Anadolu için en önemli sorunlardan bir tanesi yeterli envanter çalışması ve ortak data kültürünün oluşturulamaması. Bu nedenle son yıllarda en büyük keşifler arkeologlar tarafından değil defineciler ya da inşaatçılar tarafından yapılıyor

Rahata ermemiş geçmiş

Murat Nağış - Aktüel Arkeoloji Dergisi Yazı İşleri Müdürü

Arkeoloji tüm sosyal bilimler içinde belki de en fazla tahribata uğramış bilim dalıdır. Çünkü geçmiş gelecek için pasiftir ve geleceğin nesnesine dönüşmüştür. Gelecek kendi kurgusu için arkeolojik katmanlar arasında rahatlıkla geçiş yapabilir. Geçmişe rahatlıkla yalan da söyleyebilir: Kadeş Savaşında Hititleri yendiğini Karnak Tapınağının duvarında övünerek anlatan II. Ramses aslında “yenişememiştir” Mutavalli’yi, ama geleceğe yön vermeyi de ihmal etmemiştir. Hint-Avrupalıların doğuya göçler ile geldiği tezi, yeni kanıtlar ve bilimsel sonuçlar ile yavaş yavaş yıkılmaktadır… Arkeoloji artık geçmişin nesnesi olmaktan kurtulmuş geleceğin öznesi haline gelmiştir.

Arkeoloji, 18-19 yüzyıllarda henüz sistematize edilmemiş geçmiş algısının bir anda ortasına düştüğünde Batı arkeolojiyi tahrip etmek ile kalmadı, onu istediği gibi de biçimlendirdi. Binlerce yıldır toprağın altında bekleyen kalıntılar, büyük bir aymazlık ve sahip olduğu tüm bilgiden koparılarak sadece bir “müze” objesine dönüştürülerek yağmalandı. Uygarlık tarihini anlamak adına hiçbir zaman onarılamayacak anlaşılamayacak büyük yaralar açıldı. Bu tahrip sadece kalıntılardan ibaret değildi. En büyük tahribat; geçmişin “yaşanmışlıklar” ile değil “beklentiler” üzerinden kurgulanması ile oluştu. Çünkü Batı kendi geçmişini anlamaya ve kurmaya çalışırken, arkeolojiyi bir araç olarak kullandı. Yaklaşık 250 yılda oluşturulan “Batı merkezli tarih anlayışı” bugün geçmişe göre daha cesur davranan arkeoloji sayesinde yıkılmaya başlandı. Masa başında oluşturulan o tarihin değişmesi elbette kolay olmayacak…

Ama:

Biliyoruz ki, arkeoloji tarihin sağlamasıdır, sağlaması yapılmamış bir tarih ise sadece kurgudan ibarettir. Bu nedenle arkeoloji bilimsel determinizim ile daha fazla buluştukça ve keşif duygusunu yeniden kazandıkça masa başında kurulan tüm o tarih de değişmeye açık olacaktır. Arkeoloji; bizi, kurmacadan beslenen geçmiş yerine, bilimsel ve gerçekçi, kanıtlara dayanan insanlığın uzun yürüyüşünü anlamamıza daha fazla yaklaştıracaktır. Bugün biliyoruz ki arkeoloji için hala çok fazla karanlık nokta var ve bunları aydınlığa çıkarmanın yegâne yolu da Anadolu coğrafyasını korumak, daha fazla kalıntıyı bilgiye dönüştürerek sistematize bilgi bankaları oluşturmaktan geçiyor. Anadolu için en önemli sorunlardan bir tanesi yeteri envanter çalışması ve ortak data kültürünün oluşturulamaması, bu nedenle son yıllarda en büyük keşifler arkeologların değil definecilerin ya da inşaat kazılarının tesadüfen ulaştıklarının üzerinden gerçekleşiyor.

Geçmiş ile ilgili bildiklerimiz henüz bilmediklerimizin oldukça küçük bir kısmını oluşturuyor. Henüz bilmediğimiz çok fazla katman var; gerçekten Hititler kim? Hattiler kim? Kim göç etti? 2. bin yılda ne oldu? Asurlular Anadolu’yu nasıl değiştirdi? Kavimler göçü gerçekten oldu mu? Troya nasıl yıkıldı? Ahhiyawa neresi? Ve en önemlisi “Luviler”! Kim bu Luviler, neden her yerde karşımıza çıkmalarına rağmen yoklar? Nerede 600 yıl Anadolu’ya hükmetmiş Hitit İmparatorluğunun izleri? Sonrasında birinci bin yıl ve hala paylaşılamayan bir Batı Uygarlığının temelleri sorunu var ki, bunun üzerinden kıta Yunanistan ile Anadolu’nun batısı arsında bilimsel büyük çatışmalar sürüyor.

