Solla bir ilgisi kalmadığı halde eski solcuların bir kısmı neden hep solla uğraşır ve neden geçmişin ne kadar kötü olduğunu anlatıp durur? Bu soru Halil Berktay’ın 1 Mayıs Taksim Katliamı nedeniyle solcuları suçlamasıyla yine gündemde. Berktay’ın ve arkadaşlarının durumunu RAF’lıların bir bildirisi çok güzel açıklıyor 

Halil Berktay ve arkadaşlarına sonra geleceğiz. Önce bir son gelişme haberi: Bir buçuk yıldan fazla bir zamandır tekrar görülmekte olan Federal Başsavcı Siegfried Buback’ın öldürülmesiyle ilgili davada yargılanan eski Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF-Rote Armee Fraktion)  üyesi Verena Becker, ‘konuşacağını’ açıkladı. Almanya’nın Stuttgart kentinde 3 Mayıs günü görülen son duruşmada Becker’in avukatları Walter Venedey ve Hans Wolfgang Euler, müvekkilinin 14 Mayıs’taki gelecek duruşmada 15-20 dakika ‘konuşmak istediğini’ bildirdi.

Avukat Euler, Becker’in “bazı şeyleri böyle bırakmak istemediğini” söyledi. Mahkeme başkanının “Müvekkiliniz ne anlatacak?” sorusuna ise Euler şöyle cevap verdi: “Sorularınıza ‘evet’ ya da ‘hayır’ diye cevap verecek” Becker konuşursa ya da soruları “evet” veya “hayır” diye yanıtlarsa bile, 14 Mayıs’taki duruşma RAF tarihi açısından bir ilk olacak.

Verena Becker, 7 Nisan 1977 tarihinde öldürülen Siegfried Buback ile ilgili davanın yeniden görülmeye başlaması nedeniyle tekrar yargılanıyordu. Becker, tıpkı davanın 35 yıl önceki bütün sanıkları gibi, bu zamana kadar olan yargılamada “evet” ve “hayır” da dahil olmak üzere ifade vermeyi reddetmişti. Siyasal tutum olarak ‘devletle konuşmayan’ RAF’lılar, mahkemelerde yargılandıkları eylemlerle ilgili ifade vermiyor.

2010 Aralık ayından beri süren Verena Becker davası, Almanya’da olduğu kadar Avrupa’nın diğer ülkelerinde de yakından takip edilen ilginç bir dava. Verena Becker’in ‘konuşacağını’ açıklaması basının büyük ilgisini çekti ve herkes 14 Mayıs’ı bekliyor.

TEKNOLOJİK BULGULAR IŞIĞINDA YENİ KANITLAR
Bu davadan yargılananların hepsi cezalarını çekip çıksalar da, Verena Becker, hâlâ ‘eyleme katılanlardan biri olmak’la suçlanıyor. ‘Eylemde silahı sıkanlardan biri olup olmadığı’ açıklığa kavuşturulamayan Becker ise, iddiaların tümünü “konuşmayacağım” diye cevaplıyor. 

Peki, davanın kapanmasının üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen, savcılık davayı yeniden açıp, Becker’i tekrar yargılamayı nasıl temellendiriyor? Savcılığa göre, RAF’ın o dönem basına gönderdiği ‘eylemi üstlenme’ bildirisi ve diğer iki metinde son teknolojik gelişmeler ışığında yapılan incelemelerde Becker’in DNA izine rastlandı.

Savcılık, Siegfried Buback’ın öldürülmesinin 1976’da ‘sosyalist’ Güney Yemen’de planlandığını iddia ediyor. Çünkü birçok önderi hapiste olan RAF’ın ancak Güney Yemen’deki grubu RAF’ı temsil etme hakkına sahipti ve o grubun içinde Verena Becker de vardı. Savcılık, Becker’in eylemi planlayan grupta olduğunu kesin dille iddia etse de, eylemde Becker’in bulunup bulunmadığı konusunda sözü, “motosikletten ateş eden bir kadının da eylemde olduğunu söyleyen” görgü tanığına bırakıyor.

