21 Mayıs 2017 günü Erdoğan’ın yeniden genel başkan olması için yapılan olağanüstü kongrede Mısır İhvan’ının (Müslüman Kardeşler) 2013’teki Sisi darbesine karşı direnişinin sembolü olan Rabia işareti, “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” şeklinde AKP tüzüğüne girdi.

Bunun üzerinden iki hafta geçmişti ki, 5 Haziran’da Katar krizi patlak verdi. Trump’ın Suudi Arabistan’la milyarlarca dolarlık silah anlaşması yapıp bunu kılıç dansıyla kutladığı zirvede alınan kararlar sonrası hiç de şaşırtıcı değildi bu. Trump, Kral Selman ve Sisi’nin bir kürenin üzerinde ellerini birleştirdiği fotoğraf, Ortadoğu’nun nasıl yeniden dizayn edileceğinin sembolüydü adeta ve kadraja girmeseler de hedef tahtasına yerleştirildikleri için aslında o fotoğrafta Hamas, Hizbullah, İhvan, Katar, İran ve elbette ki yeni-Osmanlı da vardı.

Evet, kadere bakın ki, iktidar partisinin Rabia’yı resmen kabul edişinin üzerinden çok geçmeden, İhvancılığın da dahil olduğu bir tasfiye operasyonu için düğmeye basılıyor ve Katar ablukası başlıyordu.

Krizin başladığı günün ertesinde, yani 6 Haziran’da partilerin grup toplantıları vardı ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, kendisinden de parti yönetiminden de beklenmeyecek ve pek de alışık olmadığımız bir refleksle, üstelik henüz iktidar cenahından konuya dair tek bir açıklama gelmemişken, Katar krizine tepki verdi ve aynen şunları söyledi:

“Bizim bu konuda hükümete önerilerimiz var. Katar, İhvan’a desteğini kesmeli, yani Müslüman Kardeşler’e. Bu konuda İhvan’ı destekleyecek siyasetten Adalet ve Kalkınma Partisi uzak durmalı. Aynı şekilde Rabia simgesinden de vazgeçmeli. Çünkü Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Müslüman Kardeşler’i terör örgütü olarak görüyor. Ne yerli ne milli. Bir terör örgütünün 4 parmağını getirdiniz kendi simgeniz yaptınız.”
Bu konuşmanın önemi, krizin mahiyetinin hızlı bir şekilde kavranması ve tepki verilmesinin de ötesinde, ilk kez Kılıçdaroğlu’nun bu kadar net bir şekilde Müslüman Kardeşler’i terör örgütü, Rabia işaretini ise terör sembolü olarak gördüğünü açıklamasından kaynaklanmaktaydı. CHP yönetimi, gidişatın nereye doğru olduğunu görmüş ve hızlı bir şekilde pozisyon belirlemişti.

Aynı günün akşamı büyükelçiler iftarında konuşan Erdoğan, açık bir şekilde Katar’ın yanında saf tuttu ve şöyle dedi:

“Katar’ın soğukkanlı tutumunu takdirle karşılıyoruz. Körfez’de yaşanan bu krizin bir an önce çözüme kavuşturulması için elimizden gelen çabayı göstereceğiz. Katar’la ilişkilerimizi geliştirmeye devam edeceğiz. Sorunun çözülmesi için diyaloglarımız sürüyor. Katar’ın terör zanlısı olarak görülmesini tasvip etmiyorum. Böyle bir durum olsa karşılarına ilk çıkan ilk devlet başkanı ben olurdum. Burada farklı bir oyun oynanıyor. Ama bu oyunun arkasında kim olduğunu henüz bulamadık. Bölgenin daha da karışması, gerilimin artması için fırsat kollayanların beklentisini boşa çıkarmalıyız.”

Bu konuşmayla birlikte iktidarın ve medyasının tutumu da netleşmiş oldu. Katar güzellemeleri başladı, İhvan sahiplenildi, kendisine dair umutlar Rakka sonrası iyiden iyiye tükendiğinden Trump da hedef tahtasına oturtuldu, Suudi Arabistan’ın Yemen’de işlemeye devam ettiği insanlık suçları bile havuz medyasında kendine yer bulmaya başladı, henüz ortada resmi bir anlaşma yokken Katar’a tonlarca gıda sevkiyatı yapıldı.

7 Haziran günü ise sürecin gidişatı ve hızına dair en önemli göstergelerden biri olan bir gelişme yaşandı. Katar’la daha önce imzalanan ancak onay bekleyen beş anlaşma hızla Meclis’e getirildi ve onaylandı. Yaklaşık bir hafta sonra, 13 Haziran’da ise TSK üç kişilik bir askeri heyetin kurulacak üsse dair çalışmalar yapmak üzere Katar’a gittiğini açıkladı ve iktidar böylece krize askeri olarak da taraf olduğunu gösteren bir hamle yapmış oldu.

Aynı gün Erdoğan, partisinin grup toplantısında Katar’ın teröre destek verdiği iddialarına karşı çıkarken, “Bizim bile tasvip etmediğimiz yaptırımların, Katar’a uygulanması kabul edilemez. Katar DEAŞ’a karşı Türkiye ile birlikte en kararlı duruşu gösteren ülkedir” diyerek Katar’a bir kez daha kesin bir şekilde sahip çıktı ve ekledi: “Türkiye ve Katar’ın desteği olmasaydı Suriyeli muhaliflerin DEAŞ ve rejime direnmesi mümkün değildi.”

Türkiye ve Katar’ın terörle bir bağlantısının olmadığını ispat niyetiyle kurulan cümlelerin vardığı yerin Suriye’de cihatçıların desteklendiğinin itirafı olması, neresinden bakılırsa bakılsın ironik bir durum teşkil ediyordu; çünkü Katar’a yönelik asıl suçlama zaten IŞİD’e değil diğer cihatçı gruplara verilen destekle ilgiliydi.

Ertesi gün, yani 14 Haziran’da CHP Milletvekili Enis Berberoğlu, Suriye’deki cihatçı gruplara giden MİT TIR’larının haber yapılmasıyla ilgili davada 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve temyiz süreci dahi beklenmeden cezaevine konuldu. Akşam saatlerinde CHP MYK olağanüstü toplandı ve sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu “Yarın saat 11.00’da Güvenpark’ta olacağım” açıklamasında bulundu, İstanbul’a doğru bir adalet yürüyüşü başlatma kararı almıştı.

Peki, tüm bu sıraladığım hadise ve gelişmeler, moda tabirle söylenecek olursa “büyük resmin” bir parçası ve yaklaşmakta olan bir şeylerin habercisi mi acaba? Bu soruyu sorup takdiri okuyucuya bırakarak yazıyı bitirelim. Nasıl olsa mesele üzerine daha çok şey konuşmaya, okumaya ve yazmaya devam edeceğiz.