Duayen sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, ‘Dünyaya Açılan Penceremiz ve Yeni Bir Kuşak’ adıyla yayımlanan yeni kitabıyla okuyucuyla buluştu. Dorsay, “Beni asıl ilgilendiren, dünyaya açılan film denilen yapımların bizde gördüğü ilgi. Recep İvedik filmleriyle sınır ötesine bile geçemezsiniz” diyor.

Recep İvedik’le sınır ötesine geçemezsiniz

Işıl ÇALIŞKAN

Türkiye’de sinema yazarlığının kıdemli isimlerinden Atillâ Dorsay, ‘Dünyaya Açılan Penceremiz ve Yeni Bir Kuşak’ adıyla yayımlanan 52’nci kitabını yayımladı. Remzi Kitabevi etiketiyle çıkardığı kitap, ‘Türk Sineması 2010-2020’ alt başlığını taşıyor. Usta sinema eleştirmeni, Türk sinemasının son 10 yıldaki serüvenine 180 film eleştirisi ile bakarken, dönemin önemli olaylarına yorumlar getiriyor.

Altın Ayı’dan Altın Palmiye’ye ödüller; Türkan Şoray’dan Hülya Koçyiğit’e, Kadir İnanır’dan Mahsun Kırmızıgül’e yıldızlara yaklaşımlar, unutulmaz kayıplar ya da unutulmuş filmler; tartışmalı ödüller; en iyi film listeleri kitapta yer alan bölümlerden.

Dorsay ile kitabı vesilesiyle son 10 yılın sinemasına kısa bir bakış gerçekleştirdik.

Öncelikle “sinema eleştirmenliği” terimi ile başlayalım isterim. Bir sinema eleştirmeninin hassasiyetleri neler olmalı? Sizce ülkemizde doğru karşılık buluyor mu bu tanım?

Ülkemizde aslında her şeye doğru karşılığı buluyor, Batı’ya kıyasla... Adalet, hak-hukuk konuları dışında... Bizde eleştirmenliğin Batı’dan geri olduğunu söylemek zor. Onların bu konuda daha uzun bir geçmişleri, daha çok uzmanlaşmışlıkları ve daha keskin merakları olabilir. Ama bizimki de fena değil. Hassasiyetlere gelince, filmi (sinemayı) tutkuyla sevme, her filme çözülmesi gereken yeni bir bulmaca gibi yaklaşma ve okura o filmi iyice özümseyip anlatma (gerekiyorsa sevdirme) gibi amaçlar olabilir.

Kitaptaki 180 film nasıl bir seçkiyle sizin kitabınızda yer buldu?

Kitap için 180 film seçmedim. Zaten filmleri görmeye giderken o seçimi yapmıştım, yapmıştık. Sonrası bir ayıklama, bir toz alma, belki çok değersizleri eleyip asıl iyilerini öne çıkarma çabasıdır. Özetle eleştiri aslında kişisel bir çabadır, ama sinemanın bir kitle sanatı olduğu ölçüde, onun da ulaşılabilir, fonksiyonel ve yararlı olması, o kitleyle o film arasında bir köprü kurmaya çalışması önemlidir.

Son 10 yılın eleştiri listenize almadığınız Recep İvedik’in ilk 3’e girmesiyle ilgili yorumlarınızı da merak ediyorum… Nasıl bir çıkarım yapılabilir bu filmin bu kadar sevilmesiyle ilgili?

O seriyi önemsiyor değilim, ama görmezden de gelmiyorum. Aslında komedi tüm dünyada popüler bir türdür ve çok para getirir. Komediyi ben de çok severim: Zekânın doğal bir dostu olarak... O dizinin özelliği oldukça grotesk (kaba) olması, bol küfür kullanması gibi şeylerdi. Bunlara da karşı değilim: ahlak bekçiliği yapacak halim yok! Ama gittikçe gerçek mizahtan (ki buna zekâ da diyebiliriz) uzaklaştığı da bir gerçek. O zaman ben de bıraktım. Allahtan en çok para getiren filmleri illa da görme zorunluğumuz yok!

10 yılda çıkan filmlerle gişe şampiyonları arasında nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

Bu ilişkiyi çok önemsemiyorum. Beni asıl ilgilendiren kaliteli film, sanat filmi, dünyaya açılan film denilen yapımların bizde gördüğü ilgi. Ki o da fena gelişmedi: Sadece bizde 120-130 bin seyirciye ulaşan Nuri Bilge filmleriyle... Recep İvedik filmleriyle sınır ötesine bile geçemezsiniz. Elbette Almanya gibi yoğun bir Türk nüfusu olan ülkelerin dışında…

NEREDE O ERTEM EĞİLMEZLER

Bu 10 yılın sineması için en sevindirici gelişmeyi ve en büyük eleştirinizi bizimle paylaşır mısınız?

En büyük mutluluğumuz kuşkusuz en önemli dış ödüller. Kış Uykusu’yla gelen Altın Palmiye (Cannes), Bal’la gelen Altın Ayı (Berlin). Ama onların dışında da birçok yerden de geldi. Hele son yıllarda sanki ödüller yağıyor!... Sanat haberlerini izleyin, görürsünüz. Ve de kitabın adında dediğim gibi, yepyeni bir kuşak geliyor. Örnekleri kitapta bol bol olan...

