Herhangi bir örnekle sınırlamak istemiyorum. Sosyal medya çağında kamuya mal olmuş insan ölümlerinde hep aynı döngüyle karşılaşıyoruz. Önce üzüntü ve övgü temalı yani kaybedilen insanın büyüklüğüyle ilgili paylaşımlar geliyor. Bunlar belli bir virallik kazandıktan sonra ise “aslında öyle biri değildi” tarzında eleştirel paylaşımlar geliyor. Bu ikinci tür paylaşımlar aslında normal şartlarda azınlıktalar. Çünkü toplumumuzun “ölünün arkasından konuşulmaz” öğretisi ne olursa olsun hâlâ baskın. Ancak kaybın acısıyla, bu eleştirel paylaşımlara öyle büyük bir tepki veriliyor ki, normal şartlarda asla görülemeyecek fikirler, inanılmaz bir yaygınlık kazanıyor. Algoritma ilgi çeken iletinin yanında olduğu için de görünürlüğü katlanarak artıyor. Böyle olunca, sosyal medyada ilgi çekmek isteyen kullanıcılar için de bir fırsat doğuyor. Tıpkı en büyük özelliği bütün cenazelere katılmak olan siyasetçiler gibi bazı sosyal medya kullanıcıları da böyle zamanları kollar hale geliyor. Kesinlikle kaybedilen insan hakkında olumsuz yazan insanların tümüne genellemiyorum bunu. Bilakis, insanların olumsuz da olsa herhangi biri hakkında görüşlerini söylemesinden yanayım. Bununla birlikte sosyal medyadaki ödül mekanizması, takipçi sayısı ve görünürlük kaygısının, gerçek fikirler ötesinde suni bir ortam yarattığını düşünüyorum. Günün sonunda kaybedilmiş bir insanın ardından “bu sevgiyi hak etti mi, etmedi mi?” gibi çoğunlukla enerji kaybından oluşan bir tartışma ortamı doğuyor.

SOSYAL MEDYA BİR ‘AN’DIR

Sosyal medyada yaşayan veya ölmüş birilerinin geçmişiyle ilgili yorumda bulunurken gözden kaçırdığımız bir şey var: Zamanın Ruhu. Çünkü insanlık da tıpkı insanlar gibi belli bir birikimin ürünü olarak olgunlaşıyor veya yaşlanıyor. Bir dönem için çok normal olan şeyler, sonraki dönemde anormal hale geliyor. Ancak sosyal medya bizi “o âna” odakladığı için bir insanın geçmişi hakkında bugünün değer yargılarıyla yorumlar yapıyor ve kesintisiz bir tutarlılık bekliyoruz. Oysa bir insanın ömrü onlarca yıla yayılıyor ve bu onlarca yıl içerisinde zamanın ruhu da değişiyor, değer yargıları da duyarlılıklar da. Evet, bir insan kötüyse kötüdür. Bunu bazen hiçbir şey değiştiremez. İyilerle birlikte tüm kötü ruhlu insanları da temize çıkarmıyorum. Ancak bir insanın kafa karıştıran tarafları varsa, bunların normal bir insan olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Artılarımızla, eksilerimizle, zaaflarımızla insanız. Görünür olduğumuzda tüm bunların sadece artıya döneceği yanılgısına kapılmamalıyız. Kimse o kadar tutarlı yaşayamaz bana kalırsa. Yanılıyor olabilirim ama bir insan hakkında su sızdırmaz bir iyilik ve tutarlık tablosu sunuluyorsa, bunun sadece bir imaj olduğunu düşünüyorum. O yüzden salt bir insanı övme üzerine kurulu belgeselleri aşırı suni buluyorum. Suni oldukları için çok yanıltıcıdırlar ve bazı şeyler duyulduğunda hayal kırıklığını derinleştirirler. Evet, sosyal medya bu suni imajları kırmaya başladı ama bu kez de başka bir sunilik devreye girdi. O da yukarıda bahsettiğim sosyal medyanın ödül mekanizmasıyla ilgili.

ASIL BÜYÜK TEHLİKE NE?

Bugün kaybettiğimiz efsaneleşmiş değerlerin çoğu, hayatlarının çok büyük kısmını internetsiz ve sosyal medyasız dönemde geçirdiler. Onların geçmişi hakkında bildiklerimizin çoğu ulaşabilen basın arşivlerinden geliyor. Oysa bugünün ünlüleri kendi hayatlarının çetelesini sosyal medya hesaplarında kendileri tutuyorlar. Bugün zamanın ruhuna uygun yaptıkları yorum, belki 10 yıl sonra “yazıklar olsun” denilecek bir şey olabilir. Öyle bir ortamda bu sonsuz tutarlılık beklentimizin başımıza nasıl işler açacağını tahmin edebiliyor musunuz? Bugün daha 18 yıllık sosyal medya tarihinde bile 3-5 yıl önceki tweetler, paylaşımlar insanların başına iş açabiliyor ve hatta tutuklanmaya kadar götürebiliyor. Bu hepimiz için geçerli. Çünkü kendimizi fişliyoruz. Aslında bu bile başlı başına bir örnek olabilir. Çünkü şu an sosyal medyada kendi kendimizi yaptığımız şeyi, 30 yıl ve daha öncesinde biri bizim hakkımızda yapıp bir yerde saklasaydı buna “fişleme” denirdi ve bu çok büyük bir tepki sebebiydi. Oysa internet ve sosyal medyanın paylaşıma davet eden doğası bunu o kadar normalleştirdi ki durmaksızın paylaşıyor ve hatta çok beğeni alıp çok kişi tarafından görülürse seviniyoruz. Öyle şeyler olur belki bundan 30 yıl sonra bu çok tuhaf bulunur, kim bilir? Bizden sonraki nesiller “atalarımız ne kadar kerizmiş, her şeyi paylaşmışlar, bütün verilerini isteyen sözleşmeleri okumadan imzalamışlar” diyebilecek bir noktaya bile gelebilir.

Diyeceğim o ki kamuya mal olmuş, hayatımızın bir dönemine damga vurmuş insanların ardından yapılan tartışmaların çoğu yaşadığımız ânı geçmişle aynı sanmakla ilgili bence. Bir kısmı da insanların kurguda canlandırdıkları karakterlerle kendi karakterlerini karıştırmakla ilgili kuşkusuz. Dahası sosyal medyada yazar alıntısı diye dolaşan cümlelerin büyük bir kısmı sahte olmakla birlikte bir kısmı da o yazarların romanlarındaki karakterlerin söylediği cümleler. Yani ben bir kurgu yaratıyorum, o kurgunun içinde bir karakter yaratıyorum, sonra ona bir şey söyletiyorum, yıllar sonra sosyal medya diye bir şey icat oluyor ve yarattığım karakter ben oluyorum. Kim bilir belki o karakteri kurguya sadece karşıt fikri temsil etsin diye koydum. Eserin tamamını okumayan kimse bunu bilemez. Bazen okuyanlar bile bilemez, çünkü o bir kurgu. İşte sosyal medyada ölümlerin ardından yapılan tartışmaların mayasında da bu var. Üstelik oyuncular söz konusu olduğunda, filmi senarist yazıp yönetmen yönettiği için biraz daha işin dışında olabilirler. Sahnenin dışındaysa insan var ve insan dönüşür; kusurlarıyla, zaaflarıyla, tutarsızlıklarıyla ama aynı zamanda tutarlılıklarıyla bir bütündür.