Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Türkiye sosyalist hareketinin çınarlarından Rasih Nuri İleri’yi 6 Aralık sabahı yitirdik. 94 yaşındaydı. Son yıllarda bedeni hayli yıpranmış olsa da belleği pırıl pırıldı. Tüm yaşamını işçi sınıfı davasına ve komünist harekete adamış; sayısız kitaba imza atmış bir aydındı. Eşi bulunmaz bir arşiv hazinesinin de sahibi idi. İstanbul Kuledibi’ndeki Doğan Apartmanı, ünlü ressamların tabloları, komünist önderlerin özel fotoğrafları, mektupları ve elyazması nadide kitaplarla bir “müze-ev” gibiydi...

Benim de birkaç kez gitmişliğim vardı o eve. 2006 yılının sonlarında, Rasih Ağabey’yle bir söyleşi için gene Doğan Apartmanı’ndaydım. Çalışmamız uzun sürünce gece yatıya kalmıştım. Uzun bir koridorun sonunda, “resim galerisi” gibi bir odada yer göstermişti bana! Resimlere bakmaktan, sabaha dek gözüme uyku girmemişti! Duvarları kaplayan tablolar dışında, yerde de sıra sıra yüzlerce resim dizilmişti...

Rasih Ağabey, ressamı bol bir aileden geliyor. O yüzden, evlerinin duvarlarında hep ünlü ressamların tabloları asılıymış. Dayıları Abidin, Arif, Ali ve Ahmet Dino ile amcası Sedat Nuri İleri ressamdı. Avni Arbaş çocukluk arkadaşıydı. Sonradan ünlenecek olan ressam Nejad Devrim de aile çevresindendi.

Rasih Ağabey’in koleksiyonu çok zengindi. Ama o, klasik anlamda bir resim koleksiyoncusu değildi. Çünkü parayla resim alıp biriktirmemişti. Konu açıldığında, “Ben koleksiyoncu değilim. Bu yapıtların hiçbirini parayla almadım. Hepsi ailemize armağandır!” derdi.

Rasih Ağabey’le o günkü söyleşimizin konusu, “1930’lu, 40’lı yıllarda yolu Türkiye Komünist Partisi’nden geçen ya da partinin çeperinde yer almış sanatçılar”dı. Çok ayrıntılı bir görüşmeydi. Söyleşi, VTR Yapım tarafından videoya kaydedilmiş, çekim sırasında belgeselci Enis Rıza da bulunmuştu. Söyleşinin bir kopyasını TÜSTAV’a (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) vermiştim. Konuşma metnini Rasih Ağabey’in görmesini ve ilk düzeltmeleri kendisinin yapmasını istiyordum. Ne yazık ki yardım eden olmadığı için bu düşüncem ger- çekleşmedi; söyleşinin DVD’si ham olarak elimizde kaldı...

***

Rasih Nuri İleri, 1920 yılında, babasının diplomat olarak görev yaptığı Cenevre’de dünyaya gelmişti. Aydın bir çevrede büyümüş, çok iyi eğitim almıştı. Fransızcayı su gibi konuşurdu. Mehmet Ali Aybar gibi, onu da TİP’in “paşazade” yöneticileri diye eleştirirdi bazıları. Kendisi için “aristokrat sosyalist” diyenler de vardı. Osmanlının son döneminde Ankara Valiliği yapmış Abidin Paşa’nın torunuydu. Dedesinin adını taşıyan bugünkü Abidinpaşa semtinde köşklerinin olduğunu söylemişti bana. Ayrıca Adana’da geniş arazileri olduğu rivayet edilirdi. TİP’in Genel Yönetim Kurulu üyesiyken, Aybar’la arası pek iyi değildi. Toplantılara gelmediği zamanlar, Aybar, kinayeli bir dille, “Rasih yine Adana’da arazi satmaya gitmiş!” diye espri yapardı...

Rasih Ağabey’le 1960’larda Türkiye İşçi Partisi’nde tanıştık, yıllarca aynı kurullarda çalıştık. Daha sonra Sosyalist Birlik Partisi’nde, Türkiye Komünist Partisi’nde ve TÜSTAV’da birlikte olduk. Süreç içinde sosyalist harekette bunalımlar, ayrılmalar, birleşmeler yaşandı. Rasih Ağabey’le yoldaşlığımız, bu dönemsel dalgalanmalardan hiç etkilenmedi. İki kadim yoldaş olarak her zaman yan yana durduk.

Rasih Nuri İleri, partili yaşamında “katı merkeziyetçilik” anlayışına her zaman karşı olmuştu. “Türkiye İşçi Partisi’nde Oportünist Merkeziyetçilik” adlı kitabında, kendisinin de aralarında bulunduğu 13 parti üyesinin 1968 yılında TİP’ten ihraç edilmeleri olayını belgelerle anlatırken, bu durumu “yukarıdan aşağı inmecilik” diye nitelemişti. Kitabının girişinde, sosyalist partilerdeki temel sorunun “demokratik merkeziyetçilik” ilkesinin doğru uygulanmaması olduğuna vurgu yapmış; “üst kurul toplantılarının ve kongrelerin propaganda unsuru olmaları dışında sadece birer tasdik kurulu olmaktan öteye gidemeyişini” eleştirmişti. O, “yukarıdan” atama yoluyla yapılan görevlendirmelere de sıcak bakmamış; partide görev almak istediği zamanlar, sade bir üye olarak kongrelere katılıp aşağıdan seçilerek gelmeyi yeğlemişti...

***

Rasih Nuri İleri’nin yokluğu, Tür- kiye’nin düşünce dünyası için büyük bir kayıptır. Anısını yaşatmak, tüm devrimcilerin görevidir.

Umarım, yaşamı boyunca üzerine titrediği arşivi kurda kuşa yem olmaz; güvenilir bir tarih kurumunda koruma altına alınır ve adıyla yaşatılır.