Tüm biyolojik farklılıklara rağmen cinsellik ve cinselliğe dair her şey hem kadın hem de erkek için aynı. Ama biz erkekleri cinsel istekleri, fantezileri, cinsel arayışları için bir kalıba soktuğumuzda kadına dair olası tüm dürtüselliği de yok sayıyoruz. Erkek 'her gün isteyen', erkek 'seksten başka bir şey düşünmeyen' ve erkek 'aldatan' olarak bellendiğinde kadın dışarıda kalıyor. Kadına atfedilen bu 'püriten' rol ise bir aldatmanın eğer kadınsa namus cinayetiyle son bulmasına bir neden.

Püriten kadınlık ve virütik erkeklik

Nesli Zağlı

Bu ülke için kadınlık ve erkeklik konusunu politik bir bağlamdan ayrı bir şekilde ele almanın güçlüğünü tahmin edebildiğinizi umuyorum. Cinsiyetin ve cinsiyet rollerinin mevcut sistem ve ona dair deformasyonlardan etkilenmemesi olası değil. Nitekim geçtiğimiz bir hafta içinde bu ülkenin bir üniversitesinde görevlendirilmiş bir dekanın kadın öğrencilerle ilgili etik dışı bir gafına ve hemen sonrasında da istifasına şahit olduk. Olayın ardından akıl dışı denilebilecek bir kutuplaşma ile dekanın eril ve ahlak dışı söylemini eleştirenler ve bu “erkeklik halinin” yanında olduğunu söyleyenler ortaya çıktı. Düşünsenize biz son yirmi yılda “erkeklik” denen zalimin “kadınlığa” zulmüne ne kadar çok olayda tanık olduk. Mevcut iktidar kadın bedeni üzerindeki tahakkümü sayısız kez tescilledi. Kadın bu ülkede olabileceği en zor, en dip, en çukur mevkiine hapsedildi. Çünkü katledilmesine, taciz edilmesine, erkek egemen sistemden men edilmesine sessiz kalınırken şehirlerde, sokaklarda ve evlerde bir ses edinmesine kötücül bir şekilde engel olundu. İşte bu nedenlerle dekanın kabul edilemez söylemini mevcut zihniyeti bir uzantısı olarak gördük ve kadını meta haline getiren bu yaklaşımlara isyan ettik. İsyan ettik de ne oldu derseniz, sosyal medyadaki tepkilerin bir nebze de olsa istifayı zorlayan bir yanı olmuştur diye umut edelim. Ancak söz konusu şahıs 6 ay sonra rektör olarak atanırsa da şaşırmayalım. Çünkü yıllardır yaşadığımız kadın canına kasteden erkekliğin her fırsatta kutsanmasıdır.

Tüm bu yüklü altyapıyı cepte tutarak bambaşka bir soru sormak isterim. Dekan bir kadın olsaydı ve “Ne güzel oğlanlar var” deseydi ne olurdu? Bu sorudaki ters köşe şu: Normal şartlarda yaşanan olay kişinin erkek veya kadın olmasından bağımsız etik bir sorundur. Akademik, kurumsal veya sosyal bir ortam için belirlenen roller çerçevesinde bireylerin kendi kişisel ilgi ve ihtiyaçlarını sahip oldukları konuma istinaden kullanmaları etik ihlaldir. Bunun bir kadın otorite figürü için de geçerli olması gereklidir. Oysa bize sorulsa biz hemen bir kadının böyle bir şey yapmayacağını söyleriz - ki bu yazıda vurgulamak istediğim de bu varsayımın cinsiyet eşitsizliğini besleyen bir şey olduğudur. Çünkü bir kadını “güdülerden”, zaaflardan, kötüye kullanımdan bağımsız bir kişi olarak kurguladığımızda kadına biçilen akça pakça rolü besliyoruz. Sosyal medyada biri çıkıp dedi ki erkeklerin güdüleri bu şekilde işliyor. Peki, bu güdüler sadece erkeğin mi? Kadınların güdüleri, cinsel ihtiyaçları, kötüye kullanabilecek arzuları yok mu? Elbette var. Tüm biyolojik farklılıklara rağmen cinsellik ve cinselliğe dair her şey hem kadın hem de erkek için aynı. Ama biz erkekleri cinsel istekleri, fantezileri, cinsel arayışları için bir kalıba soktuğumuzda kadına dair olası tüm dürtüselliği de yok sayıyoruz. Erkek “her gün isteyen”, erkek “seksten başka bir şey düşünmeyen” ve erkek “aldatan” olarak bellendiğinde kadın dışarıda kalıyor. Kadına atfedilen bu “püriten” rol ise bir aldatmanın eğer kadınsa namus cinayetiyle son bulmasına bir neden.

