RTE’nin Ortadoğu’da baş hasım gördüğü Esad ve Sisi yerlerini sağlamlaştırdılar. Türkiye-Suudi-Katar gerici ekseni tuzla buz oldu. Türkiye’nin manevraları, kıstırılmış durumundan kaynaklanıyor

Putin’in kanatları altında!

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Soçi’de önce Beşar Esad’la bir araya gelerek Suriye’de askeri operasyonların sonuna gelindiğini ilan etti. Sonra Astana süreci çerçevesinde İran Cumhurbaşkanı Ruhani ve RTE’yle, Suriye’nin egemenliğini, birliğini ve bütünlüğünü bozmama çağrısı yaptı; Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin düzenlenmesi yolunda fikir birliği sağlandığını açıkladı.

Putin, daha sonra telefon ederek ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Mısır Başkanı Abdülfettah el-Sisi ve Suudi Arabistan Kralı Salman’ı gelişmelerden bizzat haberdar etti. Bu süreç bile, Rusya’nın uluslararası diplomaside nasıl bir prestij kazandığının ve kaldıraç sahibi olduğunun kanıtı. Düşünün ki, Moskova tüm jeopolitik fay hatlarının kesişme noktası Suriye’de inisiyatif alabiliyor ve bütün iddialı aktörlerle diyaloğunu sürdürebiliyor, mesajını iletebiliyor.

Bu gelişmeleri, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası, büyük bir karmaşa ve güven krizi yaşayan Rusya’nın tekrar iddialı bir aktör olarak dünya sahnesine çıkışının tescili şeklinde okumak da mümkün. Ne var ki, Moskova’nın Soğuk Savaş dönemindeki gibi, iki kutuplu dünyada ABD’nin karşısına farklı bir hegemonya tasarımıyla dikilebilen, zaman zaman ciddi çekim merkezi haline gelebilen bütünlüklü bir projesinden söz etmek ise fazla abartı olur.

Olsa olsa, Putin’in atağını özellikle Trump döneminde ivme kazanan, ABD’nin küresel hegemonyasındaki gerileme sürecinde, bir rol kapma hamlesi olarak nitelendirebiliriz. ABD bugün askeri anlamda caydırıcı bir güce sahip olmakla birlikte, ekonomik düzlemde ağırlığını yitirmenin çelişkilerini yaşıyor. Politik, ideolojik etki gücü de bu diyalektiğe uygun olarak yavaş yavaş irtifa kaybediyor. Trump’la birlikte, “ABD’yi tekrar büyük yapmak” gibi ulusal sınırlara hapsolmuş bir vizyon ise, Washington’un “kapitalist küreselleşme ideolojisinin, neoliberal kurgunun” merkez karargâhı niteliğini de tartışmalı kılıyor.

Çin’in yuan sözleşmesi atağı
Sadece Rusya değil ; dünyanın bir numaralı ihracatçısı sıfatıyla ekonomide ABD’ye kafa tutan Çin de, fazla dikkat çekmeden, usul usul Washington’un hegemonyasının aşındırma çabalarını sürdürüyor. 2. Dünya Savaşı sonrası, ana akım ideologların “hegemonik istikrar teorisi” adını verdikleri kurgu, ABD’ye kapitalizmi yaymak, buna uygun kurumsal yapıyı oluşturmak görevi veriyordu. Başta serbest ticaret, ekonomik mekanizmaların işlemesinin teminatı da ABD dolarının rezerv para olarak dünyaya likidite sağlamasıydı. NATO ise, yine ABD komutasında askeri fonksiyonları üstlenecekti.

Hâlâ tüm dünyada gerçekleşen döviz işlemlerinin %85’inin bir ayağı dolar olmaya devam ediyor. Özellikle 1997’de patlak veren Asya krizinden sonra, güçlü döviz tamponlarına sahip olmak gerektiği varsayımı, tüm dünya merkez bankalarının uluslararası dolar pozisyonlarını artırmalarına yol açtı. İstatistikler, bu havuzda doların %65’lik bir ağırlığı bulunduğunu gösteriyor.

Çin, geçtiğimiz günlerde dolar egemenliğini sarsmak yolunda ciddi bir hamle yaptı. Dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olan ülke, Şanghay borsasında işlem görecek, yuan cinsinden bir gelecek sözleşmesini, diğer bir ifadeyle bir türev enstrümanı yıl sonu itibarıyla alım-satıma açacak. Böylelikle işlemini yuan ya da diğer adıyla renminbi cinsinden yapmayı kabul eden petrol ihracatçıları, satışlarını bu yöntemle gerçekleştirecekler. Yuan gelirlerinin Şanghay Altın Borsası’nda altına çevrilebilme garantisinin de, bu tür işlemlerin yaygınlaşmasını kolaylaştıracağı düşünülüyor. Çin’in son yıllardaki dikkat çeken yoğun altın alımları da işte bu girişimin altyapısını güçlendirmek amaçlıydı.