Becker bu davadan daha önce yargılandı ve 1980’de Buback davası yargılaması ‘delil yetersizliğinden’ düşünce, ceza almaktan kurtuldu. Ancak diğer eylemlerden ve örgüt üyeliğinden 6 kez ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı. Becker, 12 yıl hapis yattıktan sonra 1989’da serbest kaldı. Becker’in avukatı bu davanın da beraatla sonuçlanmasını bekliyor. Becker, davada geçen aralık ayına kadar bir yıl tutuklu yargılandı. Öldürülen Buback’ın oğlu Michael Buback, davaya müdahil ve davanın tekrar açılmasında çabası büyük.

Prof. Dr. Michael Buback 1977’de babasını vuranlardan birinin Verena Becker olduğunu ve devletin bunu açık etmek istemediğini belirtiyor. Buback, Becker’in ‘devlet eliyle korunduğunu’ iddia ediyor.

Buback’a göre Becker, başından beri gizli servise çalışıyordu. Savcılık ise, Becker’in o zaman Suzuki motordan baba Buback’a ateş edenlerden biri olarak değil de, eylemi planlayanlardan ve organize edenlerden biri olarak yargılamak istiyor. Başsavcı Silke Ritzert ve Federal Savcı Walter Hemberger, Buback’ın bitmez tükenmez komplo teorileriyle hukuku engellediğine inanıyor. Oğul Buback’a göre, mahkeme salonunda sadece basit bir terörist oturmuyor, 35 yıldır ülkenin en önemli savcısının katilini bulamayan Alman hukuku da oturuyor. Becker’in konuşmasında bu konularda bir şey deyip demeyeceği de merakla bekleniyor. Dava 25 Mayıs’ta karara bağlanacak.

EFSANE NE OLACAK?
Becker, 14 Mayıs’ta konuşursa uzun yıllardır süren ‘ifade vermeme’ biçimindeki RAF efsanesi de en azından bir hayli yaralanmış olacak. Almanya’nın Halil Berktaylarının beklentisi bu yönde olsa da Becker’in mahkemeyi şaşırtacağını bekleyenler de hiç de az değil. Çünkü bir buçuk yıldır süren davada başta Becker olmak üzere konuşan olmadı. Hatta aralarında Brigitte Mohnhaupt gibi suskunluğu ile efsane olmuş RAF’lı 10 kişinin tanık olarak mahkemeye gelmesi ise mahkemeyi çağırdıklarına pişman etti. Çünkü ifade için gelen her eski RAF’lı hâkimleri adeta deli etti.

Hasbelkader bir dönem sola bulaşmış bazı kişilerin ömür boyu sol ya da sol geçmiş düşmanlığı yapmasına alışkın olduğumuz için bu tutum bizim anlayacağımız bir şey değil elbette. Ama Almanya’ya bakarak Halil Berktay ve arkadaşlarının tavırlarının özgün olmadığını da anlayabiliriz.

Tanık olarak ifade veren yaşları 55 ila 66 arasında değişen RAF’lıların kurdukları en uzun cümle, “Burası bu meseleleri konuşmak için uygun bir yer değil” ya da “Ben prensip olarak devletle konuşmuyorum” biçimindeydi. Yıllardır basına da konuşmayan, en kısası 15 yıl hapis yatmış, RAF’ın 1970’li yıllarındaki en aktif olduğu ikinci kuşağına mensup bu kişilerin ifade ve tavırları, RAF’lıların yıllar sonra siyasal olarak aktif değilken bile, siyasal tutumunu hiç değiştirmediğini gösterdi.

İfadeye gelen eski RAF’çı 10 kişinin hepsi de kamuoyunda bilinen isimlerdi. Buback’ın öldürülmesi olayında yer almaktan ömür boyu hapis cezası alan bazı isimlerin de aralarında bulunduğu Günter Sonnenberg, Stefan Wisniewski, Rolf Heißler, Adelheid Schulz, Knut Folkerts, Brigitte Mohnhaupt, Sieglinde Hofmann, Rolf Clemens Wagner, Irmgard Möller ve Siegfried Haag’ın ifadeleri medyanın büyük ilgisini çekti.
 
