Radyasyonu emmek

Çarşıda pazarda çok rastlıyorum: Radyasyondan koruyan bitki, radyasyonu emen kristal, radyasyon engelleyici kumaş, ve daha görmediğim kim bilir neler. Hepsinin özelliği aynıymış; bilgisayarınızın yanına, yatağınızın başucuna koyarsanız sizi “zararlı etkilerden korur”larmış.

Mesleki jargonun meslek dışındakilerce özensiz kullanılması yaygın bir rahatsızlık, ama “radyasyon” kelimesi durumunda bu özensizlik gereksiz paniğe ve hatta dolandırılmaya bile yol açabiliyor. O zaman şu “radyasyon” üzerinde biraz duralım.

Fizikte “radyasyon” genel olarak “elektromanyetik ışıma” anlamına gelir. Evrenin en temel olgularından biridir. Işıma, beraberce dalgalanarak ilerleyen elektrik ve manyetik alanlardan oluşur. Bir anlamda su dalgalarına benzerler, çünkü dalganın yükselip alçalma yönüyle ilerleme yönü birbirine diktir. Bir anlamda da benzemezler, çünkü önceden sabit duran bir nesnenin dalgalanması değildirler; boşlukta da varolurlar. Görünür ışık bir elektromanyetik radyasyon çeşididir.

Özünde bütün elektromanyetik dalgalar aynıdır, sadece dalga boyları farklıdır, yani iki tepe arasında ne kadar mesafe olduğu. Görebildiğimiz ışığın dalga boyu bir saç telinin kalınlığının yüzde biri kadarken, mikrodalgaların boyu santimetreler ölçeğinde; radyo dalgalarının boyu ise yüzlerce, hatta binlerce metredir. Görünür ışıktan daha kısa boylu elektromanyetik dalgalar da var elbette: Mor ötesi, X, gamma ışınları gibi.

Kuantum fiziği, elektromanyetik ışımayı sadece dalga olarak değil, parçacık akışı olarak da görebileceğimizi söyler. Buna göre belli bir dalga boyundaki ışıma, belli bir enerjiye sahip “foton” denilen parçacıklardan oluşur. Dalga boyu ne kadar küçükse, enerji de o kadar yüksektir. En düşük enerji radyo ışıması fotonlarındadır. Mikrodalga, kızılaltı, görünür ışık daha yüksek enerjilidir.

Günlük dilde “radyasyon” kelimesinin korkutmasının sebebi yüksek enerjili mor ötesi, X ve gamma ışımalarıdır. Bu tür ışımaların DNA’daki molekül bağlarını kırma riski var. Bu kırılmaları vücut bir ölçüde tamir edebiliyor olsa da, fazla olmaları kanser riskini artırır. Bu yüzden güneşte fazla kalmamak, gerekmedikçe röntgen çektirmemek, radyoaktif maddeleri sıkıca denetlemek gerek.

Peki telefonumuz, bilgisayarımız, TV’miz radyasyon yayıyor mu? Genel tanıma bakarsak, tabii ki. Mesela ekranlarımız görünür ışık halinde yayıyor. Telefonumuz radyo dalgalarıyla iletişim kuruyor. Ama sadece bunlar değil, keza çakmağınızın alevi, önünüzdeki sıcak çay ve karşınızda oturan arkadaşınızın vücudu da radyasyon yayıyor. Evrenin boşluğu bile “kozmik arka plan ışıması” denen bir radyasyonla dolu. Işıma olmaması için maddenin mutlak sıfır sıcaklıkta, tamamen hareketsiz olması gerek. Bu türden düşük enerjili ışımaların herhangi bir sağlık tehlikesi oluşturduğuna dair hiç bir delil yok.

Peki kristaller, bitkiler, kaktüsler filan radyasyonu emiyor mu? En genel anlamda bakarsak, her şey üzerine düşen ışımayı (yapısına bağlı olarak) emer. Bir bardak suyu güneşe bıraktığınızda ışığı emerek ısınır mesela. Ama kastedilen çevredeki radyasyonu size gelmeden yolundan döndürüp kendine çekmesi ve emmesiyse, böyle bir şey kara delikler dışında fiziken mümkün değil.

Yine de farzedelim ki böyle bir emme mümkün. O zaman radyo dalgalarını da emeceği için telefonunuzun ve Wi-Fi’ınızın çalışmaması, ışığı emeceği için çevrenin zifiri karanlığa bürünmesi gerekirdi. Dahası, emilen bunca enerji yok olmayacağından, gitgide ısınan zavallı kaktüsümüz veya kristalimiz bir süre sonra akkor haline gelmek zorunda kalırdı. Termodinamik dengede, emdiği onca enerjiyi küçük bir hacimde aynı miktarda dışarı vermesi gerekeceğinden, yakınındaki nesnelere epeyce zarar verirdi.

Dolayısıyla, biri size “radyasyonu emen” bir şey satmaya çalıştığında, “Peki nasıl hâlâ hayattasın?” diyerek yürüyüp gidebilirsiniz.