CHP ülke siyasetinde bir nevi paratoner işlevi gören bir aktöre dönüştü. Siyasetin tüm gerilimi adeta CHP’nin üzerine akıtılıyor. İktidar elindeki bütün gücü kullanarak ana muhalefetin üzerine yürüyor. Kimi zaman CHP’li bir vekil ya da yöneticiyi hedef alarak kimi zaman da seçmene tek parti dönemini “hatırlatarak” siyasi gündemi CHP’ye kilitliyor. Böylece işsizliğin, açlığın ve yoksulluğun konuşulmasına engel olmaya çalışıyor.

İktidar blokunun taktik manevraları bununla sınırlı olsa “siyasi tansiyon yine yükseldi” deyip geçeriz. Ancak Çubuk’ta Kemal Kılıçdaroğlu’na düzenlenen organize saldırıdan bu yana tanık olduklarımız çoktan başka bir faza geçildiğini gösteriyor. Canan Kaftancıoğlu’na yönelik mahkeme süreciyle genişleyen, Çakıcı’nın mektuplarıyla perçinlenen, Ekrem İmamoğlu’na açılan soruşturma ve ardından suikast iddialarıyla yeni bir noktaya gelen süreç, siyasi araçların çok ötesinde yöntem ve araçların devreye sokulduğunun kanıtı. Üstüne üstlük tüm bu hadiseler, muhalefetin vites yükselttiği bir döneme denk gelmesi bağlamında da manidar. Belli ki iktidar olası bir erken seçime gitmeden özellikle İmamoğlu-Kaftancıoğlu kanadını etkisizleştirmek istiyor. Yargıtay aşamasındaki Kaftancıoğlu davasının neticesi ya da İmamoğlu’na yönelik tahkikatların sonuçlanacağı tarih büyük ihtimalle erken seçim ilanının işaretlerinden biri olacak.

Hasılı, puslu bir döneme girmiyoruz, o pusun tam ortasındayız. Mafya ve çeteler tehditleriyle, yandaş köşe yazarları komplo teorileriyle, güvenlik bürokrasisi ise vurdumduymazlığıyla o pus tabakasını kalınlaştırıyor.

Normal bir ülkede büyük ses getirecek İmamoğlu’na suikast hazırlığı yapıldığı iddiası İçişleri Bakanı ve bürokrasinin karşı atağıyla gündemden hızlı bir biçimde düşürüldü. Üstelik bu haber, CHP’nin bir manipülasyonu gibi halka sunulmak istendi. Neredeyse İmamoğlu böyle bir iddianın merkezinde olduğu için yeni bir tahkikata maruz kalacaktı. Hâlbuki iktidarın göstermelik olsa dahi bu iddiayı soruşturduğunu açıklaması ve toplumu rahatlatması gerekirdi. Benzer bir durum Kılıçdaroğlu’nun “dinleniyorum” demesi üzerine yaşandı. Saadet Partisi Genel Başkanı kendisinin de dinlendiğini ileri sürdü. Yakın tarihte devletin zirvesinden belediye başkanlarına kadar herkesin dinlendiğinin ortaya çıktığı memlekette İçişleri Bakanı, Kılıçdaroğlu’nun açıklamasını dikkate almak yerine “iftira ve bühtan” olarak niteledi. Yani mağdur yine “suçlu” oluverdi. Çeteciler, mafya liderleri ellerini ovuşturdu.

CHP’nin paratoner hali, muhalefetin sağ bileşenlerine daha geniş bir hareket alanı sağlamış durumda. Akşener’in siyasi etkinliği İyi Parti içindeki sorunları bitirmese de partisini sağ muhalefetin lideri yapmaya yetiyor. Millet İttifakı’nı “merkez sağa” doğru genişletme hamlesinin başını da büyük ölçüde Akşener çekiyor. Deva ve Gelecek Partilerine ittifaka katılma davetinin Akşener’den gelmesi sürpriz değil. Zira Akşener’in partisi, 2018 genel seçimleri ve 2019 yerel seçimleri öncesinde CHP’nin üstlendiği oyun kurucu rolü devralmaya çalışıyor. CHP’nin içindeki sağ kanat da bu gidişata şimdilik itiraz etmiyor.

Muhalefetin diğer sağ bileşenleri olan Deva ve Gelecek Partileri AKP’nin boşalttığı alanları doldurarak merkez sağcı restorasyonun ortağı olmayı planlıyor. Deva’nın etki alanında AKP’nin eski ortağı liberaller var. Onlar CHP’yi Babacan çizgisine yaklaştırma projesinin de başat aktörleri. Davutoğlu ise MHP ile ittifaktan rahatsız AKP’li Kürtleri ve İslamcıları kendine çekerek AKP’nin zaafından yararlanmak istiyor. Her iki parti de kuruldukları ilk güne oranla daha güçlüler. Buna rağmen Millet İttifakı’nın şemsiyesine muhtaçlar.

Fakat Millet İttifakı’nın genişlemesi AKP-MHP’nin hamlelerini otomatikman boşa düşürmüyor. Çünkü şimdi muhalefette olan sağcı siyasetçilerin politikayı kavrama biçimleri, sol-seküler ve cumhuriyetçi kesimlere yönelik provokatif saldırıları göğüsleyebilecek direngen bir politik hattın kurulmasına imkân vermiyor. CHP kendi solu ile organik bir ilişki geliştiremediği için de politik reflekslerini köreltiyor ve ön alıcı bir siyaset inşa edemiyor.

Hiçbir yurttaş kendini koruma becerisi gösteremeyen bir siyasi özneye geleceğini emanet etmez. Muhalefetin Türkiye’yi yönetebileceğini kanıtlaması için puslu havayı dağıtabileceğini göstermesi gerekir. Bu da iktidara laf yetiştirerek ya da kulis siyasetine bel bağlayarak başarılabilecek bir iş değil. Aksine söz düellosunu bırakıp, yılgınlık hissiyle siyasetten uzaklaşanları yeniden kurucu bir siyasetin öznesi olmaya davet etmek gerekiyor.