Kısacası kadınlığı korumaya çalışırken kadınlığa zarar veriyoruz. Oysa insanlık adına erkeği de koruyup erkekliğe son vermek gerekiyor. Bizim derdimiz çok arzulayan, çok aldatan erkekler değil. Bizim derdimiz arzuladığını zorla almakta ve eşini değersizleştirerek çok eşli yaşamayı bir hak görmekte. Kabul edelim dünya düzeni oraya buraya savrulsa da hep ama hep cinselliğin eksenine girecek. Nerede bir vukuat olsa, kazındığında altından cinsellik çıkacak. İşin en kötüsü bu arka fona sabitlenmiş cinsellik hep eril olacak. Hele bizim toplumumuzda. Bir kız çocuğu büyürken ona dair cinsellik barındıran her öğe panikle bastırılırken fallus hep baş tacı edilecek. Kadına gelişirken cinselliğini anlama ve keşfetme fırsatı hiç verilmeyecek. Küçük kadın ne külodundaki kanı anlamlandıracak ne de bir boy aynasında bedenini seyretmekten keyif alacak. Çoğunlukla da bu şekilde sırtına destek yumruklarıyla gerdek gecesine uğurlanan adamla evlenecek ve seneleri sahip olduğu bedeninin kendini tuzaklardan nasıl koruyabileceğini hesap ederek geçecek. Cinselliğini, kadınlığını misafirlik takımları gibi güvenli bir yerlerde saklayıp anahtarı sütyenine ekleyecek. Deneyimlerime dayanarak bu bahsettiğim halin her sosyoekonomik düzeydeki kadın için üç aşağı beş yukarı aynı olduğunu belirtmek isterim. Oran olarak belki onda bir bile olmasa da fiziksel veya cinsel olarak istismar eden kadınların öykülerine de şahit oldum. Eğer bu ataerkil sistem olmasaydı belki toplam oran daha düşük olurdu ancak kadın erkek fail oranları birbirine bir nebze yaklaşabilirdi.

Tüm bu bahtsız süreç bizim yapabileceğimiz bir şeyle bir anda değişemez. Ancak kendi payımıza tekrar düşünmemiz gerekenler var. Erkek seks peşindedir, kadın da seks peşindedir insanlık doğası gereği. Erkek arzular, kadın da arzular ve kadın bir dekan aklından benzer şeyler geçirebilir. Arzulayan güç sahibi kadın bunu fiilen kullanmadığı sürece doğaldır, insancıldır. Erkek aldatır, kadın da aldatır. Eğer kadına sadık ve sadece duygusal seyirli bir bağ kurma rolü atfedersek hiç farkında olmadan kadın cinayetlerine giden algıya destek olmuş oluruz. Sadakat toplumsal bir konu değildir. Çiftlerin kendi ve ilişki dinamiklerine ve ruhsal sözleşmelerine dair bir mevzuudur. Eğer “erkekler aldatır” kalıbına yüklenirsek namus denen illeti beslemekten öteye gitmeyiz. Kadınlık ve erkeklik konuşulacaksa cinselliğe dair algılarımız işin içine girer. Hastalarıyla cinsel hayatlarını konuşamayan doktorlar ve psikologlar biliyorum, hem de tahmin edebileceğinizden fazla. Cinsellik elbette mahremdir ancak bizim toplumumuzda bu mahremiyet kadın cinselliğinin cezalandırılmasından başka bir şeye yaramıyor. Şans eseri iyi okutulup, cesaretlendirilip, hayata kazandırılmış kadınlar bile yatak odasını bir hizmet sektörü gibi görüyor. Benim arzum seninle şu sıklıkta, şu şekilde birlikte olmak diyemiyor kadın. O zaman da kadınlık, cinselliği kötücülleştirmekten ve erkeği gömmekten ibaret oluyor. Oysa gömeceğimiz şey ne kadın ne de erkek. Karşı durulacak olan insanca hakları, eşitliği, özgürlüğü ezen erkekliktir.

Bu yazıdaki amacım çok derin bir konu olan kadınlık ve erkeklik mevzusunu bilimsel, sosyal veya politik yönüyle ele almak değil. Cinsiyet çalışmaları uzmanı, sosyolog veya araştırmacı olmadığımdan konuya bakışım ancak yetişkin ve çiftlerle çalışan bir psikolog çerçevesindendir. Farklı bakış ve analiz seviyelerinden değerlendirmeleri bir katkı olarak göreceğim.