NUMARAYI TAKİP ET: 8179469
Basına ayrıntıları en çok yansıyan duruşma ise; 10 Mart 2011 tarihli, daha önce Buback’ı öldürmekten yargılanan ve ömür boyu hapis cezası alıp cezasını çeken Günter Sonnenberg, Stefan Wisniewski ve Rolf Heißler’ın ifade verdiği duruşma oldu. 57 yaşındaki Sonnenberg, mahkeme başkanının sorularına cevap verme yerine, 1977’de yakalanırken polisçe kafasına kurşun sıkıldığı ve bunun etkilerini ömür boyu taşıdığını, mahkeme tarafından 13 yıl ‘tecrit cezasına çarptırıldığını’ ve bu cezayı da ‘mahkeme başkanının meslektaşlarının verdiğini’ bağıra çağıra anlattı. Mahkeme Başkanı’nın basına yansıyan cevabı da az buz değildi: Bu 13 yılda hiçbir şey öğrenmemiş görünüyorsunuz!

Asıl şenlik Stefan Wisniewski duruşma salonuna girince gerçekleşti. Wisniewski, arkasında ‘Scigajcie ten slad 8179469’ yazan siyah bir kazakla salona girdi. Kazaktaki Lehçe yazının bir anlamı olduğu basına ve ziyaretçilere bu yazının tercümesi bazı kişiler tarafından dağıtılınca anlaşıldı: “Numarayı takip et!” Numaranın ne olduğu da bir satır aşağıda anlatıldı: Federal Başsavcı Siegfried Buback’ın Hitler’in partisi NSDAP’deki üyelik numarası…”

21 yıl aralıksız hapis yatan ve hiçbir konuda ifade vermeyen Wisniewski’nin, eski faşistlerin cezalandırılmasına kişisel geçmişi açısından da özel bir önem verdiği tartışılıyor. Wisniewski, faşistler tarafından Polonya’dan Almanya’ya çalışma kampına getirilen bir işçinin oğlu.

‘BURASI PODYUM DEĞİL’
24 yıl kesintisiz hapis yatan RAF’ın ikinci kuşağının lideri konumundaki Brigitte Mohnhaupt’un 24 Mart 2011 tarihindeki ifadesi de basında oldukça geniş yer buldu. Mohnhaupt, mahkeme başkanının bütün sorularına topluca cevap vermeyi tercih etti: “55. maddeyi kullanıyorum…” (Bu madde, ceza yasasındaki kendine karşı ifade vermeme, susma hakkının maddesiydi) Başkan Hermann Wieland, tekrar ‘olayın açığa çıkması, vicdanların rahatlaması’ gibi nedenlerle Mohnhaupt’a soru sormaya ve bildiği her şeyi anlatmasını istemeye başlayınca, aldığı yanıt da kısa oldu: “Burasını podyum olarak görmüyorum…” Hâkim tekrar konuşmaya başlayınca Mohnhaupt’un son sözleri şöyle oldu: “Burası sohbet için uygun bir yer değil…”

Mohnhaupt’u efsane yapan özelliklerinden biri de, yaşadıkları ya da yaptıklarıyla ilgili olarak basına da hiç konuşmamasıydı. 1970’li yıllardaki bütün eylemleri ya organize etmek ya da doğrudan gerçekleşmesinde yer almaktan 15 kez ömür boyu hapis cezası alan Mohnhaupt, 25 Mart 2007’de serbest kaldığında kendisini bekleyen gazetecilere sadece “Beni rahat bırakın” açıklamasında bulunmuştu. Bugün 63 yaşında olan Mohnhaupt, 1984’te bu davadan da ‘eylemi planlamak, eyleme karar vermek’ gibi nedenlerle ömür boyu ceza almıştı.