‘En büyük eleştirim’se basına... Bu olumlu genel gidişe rağmen, eleştiriye verilen yer gitgide azalıyor. Ve onun yerini yoğun bir magazin alıyor. Bunu gerçekten üzücü buluyorum.

Sizin listelerinizde genelde başı çekiyor bağımsız filmler. Türkiye’deki izleyicinin bu filmlere bakışıyla ilgili nasıl gözlemler edindiniz?

Sinemada genelde bağımlı/ bağımsız film kavramı pek kalmadı. Çünkü özellikle bizde eskinin o büyük yapımevleri, şirketleri, yapımcıları kalmadı. Nerede o Hürrem Ermen’lar, Ertem Eğilmez’ler ve benzerleri? Şimdi her film apayrı bir proje olarak hayata geçiyor. Çok farklı sermaye grupları para koyuyor, kimi zaman dış ülkelerden ve de kurumlardan destek geliyor: ünlü EURİMAGE yardımı gibi... Onun için, tümüyle bağımlı veya bağımsız film ayrımı de pek kalmadı. Ama daha küçük ve mütevazı filmlerin, küçük bütçelerle yapılmış bazen çok cesur, farklı ve özgün filmlerin de belli bir seyirciye ulaştığı bir gerçek. Ve iyi ki de öyle... Seyircimiz bunlara belli ölçüde ilgi gösteriyor. Gerisini de dış satışlar kapatıyor.

Sizce bir filmi ne iyi yapar?

Benim çok klasik bir tarifim vardır. Yineleyeyim: iyi bir film, konusuna ve hikâyesine en uygun anlatımı gerçekleştiren filmdir.

recep-ivedik-le-sinir-otesine-gecemezsiniz-790048-1.

***

SANATÇISINI TÜKETEN TOPLUMUN KİTABI YAZILIR

Kitapta Metin Akpınar’ın gözaltına alınıp koşullu olarak serbest bırakılmasına sitem etmişsiniz. Metin Akpınar Metin Akpınar olmasaydı yine aynı şeyler olur muydu sizce?

Metin Akpınar sadece bir örnek. Elbette yaşı ve toplumdaki sevililirlik oranı düşünüldüğüne, zirve bir örnek. Ama kimler açık haksızlıklara uğramadılar, linç edilmek istemediler ki!...Yaşar Kemal’dan Müjdat Gezen’e, Zülfü Livaneli’den Fazıl Say’a, Türkan Saylan’dan Adalet Ağaoğlu’na, Yılmaz Güney’den Neşet Ertaş’a? Bu konuda apayrı bir kitap yazılmalı: “Kendi Sanatçısını Tüketen Toplum” diye...

Peki 40 yıllık gözlemlerinize göre politik baskıların sinemaya yansıması nasıl?

Eskisi gibi ağır bir sansür yok. Gerçi olduğu yıllarda bile ne cesur, ne muhalif, ne siyasal filmler yapılmıştı. Ama çağımızda bu kadar sert bir devlet sansürü yok. Bunun en büyük nedeni teknolojik devrim. Artık farklı görüşleri, muhalif tavırları, aykırı bakışları ötekine ulaştırmak öylesine kolay ki... Uğraşılıyor gerçi, ama bir sel gibi akan o eleştirel akımları durdurmak mümkün değil.

Hayatımızın birçok yönünü etkileyen salgının sinema sektörünü nasıl etkiledi? Sonraki yıllarda dair öngörüleriniz neler?

Koronavirüs olayının etkileri yıllarca sürecek gibi. Öylesine bir deprem ki her şeyi sarstı. Lanetli bir çağ bu ve nasıl geçecek, bilmiyorum. Sanat zor dönemlerde hep olduğu gibi yine önemli bir destek, sağlam bir sığınak. Ama onun bile yaradıştan icraya, yorumdan eleştiriye öylesine engelleri var ki... Gerçekten önümüzü göremiyorum ve geleceği bilemiyorum. Ne diyeyim, hayırlısı olur inşallah.

Son olarak ciddi bir kalp rahatsızlığı geçirdiniz. Kitapta da “Koronadan kurtulup kardiyolojiye takılmak!” başlığıyla işlemişsiniz. Sağlığınız nasıl şimdi?

Evet, bu kitabı ve hemen ardından gelecek bir diğerini. Koronavirüs belasının ilk günlerinden itibaren oturup kotardım.

Çok yoğun bir çabayla... Ama araya birden ağır bir kalp sorunu girdi. Tam 6 damarıma by-pass yaptılar. Oysa daha kitaplar için yapılacak işler vardı. Onları da sanırım Tanrı’nın lütfettiği bir ekstra-enerjiyle bitirdim. Şimdi daha iyiyim. Şu günlerde bir son kontrol yapılacak. Bakalım nasıl çıkacak… İnşallah ikinci kitabımın da son rötuşlarını bitirip teslim etmeyi umuyorum.