Ekşi Sözlük’te olsun, diğer sözlüklerde, “forum” formatında yayın yapan mecralarda, internet...

Ekşi Sözlük’te olsun, diğer sözlüklerde, “forum” formatında yayın yapan mecralarda, internet gazetelerinin okur yorumlarında olsun, yaşayan ve hakkında sık sık konuşulan bir internet sosyal tipinin adı, Troll. Büyük harfle Troll’ün, internetten kopamadığımız şu zamanlarda Turist, Yuppie, Kaybeden, Köylü, Şehirli vb gibi bir sosyal tip olarak incelenebileceği fikrindeyim.
 
Tipin ortaya çıkışını ilk sanal cemaatlerin oluştuğu 1980’lere, Usenet yazışmalarına kadar geriye götürmek mümkün. İskandinav mitolojisinin çirkin yaratıklarından birinin ismi, bu ortamlarda kolay ayırt edilebilir ve sevilmeyen bir kışkırtıcı iletişim tarzına verilmiş. Tabii kelime ile işaretlenen iletişim tarzı, insanların internet-öncesi etkileşim alışkanlıklarının belli bir biçiminden internete bulaşıyor. Troll’ün internete özgü bir sosyal tip haline gelmesi, sanal sosyalleşmenin sağladığı anonimlik ve çok sayıda kullanıcının aynı anda içerik üretip etkileşime girebildikleri mecraların hem niceliksel olarak artması, hem de teknik imkânlar açısından güçlenmesi ile oluyor.
 
Başbakan Erdoğan’ın 13 Nisan’da Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Genel Kurulu’ndaki performansı, bu Troll tipi ile bir karşılaştırmanın mümkün olabileceğini düşündürttü bana. Zira işaret ettiğim gibi, internette ortaya çıkan bu sosyal tipin sosyolojik kökeni zaten kalabalık sayıda insanın yüz yüze veya internet-öncesi medya araçları üzerinden etkileşimde oldukları mecralarda. Tarihin ilk Troll’leri arasında siyasetçileri sayabilir miyiz? Kuşkusuz siyasetçinin, özellikle de iktidar sahibi olanının başka türlü çıkarları, işlevleri var. Erdoğan gibi, Ekşi Sözlük’teki muhlis bir yazar dostumun tanımıyla “delikanlılık ışığında uluslararası ilişkiler” okuluna müdür olmuş bir siyasetçinin Troll’lüğünün özü şurada: Simgesel sermaye biriktirme amaçlı provokasyon.
 
Bu son tabiri açacağım. Ama şu “delikanlılık” mevzuunu Türk erkekliği mitleriyle gereğinden fazla yerelleştirmeyelim derim. Malum, “maço” veya “şovenist” gibi politik kültür içinde evrensel açıklayıcılığı olan kavram-kategoriler var, ki ikisi de Fransız sosyalistleri tarafından Erdoğan’a tepki olarak kullanılmış. Berlusconi’den Ahmedinejad’a ortak özellikleri olan, ulusal-kültürel farklılaşmalardan taşan, sanırım ataerkilliğin beynelmilel mekanizmalarıyla ilişkilendirilebilecek bir habitus söz konusu.
 
“Simgesel sermaye biriktirme amaçlı provokasyon” dedim. Troll nasıl tanımlanıyordu, hatırlayalım: “Bir tartışma listesi, forum, vb kamusal internet mecraında, asıl tartışma konusundan sapmayı sağlayacak, saldırma, münakaşa ve/veya düzeltme amaçlı çok sayıda cevap kışkırtmak için, kasıtlı olarak yanlış/antagonistik/rencide edici mesajlar yayımlayan kişi.”
 
Erdoğan’ın son performansından bir örneği de taşıyalım, alıntıyı uzun tutuyorum (bazı cümlelerin başına koyduğum numaralar birazdan işe yarayacak):
 
