Bir panel sayesinde eski bir radyo cazcısı olduğumu fark ettim. Tabii ustalarım, özellikle de duayenim Hülya Tunçağ’nın, caz ve sinemada danışmanım Ali Sönmez’in ve eski caz radyocularının yanında süre olarak lafı bile olmayabilir ama, Açık Radyo’da caz radyoculuğuna başlayalı çeyrek yüzyılı geçmiş. Her şeye olduğu gibi geç başlamış ama azim göstermişim. Ara da vermedim. Açık Radyo’dan NTV Radyo’ya geçtim. Bugüne kadar gelmişiz işte. “Caz ve Ötesi”ne NTV’de devam ediyorum. Bir başka caz radyosuyla, Cazkolik’le de sadece yazmak şeklinde bir ilişkim var.

Her şey Açık Radyo’da çalışmayı kabul etmemle başladı. Her zaman olduğu gibi bir süre “Ben ne anlarım?” diye mızıldandım ama Ömer Madra’yla başa çıkamadım. Ömer aslında beni Açık Gazete için istiyordu. Akşamüstleri iki kişi kültür-sanat ve spor toparlaması yapıyor, duyurduğumuz konserlere de bir türlü yetişemiyorduk. Program eşlerim içinde en heyecan yaratanı, Ahmet Özgür’dü.

Ama bu arada nasıl olduysa ben kendimi caz programı yaparken buldum. Gene bir miktar mızıldandım. Aslında doğru dürüst caz CD’im de yoktu, dolayısıyla hayatımda caz CD’lerine para yetiştirmeye çalışma dönemim de başladı. Ama şikayetçi değilim. Bizi çok mutlu eden programlar yaptık. Sonra oradan Radikal’e, Radikal’den de NTV’ye gittim. NTV Radyo’daki halen devam eden (televizyon programı yapmayı hiç sevmemişimdir) programlara “Caz ve Ötesi” ile başladım. “Cinayet Masası” ondan sonradır ki, o bile yirmi yılı buldu. Hakan Atala ve artık ne yazık ki kapanmış olan Lale Plak da hayatıma böylece girdi. Radyo’da festivaller münasebetiyle, bir de yılbaşında birlikte program yaptığımız diğer caz programcımız ve doktorum Hakan R. Tüfekçi de öyle.

Uzunca süren bir “kuşak” dönemimiz de oldu. Neden olduğunu hatırlamıyorum ama gece saatleri için üçer saatlik kuşaklar hazırlamaya başladık. Hatta bir ara altı saatlik kuşaklar bile yaptık. Hazırlaması cidden vakit alıyordu, çok da CD gerektiriyordu. Cazcılardan kuşaklar yaptık, enstrümanlara göre kuşak yaptık ki bence içlerinde en başarılısı şimdi A.B.D.’de olan caz piyanisti Burak Bedikyan’ın bir buçuk yıl boyunca “bilâ-bedel” hazırladığı, birlikte sunduğumuz “Piyano Kuşağı”dır. Her şeyiyle mükemmel bir programdı, Burak’a selamlar, sevgiler!

Bu çeyrek yüzyıl boyunca her iki radyoda da çok seçkin cazcıları konuk ettik, arkadaşlarımızla böylece mikrofon başında da bir araya geldik. Yabancı konuklarımız da oldu. Çok heyecan vericiydi, paylaşması keyifliydi. Bugün de öyle! Caz ile radyonun birbirlerine çok yakıştığını düşünüyorum. Gerçi bazı caz ve rock konseri DVD’lerini de severim ama, loş ışıkta, sessiz sakin bir odada radyodan yükselen caz sesi gibisi de yoktur.

Hani insan bazen geriye bakar da “keşke” der ya. Onun yerine bunu yapsaydım, şunu keşke yapmasaydım. Doğrusu caz konusunda benim hiç böyle pişmanlıklarım olmadı. İyi ki mızmızlanmayı bırakıp caz programı yapmaya karar vermişim. (Fakat ne cesaret!) İyi ki maymun iştahlılık etmeyip çeyrek yüzyıl bu işe devam etmişim. Sinema yazarlığına da, bu sefer Enis Batur’un kurbanı olarak, benzer şekilde başlamıştım. Eh, ona da pişman değilim.

Nerden nereye? İnsan hayatının bir parçası olmuş kimi uğraşlarının yılını hesaplamayı hiç aklına getirmeyebiliyor. Demek çeyrek yüzyıl, ha! Bu işe gençliğinde heves etmemiş biri için hiç de fena sayılmaz doğrusu!