Güncel konulardaki açıklamalarımızın zamana dayanabilmesinin yolu güncel gözükende tekrarlanan’ın ne olduğunu bulmaktan geçiyor

Rahatını bozan insanların çok olduğu bir toplum

Güncel konulardaki açıklamalarımızın zamana dayanabilmesinin yolu güncel gözükende tekrarlanan’ın ne olduğunu bulmaktan geçiyor. Bilim geçerlilik/kanıtlanmışlığı bir bulgunun aynı koşullarda başka zaman ve ortamlarda tekrarlanabilir olmasına dayandırır. Ülkemize ve günümüze özgü olduğunu düşündüğümüz ‘haksızlık’ ya da ‘yanlışın yapanın yanında kalması’ gibi temaların yüzyıllardır ve farklı ortamlarda tekrarlanıyor olmasının kişilerin keyfi ya da ahlaki seçimleri değil bu sistemin doğal bir kuralı olduğunu gördüğümüzde kendimizi bilimsel bir gözlem yapmış saymalıyız.
Gazetelerde yayımlanan yazı ya da röportajlarda kendi kanaatlerimizi desteklemek için bazen gözlemlerin (tümünü değil de işimize gelen) bir kısmını kullandığımızı fark edebilecek kadar özeleştirel olabilir miyiz bilmesem de, analizlerde yanılmamızın ana sebebi bu ‘yanlılık’ oluyor.
Kendi görüşünü destekleyecek uzman görüşü arayıp haberin yanına eklemek bu gazete dahil her mecrada karşıma çıkıyor; gerçeği ya da nesnel bir durumu arayıp bulmak değil, kendi bellemiş olduğumuzu değiştirmeden sürdürebilmek esas olunca, muhalif olmak da iktidarda olmak da adeta bir tahterevallide olmaktan farksızlaşıyor.

Psikoloji bilgisiyle siyaseti yorumlamanın pek manalı olmadığına inanan birisi olduğumu düzenli okurlarım bilirler. Bu ikisi arasında hiç ilişki yoktur anlamına gelmiyor.  Zaman zaman psikolojik açıklama dışında elimizde bir şey de kalmıyor. Ancak diğer açıklamaların geçerli olup olmadığını görmeden bu hükme varmak da mümkün değil.

Bu haftaki yazımı Ezgi Başaran ile Radikal websitesinde yayımlanmak üzere ağustosta yaptığımız görüşme metninden çıkarttığım ve 3 ayda bayatlamamış olduğunu umduğum paragraflardan oluşturdum. O sıradaki gündem şimdi çok uzakmış gibi gözüken CB seçimleri ve öncesindeki atmosferin ruhumuza etkileriydi. Sorular ve yanıtların bir kısmını aktarıyorum.

»  (Yöneticilerin yaptığı hatalara rağmen onlara desteğimizin sürmesi üzerine) Yanlışları görsek bile neden tutumumuz değişmiyor?
Çocuklarımızla ya da sevdiklerimizle ilgili yorumlarımızda onlara kötü bir şeyi yakıştırmakta acele ediyor muyuz? Yapmış olsa da mutlaka bir bildiği vardır, ondan yapmıştır, diye düşünmüyor muyuz?

» Sanıyorum çok da üzerinde düşünmek istemiyoruz, ne dersiniz?
Tabii ki salt sevgiyle de ilgili değil, mevcut durum rahatımıza gidiyor, mevcut durumu değiştirmek, rahatımızı bozmak istemiyoruz.  Genelde fazla sivri, değişime zorlayıcı şeyler rahatımızı bozduğu için zor geliyor, kulağımızı tıkamak istiyoruz, açıkçası. Birçoğumuz ‘kısacık ömrümüzde rahatımızı bozmadan nasıl yaşarız’ın içinde…

Demokratik olmayan ülkelerdeki rejimler varlığını bu şekilde uzun sürelerle sürdürebiliyor; ‘rahat bozmama’ önemli. Hele bir parça kalkınmayı sağlayabilmiş ülkeler de bu daha mümkün. Böyle bakmak durumunda, anın ötesinde düşünme, bugün yaptıklarımızın bir sonraki basamağını düşünmek farklı bir zihin algısının gerektirdiği bir şeydir. Eğitim sistemimiz, toplumsal alışkanlıkların şimdiye odaklılığı besleyegeldi. Biz de böyle olmasını destekledik.

