeler bilinir en çok). Oğuz Atay’a “ben buradayım ey okuyucu, sen neredesin?” diye ölümsüz bir soru sordurtan da ilk romanı Tutunamayanlar’ı yayınlatabilmek adına giriştiği çaba ve muhtemelen diğer eserlerinde yaşadığı kimi hayal kırıklıklarıdır. Jane Austen, John Steinbeck, Sylvia Plath, Bernard Shaw, George Orwell (hem de T. S. Eliot tarafından olumsuz yanıt verilerek!) ve daha kim bilir nice yazar bu zorluğu yaşamıştır.


İLK ROMANI

Özgür Öztürk Arı, Şenay adlı romanıyla okuruna merhaba dedi 2022’nin mayıs ayında. Şenay, yazarının bir ilk romanı. Biraz da bundan kaynaklı olmalı, kıpır kıpır cümlelerle karşılıyor anlatıcı okuru. Doğrudan kahramanının duygusuna odaklanıyor, daha ilk sayfalarda, odağı geciktirmeden. Hem azar azar, hem de birden tanıyor gibi oluyorsunuz Pelin’i. Ama hayır, birden değil tabii, en çok azar azar. Yazarlık mesleğinde yazdığı roman/hikâyeleriyle kendi adını eser/karakterlerinin ardında gizlemeyi başarabilmiş yazarların bu başarısını biraz da cimrilik sınavından geçebilmelerine bağlarım: Aktarılacak bir duyguyu, bir çatışmanın devamındaki çözülmeleri hemen bir çırpıda vermek yerine doğru zaman ve mekâna, olay örgüsünün doğru ivmesine yedirerek ve erteleyerek aktarmak… Bu haslet bu tür ölümsüz diyebileceğimiz yazarların taşıdığı nice ölçütten belki sadece biri ama bir o kadar da önemli. Özgür Öztürk Arı’nın Şenay’ında da buna benzer, duygu/cümlelerini bilen ama bunları öyle bir çırpıda boca etmeyen, her ayrıntıyı ve neden-sonuç ilişkilerini anında açık etmeyen bir tavır var.

ZORLU BİR BİLMECE

Pelin ve Sait, romanın başkişileri. Üniversiteden Erkan hocalarının isteğiyle Malatya’nın Darende ilçesinde bir aileye konuk oluyorlar. Bu konukluk psikolojik bir çalışma için. Aile içinde belli ki bir problem ağı var. Sayfalar boyunca Şenay’ı aradığımı itiraf etmeliyim, nerede kaldı diye. Romanın düğümü de Şenay’ın ortaya çıkışıyla çözülür gibi olsa da yeni eklentilerle Şenay’ın öyle çok da kolay çözülür bir hikâyesi olmadığını görüyor okur. Şenay, romanın saf yüzü, suskun tavrı, acıyan kısmı. Sayfalar ilerledikçe Şenay’ı daha iyi tanıyor, tanıdıkça da yüzünüze asılan o acı/ekşi ifadeyle içleniyorsunuz.

Anlatıcı, romanını iç içe iki katmandan örüyor. Üst/ana katmanda okurla konuşan kişi Pelin. Kendi öğrenciliğinden, kısa kısa da olsa zevk ve alışkanlıklarından, yanında aynı görevle bulunan Sait’ten, ailesinden, hocaları Erkan’dan ve ama daha çok misafiri oldukları o büyük ama ilginç, zengin ama ilginç, çok üyeli ama ilginç aile fertlerine ilişkin gözlem ve düşüncelerinden bahsediyor. Anlatıcı teknik olarak çok zorlamadan aile üyelerinden bazılarının anlatımı ele geçirmesine izin veriyor. Bu tekniği ilk olarak gençliğimde, 2000’lerin başında okuduğum Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanında görmüş, çok beğenmiştim. Okura keyif veren, anlatımdaki tatla teknikteki mühendislik başarısını artıran, dolayısıyla zihninizdeki şölenin sönmeyen ateşi gibidir farklı kişilerin hâkimiyeti/dili ele geçirişi. Arı’nın, bu tekniği sınırlı bir alanda kullandığını, çok ileriye gitmediğini söyleyebilirim; sözü kısa bir süre için teslim etse de diğer kişilerine, anlatıcı ya da Pelin hemen devralıyor sözü, yetkiyi. Aile üyelerinin diğer kişilerini konuşturmak üzerinden Arı, bu teknikle olaylara bakış açısında farklı görüş ve düşünceleri okura taşıyor.

Şenay, romanın baş kişisi olarak her döngünün adeta odağında, Pelin de Şenay’ın izini sürüyor. Bu iz sürme telaşında Turgut Bey’in hikâyesi de hem kendisi ve okur için ilgi çekici, hem de en çok Şenay’ın akıbetinin belirleyicisi niteliğinde.

DARANDE’NİN YAPISI

Roman sosyolojik ve coğrafi unsurlarıyla Malatya-Darende okuması da sunuyor okura, Darende’nin sosyo-ekonomik özellikleri ve yemek kültürüyle. Önemli bir kısmı ailenin yaşadığı çiftlikte geçen roman, çalışanları ve aile üyeleriyle iç içe geçiyor. Ve Pelin’in bu çiftliğe dair gözlemleri, heyecanı, merakı…

Başkişi Pelin ve arkadaşı Sait’in akademik kariyerleri için üstlendikleri görevle tam bir psikolojik okuma, çözümleme içeriyor roman. Hemen her karakter, üzerine mercek tutulmuş bir denek adeta. Bu yönüyle Şenay, psikolojik bir roman kimliği taşıyor, denilebilir. Romanın bu kimliği yalnızlık, aşk, ayrılık ve yeni başlangıçlarla perçinlenmiş.

Dikkatli okur, satır aralarında anlatıcı kimliğiyle yazarın kendisini, kendi yaşamını, geçmişine ve bugününe ilişkin kimi gerçeklik ve değinileri ayırt edebilir ama muhtemelen sadece bazılarını. Belli ki daha çoğu var romanda ve bunu sadece yazarı, yakın çevresi ve ailesi -mutlulukla- okuyacak, kıvanç duyacak.

GEZİNMEYİ SEVİYOR

İkinci romanı ve daha çoklarıyla okur karşısına çıkar mı, çıkarsa ne zaman bilemiyoruz ama Özgür Öztürk Arı, kurmacanın büyülü katmanlarında gezinmeyi seven bir yazar. Romanlarının devamının geleceği de yazarın anlatımına yansıyan heyecanından okura geçiyor.

Romanın son bölümlerinden biri olan “3 Yıl Sonra” başlığı altında hikâyeye ilişkin okuru mutlu edecek gelişmeleri aktarıyor anlatıcı. Şenay’ın hikâyesinin peşine düşen Pelin, Şenay’ın hayatında önemli bir değişikliğe vesile olabilecek midir? Şenay’ı, hatta Pelin’i ve Pelin’in hayatına eklenen yeni ve mutluluk verici hikâyeyi okurken, son sayfadaki “Erkan Hoca - Turgut Bey” adlı son bölümde geçen diyalog sarsacak seni okur. Okura tam açık etmeme tavrıyla örülmüş ama sarsıcı bir son bölüm. Şiir gibi.