Dokunulmazlıkların kaldırılması meselesinin sadece HDP’yle ilgili olmadığını söyleyenleri Enis Berberoğlu’nun tutuklanması doğrulamıştı, belediyelere kayyum atanması uygulamasında da netice aynı oldu, CHP’li Ataşehir Belediye Başkanı İçişleri Bakanlığı tarafından görevinden alındı.

Hayır, CHP yönetiminin olanca basiretsizliğine ve Türkiye’de hâlâ her şey normalmiş gibi normal yollardan muhalefet etmekteki ısrarına rağmen, “Oh olsun, hak ettiniz bu başınıza gelenleri” demeyeceğiz. Çünkü bu politik değil bilakis son derece apolitik bir tutum olur ve şu an ihtiyacımız olan son şey bu tür bir apolitizm; aksine siyasete, siyaset yapmaya ihtiyacımız var.

Belediye başkanlarının görevden alınması iki koldan ilerliyordu hatırlayacaksınız: Bir tarafta AKP’li belediye başkanları Saray’ın isteğiyle istifa ettiriliyor ve yerlerine Belediye Meclisi’nde çoğunluğu elde tutan AKP’liler, yine Saray’ın istediği kişiyi başkan seçiyorlardı. Ankara, İstanbul, Bursa, Balıkesir, hepsinde aynısı oldu. Öte yandan, HDP’li belediye başkanları ise İçişleri Bakanlığı tarafından görevlerinden alınıyor, yerlerine kayyum atanıyor, bir kısmı da tutuklanıyordu.

Şimdi buna CHP’li bir belediye de eklendi ve tablonun tamamlanmasına az kaldı. O tablo, bütün belediyelerin fiilen tek bir belediye olması, bütün belediyeleri tek bir belediye reisinin yönetmesidir. Çünkü fiili “reis devleti”ne, fiili parti-devleti rejimine yakışan bu olacaktır.

Ataşehir Belediye Başkanı’nın görevden alınmasına dair akla gelen ilk şey, bunun Man Adası belgelerine verilen bir karşılık olduğu yönündeydi ve bu doğruydu. Hem Sarraf davası hem de Man belgeleri yüzünden yolsuzluk üzerinden hayli ağır yara alan iktidar, “Asıl yolsuzluk yapan ana muhalefettir” demek adına böylesi bir hamleye girişmişti.

Bu doğru evet ama yeterli değil, söz konusu görevden almayı başka bağlamlara da yerleştirmek gerekiyor. Birincisi, belediye başkanlarının görevden alınması, imar rantları başta olmak üzere belediye rantlarının doğrudan kontrol altına alınması anlamını taşıyor. Ekonomik kriz derinleşip pasta daraldıkça aracılar devreden çıkarılıyor, ranta tek başına el koymak ve bunu tek bir merkezden dağıtmak rejim açısından kaçınılmaz hale geliyor.

İkincisi, burada CHP’ye doğrudan verilen bir mesaj var. Man adası ya da Sarraf’a dair MİT belgesi örneklerinde görüldüğü türden bir muhalefeti devam ettirmesi durumunda neler yaşanacağı bu görevden almayla gösteriliyor ve Kılıçdaroğlu’na yönelik davaları da hatırlayacak olursak, meselenin uzanacağı yere işaret ediliyor. Yani çok açık bir şekilde tehdit ve şantaj siyaseti işletiliyor, geri adım atılması isteniliyor.

Üçüncüsü ise Saray’ın kafasındaki rejim hayaliyle ilgili. Belediye başkanlarının seçilmediği, doğrudan Saray’dan atandığı ve şirketleşmiş belediyelerin bir tür il CEO’su gibi Ankara’daki patrona çalıştıkları bir rejim arzu ediliyor. Bunun ekonomik boyutu yukarıda anlattığımız üzere başta imar rantı olmak üzere bütün rantı tek elde toplamak ise, siyasi boyutu da yerel yönetimler de dâhil tüm yönetim aygıtını tek bir elde toplamak, Saray’da merkezileştirmek.

Tam da bu söylediklerimiz iktidar açısından meselenin yolsuzluklarla mücadele falan olmadığını gösteriyor. O halde diyebiliriz ki, meseleye buradan yaklaşıp, sanki ortada eşit özneler ve benzer durumlar varmış gibi “Kimin yolsuzluğu varsa üzerine gidilsin” tarzı bir yaklaşımın hiçbir karşılığı ve sonucu olmayacaktır. Çünkü iktidar “Bakın sizde de yolsuzluk var, hepsiyle mücadele edelim” dememektedir, “Asıl yolsuzluk yapan sizsiniz” demektedir. Dolayısıyla burada söylenecek ilk şey, bizzat ekonomi-politiğini bunun üzerine inşa etmiş bir rejimin yolsuzluktan söz etme ve yolsuzluk operasyonu yapma ehliyetinin olmadığını net bir şekilde dile getirmektir.

Üstelik meselenin esas boyutunda yolsuzluk değil, devletin ve ülkenin nasıl yönetileceği vardır ki, bu da az önce ortaya koyduğumuz gibi belediye başkanlıklarının Saray memurluğuna dönüştürülmesi arzusuyla ilgilidir. Dolayısıyla bunun mutlaka ifşa edilmesi, üzerine gidilmesi, halka anlatılması gerekmektedir. Reis, bütün belediyelerin reisi olmayı istemekte, Rabia’ya bir parmak daha eklenmektedir: Tek belediye!

Dolayısıyla, CHP yönetimi, ülkede olağanüstü koşullar olduğu tespitini yapıp buradan hareketle olağanüstü muhalefet etme yöntemleri geliştirmezse ve daha somut olarak söyleyelim, Ataşehir Belediyesi’ni direnmeden teslim ederse, sıranın hem CHP’li diğer belediyelere, hem de vekillere ve Kılıçdaroğlu’na gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü 2019’a doğru gidilirken dışarıda ve içeride son derece sıkışan rejimin giderek daha da saldırganlaşması kaçınılmaz görünmektedir.