Tam bir yıl olmuş, 5 Ağustos 2019’da Bellek ve Kültürevi açılışı için sanatçılarımız Yeninur Ada Coşkun, Sait Baksi ve yüzlerce katılımcıyla birlikte Pülümür’deydik. 1938’de onyedi kanaat önderinin, Ahmet Arif’in dediği gibi sorgusuz, yargısız son nefeslerini verdikleri yerde.

‘Bellek ve Kültürevi’ isminde bir mekan Türkiye’de ilk midir, emin değilim ama ben bir başka örnek bilmiyorum. Ayrıca mesela Manisa’da, Sakarya’da, Tekirdağ’da bir Bellek ve Kültürevi açılsa nasıl bir işlevi olurdu, bundan da emin değilim ama Pülümür benzeri yerlerde kendine has bir anlamı olduğuna eminim. Çünkü bu yerlerin ötekilere benzemeyen hikayeleri var.

17 Ağustos 1938’de tan ağarırken silah seslerini duyan ve sonra da o vahşetin yapıştığı gözlerle bir ömür geçiren Pülümürlülerin anlatıları kendine has bir anlam dünyası inşa etmiştir. Rıza Dalkılıç’ın 1938’de Pülümür (Demos,2020) kitabı bunu gayet detaylı anlatır. Öncesi ve sonrası da var kuşkusuz. Benim derlediğim Pülümür kitabında (Ütopya,2016) Zülfiye Koçak, Murat Alanoğlu ve Cihangir Gündoğdu’nun makaleleri Osmanlı dönemi Pülümür’ü ile ilgili detaylı bilgiler verir. Daha yakın zaman Pülümür anlatıları ise bambaşka öykülerin konusudur. Bülent Ecevit’in Pülümür’ün Yaşsız Kadını, bu kadim şehrin bir kültürel fotoğrafı gibidir. Ben Pülümür’lü Avukat Ali Haydar şiiri ise Hakkari’den Malatya’ya bu coğrafyanın kendi diline ve haline yabancılaşma serüveninin bir özetidir.

Bellek ve Kültürevi, Pülümür’ün geçmişi ve geleceğine doğru bütün bu yolculukların kesiştiği bir durak; bir karşılaşma alanı gibidir. Bir yönüyle belgeler ve fotoğraflar aracılığıyla geçmişi bugüne getirirken, bugünün insanını da geçmişe götürür. İyi bir gelecek, köklü bir geçmişten beslenerek olur. Hele de böyle özgün hikayeleri olan toplumlar için. Bu yüzden böyle mekanlar bazen akıp giden kültürel hayatın bazen de geçmişle köklü bir yüzleşmenin araçları olma işlevi de görürler.

Akademisyen ve uzmanların da katkıda bulunduğu Bellek ve Kültürevi bir belediye projesidir. Başkan Sayın Müslüm Tosun’un ve belediye emekçilerinin çabaları etrafında örülen bir girişime en başta İstanbul Maltepe Belediye Başkanı sayın Ali Kılıç olmak üzere ‘dışarıdaki’ ve içerideki Pülümür Dernekleri, iş insanları, gençleri, kadınları, öğrencileri katkı vermişlerdir.

Bellek ve Kültürevi inşasında gördüğümüz bu dayanışma ve aidiyetin başka örnekleri de var kuşkusuz. Pülümür’de toplumsal hayatın canlanmasını amaçlayan kamucu projeler üzerinden ABD’den Avrupa’ya ve Türkiye’nin değişik şehirlerinde çoktan yerleşik Pülümürlüler; kalkınma uzmanları, akademisyenler, iş insanları, inanç önderleri, yerel yöneticiler, politik aktörler, sanatçılar, STK yöneticilerinin bir araya geldiği pek çok girişim var. Bu dayanışmanın sosyolojik anlamını göstermek üzere sadece temsili bir örneği; Av. Haydar Kaya’nın öncü girişimci olduğu GERMIKE’de (Kaplıca) somutlaşan dayanışmayı anımsamak yeterli.

Bu coğrafyanın tarihi kanamalı yaraların etkileriyle yüklüdür. Bir bölümünü hiç görmeseniz de derinden hissedersiniz. O yaralardan biri, kalanların, gidenleriyle bağlarının kesilmesidir. 83 yıl önce idam edilen kanaat önderlerinin mezar yerlerinin ısrarla aranması bundandır. Bir mezar yeri veya onun yerine geçmek üzere anma mekanı kalanların gidenlerle kuracakları bağın yegane aracıdır ve bu coğrafyanın kültüründe değeri sözcüklere sığamaz. Pülümür’e komşu Zini Gediği ve benzeri anma mekânlarının hikayesinin önemi de buradan gelir. Yaşayanların, gidenleriyle kurdukları bağın sembolik araçlarıdır onlar.

Pülümür Bellek ve Kültürevi Ağustos 1938’de onyedi kanaat önderinin katlinin mekânsal tanığıdır. Bu tanıklıktan gelen ağırlığı, yanıbaşında akan nehrin sesiyle sizi geçmiş üzerine düşünmenizi sağlayacak bir sessizlik alemine çeker. Şiddetiyle o zaman gökyüzünü yaran ama kimsenin duymadığı çığlıklarla örülmüş bu sessizliği dinlemenizi öneririm, yolunuz Pülümür’e düştüğünde. Sessizliğin sesi bu coğrafyanın bütün ahvalini size anlatabilecek kadar etkilidir.