Buback’ı öldürme olayına katılmadığı kanıtlandığı halde, ömür boyu hapis cezası almaktan kurtulamayan Knut Folkerts de tekrar bu davada ifade verdi. 18 yıl hapis yatan Folkerts, “Hiçbir ifade vermeyeceğim” demekle yetindi. İfadeye çağrılan bütün diğer tanıklar da benzer ifade verince, celseler, vicdana seslenme ve “hiçbir şey söylemeyeceğim” muhabbeti içinde geçti.

Birden bire çözülmek zorundayız
RAF’lılar neden eylemlerin sorumluluklarını kişisel olarak almıyor ve neden eylemler hakkında konuşmuyor? Verena Becker’in tekrar yargılandığı bu sıralar, bu soru Alman basının da gündeminde. Büyük basın olayı magazinleştirerek, eski RAF’lılar arasında İtalyan mafyasının kullandığı ‘Omerta’ gibi ‘mezara kadar susma’ kuralı bulunduğu şeklinde efsaneler anlatıyor.

Oysa RAF’lıların bütün bu sorulara cevap verecek, Mayıs 2010’da kaleme alınan yaklaşık 3 sayfalık bir bildirileri var. İşte bu bildiri Halil Berktay ve arkadaşlarının solu geçmişiyle suçlamasının nedenini de, hükümetin bu kesimlere verdiği desteği de çok iyi açıklıyor. BirGün’de daha önce bir kısmı yayınlanan, başlığı, “Farklı zamanlarda RAF’ta bulunan bazı kişilerden, mevcut duruma ilişkin bazı açıklamalar” diye çevrilebilecek bu bildirinin ‘özet çevirisinden bazı bölümler’ şöyle:

“Üç yıldan daha uzun bir süredir devlet güvenlik güçleri ve medya, 30 yıl önce Siegfried Buback ve Hanns Martin Schleyer’a kurşunu kişisel olarak kimin sıktığı konusunda spekülasyon yapıyor. (…) İlk bakışta, kişisel suçlamada bulunmak, yani kimin, tam olarak ne yaptığını öğrenmek amacıyla olaylarla ilgisi olanları baskı altına almak ve konuşturmak hedeflendiği görülüyor. Oysa bundan 30 yıl önce, devlet ve herkes için kimin, neden ceza aldığının hiçbir önemi yoktu. Önemli olan RAF’lıların topluca kilit ve sürgü altında kaybolmalarıydı. Şimdi RAF eylemlerinin sorumluluğunu topluca üstlenmemiz artık yetmiyor. Nihayet, birden bire çözülmek zorundayız.” (…)

DEVLET HÂLÂ ACI ÇEKİYOR
”Silahlı mücadele tarihiyle ilgili tartışma, cinayet ve şiddet düzlemine indirgenmeye çalışılıyor, bütün olup biten budur… Bazıları bizi, ‘eylemlerini şahsileştirerek RAF’ı siyasal düzlemin dışına çıkarmak’ gibi tek bir amacı olan bir tartışmaya çekmek istiyor. (…) Bizden ‘tarihsel hesaplaşma olmayan’ bir ‘tarihsel hesaplaşma’ isteniyor: Hiç kimsenin savunamadığı ve koşulları tartışmaya açık olmayan bir son. Gerçek deneyimleri karartan, öğrenme süreçlerini engelleyen, farklı mücadeleleri birbirinden ayırmaya yönelik bu büyük girişim bir kez daha deneniyor. Kendi kendini suçlama ve herkesi ihbar etmekten başka hiçbir şeyin kalmadığı bir hikâye, iyi bir son nokta olurdu. (…)   
 
RAF 1998’de, ‘değişen genel siyasi durum’ değerlendirmesine uygun olarak kendi kendini feshetti. Bu olayın devletin zaferiyle değil, örgütün kendi kararıyla gerçekleşmesi devlet açısından hâlâ bir acıdır. ‘Efsaneyi’ yıkmaya yönelik sonsuz gevezelik bundan. RAF’tan siyasi ve etik ‘aman dileme’ istenmesi bundan. (…) İkiyüzlü teklifleriyle, tarihimizi bir suç örgütü sonucuna bağlama denemeleri bundan. Bir yandan illegallerin aranması süreci devam ederken, diğer yandan medyanın kışkırtmaları ve eski tutuklulara yönelik yargılamalar aracılığı ile bizden kamuoyu önünde secdeye gidip af dilememiz istenmektedir. Bütün bu yıllar ‘vazgeçmeden’ geçtiği için şimdi bizler karşılıklı olarak birbirimizi ispiyonlamalıyız. Kurtarabilen, kendini kurtarsın!”

