1925 yılında İstanbul’da doğar. İlköğrenimini Feriköy İlkokulu ve Şişli Fransız Jeanne d’Arc Koleji’nde, orta öğrenimini Vefa Lisesi ile Taksim Lisesi’nde tamamlar (1942). Bu arada arkadaşı Sabahattin Kudret Aksal ve Fahir Onger ile aylık “Sokak” dergisini çıkarır.

Bir yıl İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okur. Ardından mühendis olmak için Viyana’ya gider. Çatalca’da yedek subaylığını yaptıktan sonra, 1947-1949 yıllarını İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi’nde, ama daha çok fakülte kantininde, hayali aşklar peşinde ve Beyoğlu meyhanelerinde, dostları Orhan Veli, Sait Faik, Cahit Irgat, Oktay Akbal, Salâh Birsel, Behçet Necatigil, Fahir Onger, Nahit Ulvi, Sabahattin Kudret, Naim Tirali, Selahattin Hilav... ile dünya sorunlarını tartışarak bira kokuları içinde yaşar.

1949 Mart ayında yolu tekstil mühendisliği için Fransa’ya düşer, Sorbonne’a yazılır.

Paris’te birinci ya da ikinci yılıdır. Sıkıntılı, bunaltılı bir günüdür. Yalnızlığının kara karanlığını dağıtmak amacıyla “Lüksemburg Bahçesi” adıyla bilinen parka gider.

Dolaşırken, bir bankta Stockholm’den gelen sarışın bir kız görür. O da Özkök gibi aynı bunaltının çemberi içindedir.

O gün, orada, üç-beş dakika konuşacaklar ve ertesi gün Paris’i okul hayatını, oradaki yaşantılarını da terk ederek soluğu Stockholm’de alacaklardır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da güneyden kuzeye savrulan bu adam dünyaca ünlü fotoğraf sanatçısı ve şair Lütfi Özkök, daha sonra eşi olan ve birkaç yıl önce aramızdan ayrılan sarışın kız ise Anne-Marie’dir.

Yıllar sonra, “Belki de” diyecektir, “İsveç’e gelen ilk Türk benim. Bura insanları hep sarışın, benim gibi esmer, kara kuru bir adamı gördüklerinde çok şaşırıyorlar, birbirlerine parmakla beni gösteriyorlardı.”

Ve sanatıyla bu şaşkınlığı kısa sürede hayranlığa çevirmeyi başaracaktır.

İlk yıllar Stockholm’de çok sıkıntılar yaşar.

İsveç’te ağaç çoktur. Onlarca kibrit kutusu alır, evde maketler yapmaya başlar; Evler, arabalar…

Sonra aklına bunları fotoğraflara aktarmak gelir ve Laika marka bir makineyle fotoğraflarını çeker.

Bir hafta sonu Kopenhag’a giderler sevgili eşiyle. Bir kafede otururlar. Karşı masalardan birinde çizgilerden oluşan yüzüyle bir adam oturmaktadır: “Godot’yu Beklerken”in yazarı Samuel Beckett…

Hemen Laika’sını eline alıp deklanşöre basacaktır.

Beckett’in o fotoğrafı dünya basınında olay olacak, Özkök adını daha sonra çekeceği fotoğraflarla dünyanın en ünlü fotoğrafçıları arasında yer alacaktır.

Bundan sonra da otuza yakın Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan sanatçının portresini ölümsüzleştirecektir.

Tabii başta Nâzım Hikmet ve Picasso gibi şair, yazar ve ressamlarla birlikte…

İsveç Akademisi fotoğraf dalında bir ödül verseydi sanırım ilk alan Özkök olurdu.

Nobel ödülü bir yana “Yılın Avrupalısı” seçilecektir. Fransa-İsveç ve Türk kültürleri arasında köprü özelliği taşıyan çalışmalarıyla bilinen, edebiyatçı portreleri gibi önemli bir çalışmaya imza atan Özkök’e “Yılın Avrupalısı” sertifikası Avrupa Birliği Komisyonu Başkanvekili Margot Wallström’ün de katıldığı törende verilecektir.

Ayrıca 2002 yılında İsveç devletinin 1785’ten bu yana verdiği en değerli ödül sayılan “İllis quorum meruere labores” (Çalışmalarıyla hak edenlere verilir) ödülünü alacaktır.

Geçmiş tarih, Özkök ve Anne-Maria ile Stockholm’deki evinde yüz yüze gelmiştim. Türkiye Yazarlar Sendikası’nın o zamanki Başkanı Oktay Akbal ve Yönetim Kurulu üyeleri olarak Demirtaş Ceyhun, Cengiz Bektaş, Sezer Duru ile ben İsveç Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak Stockholm’e gitmiştik.

Özkök, hepimizin tek tek fotoğrafımızı çekmişti.

Özkök’ün bir fotografi de70’li yılların başında çıkan ikinci şiir kitabım “Hücremde Ayışığı” kitabımın arka kapağını süslemektedir.

Stockholm’den ayrılırken Anne-Maria Kuzeyin soğuk gecelerinde bedenimin ayazını kurutmak için eliyle ördüğü bir siyah kazak vermişti ki, İstanbul’un sonbaharında da nice geceler ruhumu ısıtmıştır.

Bir de tanımadığı halde eşim Bilge’ye armağan olarak yine el yapımı bir tahta kaşık ile bir kibrit kutusu...

Kaşık da kibrit kutusu da yıllardır evimizin anılar köşesini nadide bir hatıra niyetine süslemekte...

Önce eşi Anne-Maria aramızdan ayrıldı, şimdi de Lütfi Özkök…

Oktay Akbal ile kardeş gibiydiler. Kıran kırana tavla oynarlardı.

Şimdi buluşmuşlardır.

Anılarına saygıyla…