Hala cevaplanmaya ihtiyaç duyduğumuz sorulardan biri de; neden tüm antik filozoflar, edebiyatçılar Anadolu coğrafyasında doğmalarına ve yaşamalarına rağmen buralı sayılmaz da Batı medeniyetinin temellerini atmak için karşı kıyıda gösterilir. Homeros’u Karatepe’den; Zeus’u, Fırtına tanrısı Tesup’tan nasıl uzak tutarız?...

İsimler değişse de mitosların özü değişmemiştir ki, bizi hep aslına götürür. Efes Apasa, Milet Milawanda değil midir? Fırat ile Dicle ne ise Kaistros (Gediz nehri) ile Maiandros(Menderes nehri), Yeşilırmak ile Kızılırmak o değil midir? Fırat ile Dicle Neolitiği, Yeşilırmak ile Kızılırmak Tunç çağını, Gediz ile Menderes nehirleri Demir çağını filizlendirmemişler midir? Anadolu’da nehirler uygarlık yaratıcıları değil midir?

Bugün arkeoloji eski arkeoloji değildir artık, daha sert daha keskindir daha yaratıcıdır. Masa başlarında inşa edilen geçmiş her an yeni bir keşif ile yıkılmaya hazırdır. Tıpkı neolitik Yenikapı gibi.. İstanbul’un, 2800 yıl önce kolonizasyon ile ilk tarihini kurmaya çalışanlara inat balçığın içinden çıkıp yıkmıştır bu fikri. Geçmiş bir anda değişmiştir. Sırtında tohumu ile ayak izlerini geride bırakmış neolitik İstanbulluların kalıntıları, tüm o kurmaca hikayeleri bir kenara itmiştir. Arkeoloji artık devrimcidir. Tarihin kurduğu tüm statükocu anlayışı her gün yeni bir keşif ile yıkılmaya hazırdır. Anadolu’da yok diye ısrar edilen neolitik sınırı Mellaart’ın Çatalhöyük keşfi ile yıkılmıştır. Klaus, efsanevi keşif Göbeklitepe ile sınırsız bırakmıştır geçmişi. Artık geçmişin bir sınırı yoktur. Göbeklitepe yeni bir manifesto olarak düşmüştür insanlığın önüne, ufkumuz ile beraber gözümüz de açılmış, ilk kez geçmişi kendimize bu kadar yakın hissedebilmişizdir.

Arkeoloji keşiflerle doludur ve her keşif önümüze bir duvar olarak koyulan geçmiş algısını değiştirmeye gebedir. Bugün Anadolu arkeolojisinin sadece kazı yapan bilim olarak görmemek gerekir. Arkeoloji kazı yapmaktan daha çok geçmişin izlerini adım adım, karış karış Anadolu’yu tarayarak keşfetmekten geçmelidir. Çünkü Anadolu hala keşfedilmeye açıktır, bugün bilinen ve kazısı yapılan arkeolojik alanlar, binlerce yıllık uygarlık tarihinin yüzde biri bile değildir. Keşfedilmeyi bekleyen antik kentler, yerleşimler, kalıntılar ve geçmişin izleri insanlık tarihinin ufkunu açacaktır. Üniversitelerde eğitim alan binlerce genç bilim insanı adayları akademisyenler tarafından projeler ve araştırmalar ile Anadolu’yu keşfetmeye yönlendirilmelidir.

Biliyoruz ki, Anadolu ve uygarlık tarihinin en büyük düşmanları olan kacak kazı yapan defineciler, arkeologlardan daha çokturlar. Definecilerin tahrip ettiği her bir kültür katmanı, geçmişi anlamak için bize sunulan bilgi kalıntılarını da yok etmektedir. Üniversiteler, Anadolu’da daha fazla yüzey araştırma projeleri geliştirmeli, Anadolu’yu karış karış keşfetmelidir. Ancak bu yolla Anadolu’nun yok edilmesi engellenebilir ve sadece kazıp açığa çıkaran bir bilim olarak değil, keşfeden ve değiştiren bir bilim olarak da insanlığın ufkunda bir etki yaratabilir.

Anadolu’nun yeni “Muhibbe Darga”lara yeni “Halet Çambel”lere yeni “Ufuk Esin”lere yeni “Jale İnan”lara ihtiyacı vardır, Arkeoloji keşfetmektir… ve arkeoloji devrimcidir.