Türkiye’nin yakın tarihi sağ siyasetçilerin hedef gösterme ve kitleleri kışkırtma eylemlerinin ne denli hazin sonuçlar ortaya çıkardığının örnekleriyle dolu. Yaralama ve ölümlerle sonuçlanan nice eylemin faili, sağ siyasetin kahraman listesine yazılırken; hedef gösterenler hiçbir zaman sorumluluk almadı aksine inkâr edişlerini bir mertlik olarak sundular. Türkiye sağcılaştıkça bu kanlı tarihin üzeri örtülüverdi. Sağın “vurucu güçlerine” emir verenler ahir ömürlerinde “bilge siyasetçi” ilan edilmekle kalmadı bugün kendisine muhalif diyenler tarafından da hayırla anıldılar. Daha da vahim olan sicili kabarık sağcıların düzen içi muhalefet tarafından politik makamlarla ödüllendirilmesi. Bu durumun basit bir belleksizlik hali olmadığı, toplumu İslamcı-milliyetçi çizgide dönüştürme projesine hizmet ettiği ise muhakkak.

Son dönemde peşi sıra yaşadıklarımız “vurucu güçlerin” geçmişte kalmadığının kanıtı niteliğinde. AKP-MHP ittifakının kurulduğu günden bu yana muhalif siyasetçiler, gazeteciler, sanatçılar yalnızca yargı yolu ile değil sopa ile de susturulmaya çalışılıyor. Kimi evinin önünde kıstırılıp dövülüyor, kimi program çıkışında saldırıya uğruyor, kiminin adres ve telefon bilgileri troller aracılığıyla etrafa saçılıyor. Politik bir amaçla yapıldığı belli olan bu saldırılar kayıtlara genellikle birer adi vaka olarak geçiyor; failler ya hiç yakalanmıyor ya da en fazla adli kontrolle serbest bırakılıyor.

MHP’den kopup İyi Parti saflarında siyaset yapanlar uzun süredir saldırılara maruz kalıyorlar. Ekim 2018’de, Bahçeli’nin şimdilerde “evine dön” dediği Akşener’in konutu önünde bir gece yarısı MHP’lilerin sloganlarla İyi Parti liderine gözdağı vermeye çalışması bir son değil başlangıçtı. Akabinde Yavuz Selim Demirağ, Ahmet Takan, Sabahattin Önkibar, Murat İde gibi isimler saldırıya maruz kaldılar. Bu milliyetçi yazarların ortak yanı MHP’yi ve özellikle de Bahçeli’yi eleştirmeleriydi. Aynı nedenle yerel basında da çok sayıda gazeteci tehdit edildi ya da işinden oldu. Hükümet göstermelik soruşturmalar dışında hiçbir şey yapmadı. Yaptıklarının yanına kâr kalacağını bilen çeteler de kaldıkları yerden saldırılarına devam etti.

Gelecek Partisi Gn. Bşk. Yrd. Selçuk Özdağ’ın Bahçeli’yi eleştirmesi sonrasında MHP Gn. Bşk. Yrd. Semih Yalçın tarafından adeta hedef gösterilmesi ve evinin önünde hastanelik edilmesi ikinci dalganın başladığının göstergesiydi. Aynı gün gazeteci Orhan Uğuroğlu da saldırılardan payını aldı. Artık olup bitenleri, salt MHP – İyi Parti rekabeti ile açıklamak yeterli değil. Bahçeli’ye, Erdoğan’a muhalif olduğu günleri hatırlatan ve milliyetçi-ulusalcı tabanda etkisi olan kim varsa çetelerin gözdağı listesine dahil ediliyor. Belli ki Bahçeli, Cumhur İttifakı öncesinde AKP’ye ve Erdoğan’a söylediklerinin tamamen unutulmasını istiyor.

Silahlı sopalı çetelerin sahaya sürülmesi iktidar blokunun tabanında yaşanan erimeyle doğrudan ilişkili. MHP’liler iktidarlarının risk altında olmadığını göstermek adına her gün bir başka grubu açıkça tehdit ediyorlar. AKP’nin bu tehditlere seyirci kalması ya da düşük perdeden tepki vermesi MHP’nin elini güçlendiriyor. Bir diğer yandan, ittifakın ilelebet süreceğini ilan eden Bahçeli, bu tehditlerle iktidar bloku içindeki gerilimleri örtmenin yollarını arıyor. Örneğin HDP’nin kapatılması konusunda ortaklar arasında anlaşmazlık olduğunu ileri süren Mustafa Balbay’ın, bu ve benzeri konuyu işleyen KRT ve Halk TV gibi kanalların Bahçeli’nin hedef tahtasına oturtulması bundan.

Üst üste gelen saldırılara “sağcılar birbiri ile hesaplaşsın, bize ne” diyerek bakan varsa yanılıyor. Kılıçdaroğlu’na yönelen Çubuk’taki linç girişimini, Çakıcı’nın tehdit mektuplarını, Barış Atay’a yapılan saldırıyı ve daha birçok benzer örneği anımsamak bile içinde olduğumuz sürecin sağ içi kavgaya indirgenemeyeceğinin birer göstergesi niteliğinde. Pusu kuran, namertçe saldıran grupları “durumdan vazife çıkaran heyecanlı tipler” olarak nitelemek ise doğru değil. O çeteler bugün iktidarın etrafında kümelenen ilişki ağının somut birer parçası. Kendiliğinden değil moda deyimle “düğmeye basıldığı” için harekete geçiyorlar.

Düzen içi muhalefet, bu çeteleşmeye karşı mücadele verme kararlılığını maalesef gerektiği kadar gösteremiyor. Geçmiş olsun ziyaretleri ve kınama sözcükleri dışında bütünlüklü bir pozisyon alamıyor. Bu saldırıların aynı zamanda iktidarı bırakmama çabasının bir ürünü olduğunu kavrayamıyor. Öyle olsa, bu linç ve saldırılara geçmişte yol verenleri baş tacı etmeyi sürdürmez.

Doğan Öz, Ümit Kaftancıoğlu, Cavit Orhan Tütengil ve daha nicesini sağcı şiddete kurban vermiş bu ülkenin tarihinden ders çıkarmadan bugünün aydınını, politikacısını, gazetecisini koruması mümkün değil.