Radikal İslamcı vandalizm sınır tanımadan vahşet kusmaya devam ediyor. Fransa, Belçika, Türkiye, Suriye, Irak, Pakistan. Listeyi uzatmak mümkün. Son bir hafta içerisinde Brüksel’de metro ve havalimanındaki sivilleri, İstanbul’da turistleri, Bağdat’ta futbol oynayan gençleri, Lahor’da lunaparktaki çocukları öldürdüler. Saldırılar son bulacak gibi değil. Gıdasını kandan alan İslamcı köktendinciliğin bir sonraki hedefinin neresi olacağı malum. Artık yeni tür bir barbarlıkla karşı karşıyayız. Bunun öncelikle tespit edilmesinde fayda var.

IŞİD, El Nusra, El Kaide, Eş Şebap, Ebu Süfyan gibi yapılar İslamcı köktendinciliğin görünürdeki en uç uzantıları. Her biri birbirinden tehlikeli. Şiddet ve katliamda adeta birbirileriyle yarışıyorlar. Bu organizmalar sadece bulundukları coğrafyaları değil, mobil militanlarıyla bütün bir yerküreyi tehdit ediyorlar. Bugün artık her bir Batılı başkent sıradan bir Ortadoğu kenti kadar güvensiz, savunmasız. Bu şiddet sarmalının nerede nasıl sonlanacağına dair bir işaret yok. Radikal İslamcı şiddetin nasıl bertaraf edileceğine dair Batı kamuoyunda ciddi tartışmalar sürdürülüyor. Örneğin Alman Die Welt gazetesine göre IŞİD ile tıpkı 1945’te Nazilere karşı verilen mücadelenin bir benzeri verilmeli. Yeni bir Normandiya çıkarmasından bahseden de var. Askeri bir çözümü dillendirenlerin sesi daha gür çıksa da, köktendinciliğin sadece bu yolla yok edilemeyeceğine inananların sayısı hiç de az değil.

İslamcı köktendinciliğin beslediği şiddet biter mi? Bu soruya yanıt vermek güç değil. Evet, biter. IŞİD özelinde ele alırsak askeri alanda kısa vadede bir zafer elde edileceği muhakkak. Bütün göstergeler IŞİD vandalizminin tıpkı Nazi faşizminde olduğu gibi uluslararası bir koalisyon öncülüğünde yenilgiye uğratılacağına işaret ediyor. Onlarca ülke Irak-Suriye topraklarında havadan örgüte bomba yağdırıyor; ABD’si, Rusyası, Fransası, Hollandası, Danimarkası, İngilteresi, Ürdünü, BAE’si… Son olarak Suudi Arabistan da eklendi bu koalisyona. İran, Lübnan Hizbullahı, Kürtler ve Suriye devleti ise karadan vuruyor. Suriye-Irak topraklarında Avusturya büyüklüğünde bir alanı işgal eden IŞİD bir yıl öncesine kıyasla hem popülaritesini kaybetti hem de daha önemlisi kontrol altında tuttuğu toprakların yüzde 20’sinden fazlasını.

Esas mesele şu ki, IŞİD’e ve türevlerine karşı askeri bir zafer elde edilse de IŞİD bitmeyecek. Üzerinde düşünülmesi gereken temel sorun da bu. Radikal İslamcı örgütler tarihin tozlu raflarına süpürülse de onları var eden zihniyet olduğu gibi devam edecek. Bu yapıları var eden Vahhabi-Selefi anlayışı yeni formlarda yeni şekilleriyle kendisine yeni kozalar bulmayı sürdürecek. Ve bu da radikal İslamcı karanlığın yeni coğrafyalarda yeni pozisyonlarda bir kez daha hayat bulması demek. Toplumların zihinlerini zehirleyen bu fikriyatı sanıldığı üzere askeri araçlarla, cephe savaşıyla yok etmek mümkün değil.

Peki ne yapmalı? Öncelikle IŞİD ile mücadele için rasyonel bir projeye ihtiyaç var. O da sekülarizmdir! IŞİD’in beslendiği damarı kesmek, İslamcı köktendinciliği yok etmek için en etkili silah aydınlanmadır. İslamcı gericiliğin karşısına ancak sekülarizm gibi bir projeyle çıkılırsa başarılı olma ihtimali var. Çünkü IŞİD sadece askeri bir sorun değil. IŞİD aynı zamanda da bir zihniyet sorunu. Bu zihniyeti savaş uçakları, tanklar ve bombalarla yok etmek mümkün değil. On binlerce cihatçıyı öldürseniz, bir kısmını teslim alsanız dahi geride kalanlar olacaktır. O cihatçılar, ki sayıları oldukça fazla, geldikleri ülkelere en çok da Türkiye’ye dönecektir. Bir kısmı Avrupa’ya. Öyle ya da böyle. Bunların hepsinin birer canlı bomba olma ihtimali oldukça yüksek.

Bugün cihatçıların göz kırpmadan kan döktüğü topraklar hep böyle radikal İslamcı köktendinciliğin esiri değildi. Şiddet ve kaos var olsa da sivilleri, çocukları, kadınları hedef alan bu tarz bir kör şiddet yoktu. Irak da, Suriye de, Pakistan da, Afganistan da, İran da, Yemen de, Filistin de bir zamanlar Türkiye’dekinden de güçlü bir sol damar vardı. Soğuk savaş ikliminde ABD emperyalizminin maharetiyle önce bu sol damar yok edildi, bütün bu ülkelerde sola karşı İslamcılar desteklendi, palazlandırıldı. Seküler güçler ezildi. Sola karşı önce “Yeşil Kuşak” ardından da “Ilımlı İslam” adı altında gericilik kullanıldı. Solun yok edilmesiyle bu topraklar gericiliğin filizlendiği çorak topraklara dönüştü. Bugün yaşananlar geçmişte ekilen o tohumların yansımasıdır.

IŞİD ve dolayısıyla İslamcı gericilik artık sadece Ortadoğu’nun değil, modern dünyanın bir sorunu. İlk önce gericiliği besleyen bataklığı kurutmalı. IŞİD ve benzeri zihniyete karşı zafer elde etmenin en geçerli ve kalıcı yöntemi bu gericiliğe karşı sol/seküler/aydınlanmacı yapılara sarılmaktır. O ülkelerdeki ilerici, solcu, seküler güçlere yaslanmak, onları desteklemek en öncelikli yol olmalı. “Yeşil Kuşak”a, “ılımlı İslam”a karşı “kızıl kuşak.” Vahabi vandalizmini alt etmenin, bu gerici kuşatmayı kırmanın en etkili yolu bu. Askeri zaferler ancak geçici bir başarı sağlar. Mesele o gericiliği insanların zihinlerinden uzaklaştırmak gerek. Özetle gericiliğin panzehri soldur, aydınlanmadır. Bu panzehri Ortadoğu halklarına içirmekten başka çıkar yol yok.