Ülkemizin A-B+ olarak bilinen en üst sosyo ekonomik kesiminde halen hakimiyeti devam eden ‘Çocuk canının istediğini yapsın’ kavramı özgürlükçü değildir; tam tersine rahat etmeyi, anne-babanın hayatını yaşamasını hedefler. Yarını düşünmez. Kelimelere dayalı o kadar çok yanıltıcı kavram var ki hayatımızda, gerçekten kopukluğumuzu arttırıyor. İtiraz etmek ile tutturmak ve kriz geçirmek arasındaki karışıklık gibi..
Rahatını toplum yararına bozan insanların çokluğu ölçüsünde toplumlar demokratikleşecek.


» Söz söylüyoruz ama bir yandan da ezberlerimizden vazgeçmiyoruz… Bugün geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Söz söylemek isteyen çok insan var, söylemeye daha çok imkan sağlayacak kaynaklar var. ‘Sosyal medya’ vb. Sözü söyletmemek kolay değil. Güç sahiplerinin işi de zor; bir yerden sustursan başka bir yerden çıkıyor.

» Gezi sürecinde yüksek sesle itirazlar dile geldi. Durum Gezi’de değişti mi?
Ses yükseltebilmenin, ben varım demenin, kendi haklarını korumak istemenin, insana kendi haysiyetini hissettiren yanı var. Bu dönemin ileriye dönük etkilerini ve nasıl bir dönüşüm geçireceğini kestirmek öyle kolay değil. ‘Dilek ve temenniler’in ötesine geçen analizler az…
İnsanların adalet arayışı toplumun gelişiminde kritik. Ama kendi elde edemediği için değil, başkalarına yapılan haksızlığa tepkiye dayalı bir adalet arayışı geliştirici olan.

Yeri gelmişken söyleyeyim, tepkilere yol gösterici duygu olarak öfke, problemlidir.  Öfke düşünce sistemlerini tek kanala sıkıştıran kalıpçı bir yan taşır. Sadece öfke üzerine kurulu başkaldırılar alevlenir ve söner. O nedenle öfke duygusunun verdiği bir haklılık ve tepkileri zaman içinde ilerici yanını kaybedebilir.

» Gezi’de belli bir ortaklık yaratıldı…
Gezi döneminde toplumun birbirinden ilgisiz kesimlerinin bir ortaklık yaratmış olması etkileyici olan. Kendimiz gibi olanlarla ortaklık bir ilerleme değil. Bizden olmayanla, bizim gibi olmayanla ortak duruş geliştirmek ise, rahatımızı bozan, ezbere aykırı ama sahici bir gelişme.

» Peki, Türkiye’nin hâletiruhiyesini nasıl yorumluyorsunuz? Toplumsal bir panik atak mı yaşıyoruz, paranoyaklaştık mı?
Toplum belirsizliğin arttığı, tekinsizlik hissi yaratan ve geleceğin giderek sislendiği koşullarda ‘tehlikedeyiz’ stresine kayar. O nedenle teklik, sıkıdüzen ve otorite arayışı artar. Toplumların otoriter yapıları tercih ettiği dönemler, dengenin altüst olduğu ve ne pahasına olursa olsun denge arayışının olduğu dönemlerdir. Kutuplaşma da bir dengedir aslında.

» Toplum olarak durumlarımızın psikolojiyle açıklanması rahatlatıyor aslında… Toplum da bunu istiyor ne dersiniz?
Psikolojiden çok şey bekliyorsunuz! Olan bitenin bir mantığı olduğunu, durumun bir açıklamasının olması gerektiğini varsayıyoruz. Belki de yok! Ama insan olarak her duruma bir açıklama (bir mazeret, gerekçe vb) bulma yeteneğimizin yüksek olduğunu unutmayın. Önce açıklamayı geliştiriyoruz, sonra kanıtlarını arayıp buluyoruz. Bir konudaki inancımızı değiştirmemek uğruna karşıt kanıtları görmezden geliyor, kendimizi destekleyen kanıtlara odaklanıp ezberimizi de rahatımızı da bozmadan yaşayıp gidiyoruz.