Öteden beri Moskova ve Tahran’ın böyle bir inisiyatife sıcak baktığı biliniyor. Doları “by-pass” ederek, ama tüm petrol bedelini Çin’de harcamak gibi bir yükümlülüğe girmeden petrollerini satabilmenin Rusya’ya da, ambargolardan çok çekmiş İran’a da çekici geleceği açık. Venezuela, Katar gibi ülkelere de, ABD “dış politika eksenine” tabi kalmadan gerçekleştirilecek petrol ticareti esneklik sağlayacaktır. Hatta Çin’in petrol alımının 2008’de %25’ini oluştururken, 2016’da bu oranın %15’e gerilediği Suudi Arabistan’la da pazarlıkta Beijing’in elini güçlendirecektir.

Kuşatılmış Türkiye
Şimdi buradan yola çıkarak, Erdoğan’ın Putin’le aynı masada poz vermesini yorumlamaya çalışalım. Yuan sözleşmesiyle ABD hegemonyasının ekonomik ayağına bir çentik atılırken, NATO ittifakının Türkiye gibi sadık bir ülkesinin Cumhurbaşkanını Trump’ın can düşmanı İran Devlet Başkanı Ruhani’yle aynı karede bir araya getirerek, ittifakın askeri ayağının inandırıcılığı da zayıflatılıyor. Bir de bu manzaranın üzerine Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi alımına ilişkin anlaşmanın yarattığı travmayı eklerseniz, ABD’nin RTE’ye ciddi anlamda diş bilediğini tahmin etmeniz zor olmaz.

Bu tip umarsız manevralar , Türkiye’nin kıstırılmış durumdan kaynaklanıyor. Hatırlatmak gerekirse ; RTE’nin Ortadoğu’da baş hasım gördüğü Esad ve Sisi yerlerini sağlamlaştırdılar. Türkiye-Suudi-Katar gerici ekseni tuzla buz oldu. Bölgedeki baş müttefiki Müslüman Kardeşler ekolü partiler dağılıp gittiler. Güneyinde gerek Irak, gerekse Suriye’de fiili Kürt oluşumları bulunuyor. Barzani’nin Kerkük’ü kaybı dahi, Türkiye cephesinden endişeleri dağıtacak büyük bir önem taşımıyor. Hatta aksine, Rusya bu gelişmenin pürüzlü bir konuyu hallederek bağımsız bir Kürt devletinin önünü açtığını düşünüyor.

Suriye üzerindeki planları gerçekleşmeyen ABD için, bölgedeki etkinliğini sürdürmenin, askeri ağırlığını hissettirmenin tek yolu Suriye Demokratik Güçleri’nin, onun büyük bileşeni PYD’nin arkasında durmak. Putin de, bu fiili durumu kabule razı, kendi hava ve deniz üslerine dokunulmadığı müddetçe fiili Kürt devletiyle veya federal bir Suriye yapılanmasıyla sorunu olmayacağının altını çiziyor. Kürtleri ABD’nin tekeline birakmayacak bir diplomatik esneklik sergiliyor.

Şimdi tartıştığımız bütün bu olguları göz önüne alın ve Rıza Zerrap vakasinin RTE ve şürekasının başına ne çoraplar örebileceğini kestirmeye çalışın. Tüm davanın kökeninin İran’a ambargoyu delmeye dayandığını, ABD’nin “kırmızı çizgisi” dolarla ticareti ihlal eden bir boyutu bulunduğunu da hatırlayın. Doğru, rüşvetle, yolsuzlukla, hukuksuzlukla bir baglantısı olmayan bizim gibi sade yurttaşların onurunu zedeleyecek bir durum söz konusu değil. “Milli dava” mugalatalarına da karnımız tok. Ne var ki mahkemenin seyrinin ekonominin dengelerini sarsmayacağını söyleyemeyiz.

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Hatice Karahan’ın, “Merkez Bankası Zarrab davasında gelişmeleri izleyip aksiyon alabilir” yorumu, tablonun vahametini zaten yeterince ortaya koyuyor. “Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?” sorusuna şu aşamada net cevap vermek kolay olmasa da, başta döviz piyasaları ekonominin zorlu bir haftanın eşiğinde olduğu açıkça görülüyor.