İFADE VERMEMEK RAF’IN BULUŞU DEĞİL
”Bizden hiç kimse ifade vermemişse, bu RAF’ta özel bir düzenleme olduğu için değil, bu siyasi bilince sahip her insanın kendiliğinden böyle davranması gerektiği için böyle. Bizim olmayı seçtiğimiz tarafın haysiyet ve kimliği ile ilgili bir mesele bu.     

İfade vermemek RAF’ın buluşu değil. Mücadeleye devam edenlere zarar vermemek için yakalanınca hiçbir şey söylememenin hayati önemde olduğu gerilla grupları ve kurtuluş hareketleri deneyimleri vardır. Faşizme karşı direniş örneği var. (…) RAF’ta bizim için, hiçbir biçimde ifade vermemek gerekli bir şarttı. Kendi içindeki hareketi, yapılanmayı ve ilişkileri koruyan, hapisteki tek başına insanı, illegal mücadele edenleri ve dışarıda mücadele eden grupları koruyan bundan başka da hiçbir şey yoktur. Yani biz genel olarak hiçbir zaman ifade vermiyoruz, çünkü biz devletin tanığı değiliz, geçmişte değildik, şimdi de değiliz.”
 
RESME YAKLAŞAMADILAR BİLE
”Yüksek donanımlı devlet aygıtı, yıllardır düzenlediği polis kuşatması ve seri operasyonlara rağmen, hareketimizle ilgili gerçek bilgi edinmek bir yana, bizi çağrıştıracak benzer bir resme bile yaklaşamadı. Baskı, tecrit, kışkırtma ve şantaj altında çözülen ve ‘tanık’ olarak kullanılanlar da, resmi tamamlamak için hiçbir katkıda bulunamadı. (…) Devlet yönteminden, organizasyonundan, izlediği yoldan, şehir gerillasının diyalektiğinden hiçbir şey anlamıyor. Ona sıçrama tahtası olarak hizmet etmenin hiçbir gereği yok.

RAF’ın eylemleri, kolektif tartışmalar ve kararlar sonucu, herkes aynı fikirde olunca,  gerçekleşti. Belli bir zamanda gruba dâhil olan ve ortak kararlarda etkisi olan herkes, elbette bunun sorumluluğunu taşımakla da yükümlüdür. Bunu çok sık anlattık ki, RAF’ın tarih olması bizim bu tutumumuzu değiştirmez.

Biz bir silahlı mücadele başlattığımız için hapsedildik ve yargılama sürecinde de en fazla politikamızın içerik ve amacını anlatmakla ilgilendik. Kendi pratiğini dünya çapında kapitalizmden kurtuluş mücadelesinin bir parçası olarak algılayan ve kendini de öyle tanımlayan bir metropol siyasi hareketiydik. Bununla ilgili de bir şey söylemek gerekirse, işte bu kadar!”

Ne dersiniz, Halil Berktay ve arkadaşları böyle bir metnin yanından geçebilirler mi? Ne dersiniz bu metin onların ruh halini ve görevlerini de çok iyi açıklamıyor mu? Bir şey daha var, RAF konusunda ‘terör çetesi’ tanımı yapan ve hakkında bir şey bilmedikleri için ikinci bir cümle kuramayan Nabi Yağcı ve Hasan Cemal gibilerin de en azından bu metni okumasında fayda var. “Bununla ilgili de bir şey söylemek gerekirse, işte bu kadar!”