Pir Sultan Abdal, “Nesini söyleyim canım efendim” diyor. Yaşadığımız günler tam da bunu anlatıyor. Türkiye; yakılan kadınların, polis izlerken sokak ortasında kafasında şişe parçalanan LGBTİ+ üyelerinin, tecavüz edilip öldürülen canlıların çamurunda yoğrulan bir haftayı geride bıraktı.

Hiçbiri siyasetten bağımsız değil. Tüm bunlar, kadınların teminatı “İstanbul Sözleşmesi kaldırılsın” tartışmaları devam ederken, LGBTİ+ bireyler hedef gösterilirken oldu. Israrlara rağmen hayvanlara ilişkin koruma kalkanı çıkmıyor. Toplumsal çürüme hiç olmadığı kadar derin, üstelik normalleştirilmeye çalışılıyor.

Sosyal çürüme gibi açlık, salgın, hukuksuzluk zirvede. Toplumda dert çok ama bunların hepsi bir kenara bırakıldı, Lozan’ın yıldönümünde Ayasofya açıldı. Gündem değiştirme, AKP’nin eriyen tabanını bir arada tutma planı olarak görülebilir. Ancak bu amaçlar, rejim değiştirme hedefinden kopuk değil. Çoklu ve hafife alınmayacak adımlar dizisi.

Demokrasi treni artık yürümüyor. Reklam arasını geçtik, fragman bitti. Gerçek filme dönüyoruz. Siyasal İslamcılar üzerlerine düşeni yapıyor. Ayasofya, Lozan’ın yıldönümünde açılırken Anıtkabir ziyarete kapatıldı. Yadırganacak bir durum yok. Yadırganması gereken muhalefet. HDP, Ayasofya’ya çağrılmadığı için gönül koydu! CHP, çok üzerinde durmadı.

Amaç muhafazakâr seçmene göz kırpmak. Fakat sağcılık ve gericilik, bir anafor gibi siyaseti içine çekiyor. AKP’yi yenme hedefi, giderek AKP’lileşmek ile sonuçlanıyor. CHP Vekili Muharrem İnce önemli bir sembol. Önce Ayasofya daveti bekledi. Partisi ve kendisini yandaşa meze ettikten sonra, Yalova’dan yola çıkıp feyk atarak cuma namazını Sultanahmet’te kıldı.

İyi de İnce’nin namazından ya da içtiği rakıdan bize ne? İnce neden tüm bu kıyametin ortasında bir sembol? Bir anekdot anlatalım. Siyaset kullanmaya meraklıdır. Tabiri caizse buna ekmekçilik denebilir. 2014’teki çArşı ana davasından bir gün önceydi. Aynı gün Beşiktaş’ın maçı vardı. Gezi Direnişi ve çArşı adına bulunmaz bir gövde gösterisi fırsatıydı.

Cumhuriyet muhabiri olarak izlemek bize düştü. Stajyer genç bir arkadaşla yola çıktık. Beşiktaş’ta en iyi izlenim yazılacak yer, o zamanki tribün lideri Cem Yakışkan’a ait Esperi adlı mekandı. Hatırladığımız kadarıyla, o gün orada, hem tribünün Gezi’ye katılmış önde gelen abileri, hem halen cezaevinde olan yazar Emrah Serbest hem de sanatçı Mehmet Erdem vardı.

İnce’yi ise balkonlu mekanın üst katından gelen gürültüden fark ettik. Yanındaki iki kişi bizim stajyeri kıstırıp, fotoğraf makinesini almış hard diski siliyordu. İnce de üst kata çıktı. Kendi ortamımızda hiç bu kadar nezaketsiz ve amiyane bir üslupla karşılaşmamıştık. Stajyerin sesi titriyordu. Teskin ettik ama bir daha da gazetede görmedik!

Neden sonra meselenin İnce’nin önündeki rakı kadehi olduğu anlaşıldı. Balkondan geniş açı almak isteyen arkadaşımızın fotoğrafları sildiğini teyit ettirdik. Hassasiyetler konusunda uyardık. Ardından ortamı gerginlikten kurtarmak için bir rötuş daha atmak istedik. İnce’nin yanına gittik: “Sayın vekil rahat olun, hassasiyetleriniz önemli, sizin rakılı fotoğraflarınızı ne yapalım?”

İnce’nin verdiği cevap bugün de rahatsız eder: “O fotoğrafları siz bir şey yapmazsınız ama Akit’e satacaktınız.” Mekan bir daha eskiye dönemedi. Arbedeye kadar varan tatsızlıklar yaşandı. İnce’ye cevabı verdik: “Biz, üç kuruş için memleket, insan satanlardan olmadık. Kişi, karşısındakini kendinden bilir. Ya göründüğünüz gibi olun ya olduğunuz gibi görünün.”

Muharrem İnce çok geçmeden pişman oldu. Ama iş işten geçmişti. Neden 6 yıl sonra bu satırlar yazıldı? Çünkü her iki kesimi de kandırmaya çalışanlardan gına geldi, AKP’yi, AKP’lileşerek yeneceğini düşünenler bıktırdı. Memleket aymazlıkla testim edildi. “Peki, ne yapalım?” diye gazeteciye soruyorlar. Çözümü biz değil siyaset bulacak.

CHP kurultayı yapılırken belki de cevap, JİTEM’e ilk kez soruşturma açma cüreti gösteren, makamında gözaltına alınırken FETÖ’ye direnebilen, gerçek anlamıyla onurlu bir Cumhuriyet Savcısı’ndadır. “Peki, ne yapalım?” diyenlere cevabı da veriyor: “Sağ politikalarla gelecek inşa edilmez. Aman şimdi sırası değil, diyerek çözüm üretilmez. Hayat sahada, gelecek sokakta.”

Doğru… Sağ politikalarla, ancak sağcı karşısında seçim üstüne seçim kaybedilir. Çünkü gerçeği varken çakmasına kimse tevessül etmez, eyleşir geçer. Türkiye biraz daha gerici ve muhafazakâr hale gelir. Artık üzerinde bile tartışılmayacak, tabu haline gelen vakalar ortaya çıkar. Tıpkı Ayasofya gibi! Üstelik üzerine madara olunur!