Solun mekanın siyasallığını kavrama konusunda iktidar sahiplerinin gerisine düştüğü bir gerçek. Kuşkusuz bu durumun maddi nedenleri var. İktidar sahibi, adı üzerinde iktidar olanaklarını kullandığı için, hep bir adım öndedir. Ancak bu geride kalış sadece bu tür nedenlerle açıklanamaz; bunca entelektüel birikimine karşın, solun mekanın siyasallığını anlama konusundaki yetersizlikleri kabul edilebilir değildir.
Kapitalizmin doğduğu İngiltere’de Engels, Manchester kentine bakıp, kapitalizmin fabrika ile özdeşleşen çelişkilerinin, işçiler için yarattığı sefalet mahallelerine doğru yayıldığına dikkat çekip, fabrika ötesi bir mücadelenin mümkün hale geldiğini vurgulamıştı.

Bugünün neoliberal dünyasında bu çelişkiler hem merkez hem de çevre ülkelerin kentlerinde daha da derinleşmiş bulunuyor. Türkiye kentleri son dönemlerde bu çelişkilerin en dramatik hale geldiği yerler desek yeridir. Bakın kentsel dönüşüm, yenileme ve soylulaştırma bölgelerinde yaşanan yerinden etme oyunlarına; hep yoksullar ve güçsüzler kaybediyor.

Kentlerimizin her tarafından fışkıran sorunları, tutarsızlıkları, yerinden etmeleri, insanların yaşamlarıyla oynayan ihmalleri sol adına siyasal alanda kullanabiliyor muyuz? Daha somut olarak soruyu koyalım; bugünün doğayı, mekanı ve hepsinden öte insanı tüketen rant çılgınlığını niçin mahkum edemiyoruz? Üstelik savaşın yıktığı, Suriçi gibi yerlerde bile karşımıza rant oyunları çıkarken, bu durumu niçin siyasallaştıramıyoruz?

Konuya başka bir noktadan bakarak yanıt arayalım. Engels kapitalizmin ve çelişkilerinin fabrikadan kaçıp, kentin dört bir yanına yayılışına işçi sınıfı baş kaldırısı açısından baktı. Bu bakışın işaret ettiği potansiyel çelişki alanları konusunda şüpheye hiç gerek yok. Ama kapitalizmin kentle kurduğu ilişki bu boyutla sınırlı değil. Kapitalizm, bir birikim oyunu olarak, fabrikadan kente yayılış sürecinde, farklı kesimlere çeşitli olanaklar da sağlamış bulunuyor.



Bunu söylerken, sadece büyük arsız müteahhitlere, rant oyununa düşmüş belediye başkanlarına, büyük arsa sahiplerine, alışveriş merkezi baronlarına işaret etmiyorum. Alın bir gecekonduluyu, işgal ettiği arazi, ta başından itibaren, sadece bir kullanım değerine işaret etmez; o arazi aynı zamanda gelecekte, müteahhitten alınacak üç daireye de karşılık gelir. Fikirtepe’de dairesinin yerine gökdelenler dikmek isteyen müteahhitlerle görüşmesini anlatırken, “Hocam şimdi top önümüze düştü, altın vuruşu yapacağız” diyen vatandaşı unutmam mümkün değil.

Alın bir orta sınıf akademisyeni, mimarı, müfettiş yardımcısını, bütün birikimini yutan kentin bir köşesinde aldığı taşınmaz hakkında karar verilirken, birçok şey yanında, “gelecekte değeri artar mı” sorusunu mutlaka sormuştur. Diğer bir anlatımla, en masumların bile bir biçimde bağlandığı bir rant makinesinden söz ediyoruz burada. En mülksüz, yeni göçmen inşaat işçisi için bile, giderek arsızlaşan gökdelenler, iş merkezleri, rezidanslar, yarın işsiz kalmamak anlamına geldiği ölçüde, anlaşılabilir nedenlerle olumlanan “iş sahalarıdır”.

Böylece kentlerin rant makinesine dönüştüğü bir ortamda, bu arsız makineye bakıp, “hepimizi aynı gemideyiz” diyenler, bu kabulün bir parçası olarak rant makinesinin çalışmaya devam etmesini istiyor. Öyle olunca da bu tüketici rant oyununun bitmesini isteyenlerin sayısı büyük yığınlar karşısında parmakla sayılır hale geliyor.

Bir keresinde Mimarlar Odası Toplantısı’ndan Fikirtepe’ye altın vuruş yapma derdindeki insanlarla konuşmak için çıkarken, o bir avuç insandan biri, Mücella Yapıcı, “Mimarlar Odası’ndan geldiğini söyleme, dayak yersin” demişti, her zamanki muzip haliyle.

Bu resme bakınca ranta karşı durmanın imkânsız hale geldiği izlenimine kapılabilirsiniz. Ben öyle düşünmüyorum; zor bir durumla karşı karşıya olmakla birlikte, sol açısından rantla mücadele edebilmek, rant makinesini yenebilmek imkânsız değil. Ancak solun kent mekânını siyasallaştırma uğraşında yeni bir dil (ve yeni pratikler) yaratması gerekiyor. Anlatmak ve yapmak içinse önce solun kendisinin iyi anlaması gerekiyor. Diliniz yoksa sadece anlatmakta değil anlamakta da zorlanıyorsunuz. Geçen hafta da söylediğim gibi, bu esaslı konu etrafında düşünmeye devam edeceğiz...