“[1] Yüzde 10 barajını indirmek ya da indirmemek demokrasiyle ilintili bir konu değildir. [2] Şu anda Avrupa’da yüzde 8, yüzde 7 barajı da var. [3] Biz ülkemizin istikrarı için, güveni için böyle bir adımı devam ettirme kararı almışız. Halkımızda da bunun karşılığı var. [4] Çünkü bizden önce tek başına iktidarların olduğu dönemde Türkiye’nin çıtası hep yükselmiş, koalisyon hükümetlerinin olduğu dönemlerde de hep gerileme dönemi başlamıştır. (…) [5a] Yeri geldiği zaman eğer bu barajın biraz düşürülmesi gerekirse onun da yine halkımızla müzakeresini yaparız, ama onu size soracak değiliz. (…) [5b] Kararını verecek olan 74 milyonluk Türkiye’dir. (…) [6a] Yüzde 10 barajını koyan benim partim değil. [6b] Biz de yüzde 10 barajıyla geldik. [6c] Biz geldiğimizde bu baraj vardı. [7a] Partimizi kurduk, 16 ay sonra da iktidar olduk. [7b] Bu bir gerçeği gösteriyordu. [7c] Bu kadar kısa zamanda böyle bir parti nasıl oldu da yüzde 10 barajını aşarak Türkiye'de iktidar oldu?”
 
“Fransız kalmak” ile ilgili rencide etme niyetli söylem parçası da bu pasajla birlikte düşünülebilir. Burada Erdoğan, daha ilk cümlesinde kendisine sorulan sorunun meselesinin (“yüzde 10 gibi yüksek bir baraj demokratik midir, neden”) doğrudan üzerinden zıpladıktan sonra, ortalama bir internet Troll’ünün retoriği ile devam etmiş. Anonim Troll, yıldırıcı, baskın söylemiyle kendini ayırt eder ve ona karizma getirecek kredisini (“simgesel sermaye”) kışkırttığı kurbanlar ve seyircileri üzerinden, biriktirebilir. Siyasetçi Troll’ün yukarıdaki örnekteki türden söylemi de, yarattığı infial ve bu infialin izleyicilerinin tepkileri sayesinde karizma birikimini sağlar. Belki diğerleri yanında bir önemli fark şu: Siyasetçi, internet Troll’ünden daha fazla, retorikteki cüretinin ve kışkırtıcılığının çekeceği sinik hayran kitlesinin tedarik ettiği krediye bağımlıdır. Bu Troll tipinin gördüğü işin sosyolojik boyutu.
 
Erdoğan’dan alıntıladığım örneği bir de sergilediği mantıksal safsatalar açısından inceleyebiliriz, analitik-felsefi bir egzersiz yapmak istiyorsak. Bence bu kısmı da öğretici. Numaralar, yukarıda işaretlediğim cümlelere ait.
 
[1]: Tartışılması istenen önermeyi gerekçesiz tartışma dışı ilân etmek. Zaten [1]’e rağmen Troll tartışmayı sürdürüyor.
 
[2]: Burada öncelikle, klasik mantıksal safsatalardan tu quoque var, bir önermeyi (“yüksek seçim barajı”), benzerini karşı taraf da kabul ediyor diye cevaplamak. Ama daha kötüsü, [2] yanlış. Avrupa Birliği’nde  yüzde 7 veya yüzde 8 baraj yok. Almanya ve Belçika’da yüzde 5 var. Pek bir demokratik Rusya’da yüzde 7 var.
 
[3]: Belki de tek düzgün argüman. Barajın varlığı demokrasiyle ilintili değildir, ama istikrarın sağlanması (yani koalisyon hükümetlerinin önlenmesi) ile ilintilidir. Asayişi demokratikleşmenin önüne koyuyorsanız, en dürüst baraj gerekçesi.
 
[4]: Dicto simpliciter adlı safsata, yani tüm örnekler için geçerli olmayan genelleme. [3]’ün daha tarihselleştirilmiş bir desteğe ihtiyacı var.
 
[5]: Buradaki iki cümle, [1] ile çelişiyor. Seçim barajını düşürme kararını demos verecekse, demek ki barajı ayarlamak demokrasi ile ilintili?
 
[6]: Buradaki üç cümle konuyla alakasız tekrarıyla (“biz barajı kurmadık, vardı ki”) sanırım argumentum ad nauseam, “kusturana kadar argüman” teşkil ediyor. Dahası, barajın inmesi-çıkması demokrasiyle alakalı değildir diyen biri burada bir kabahati üzerinden atmaya çalışma telaşına girmiş gibi.
 
[7]: Non sequitur adlı safsata, yahut, argümanı (“barajın yüksekliği demokratikleşmeyle alakalı değildir”) savunmak için üretilen savların argümanla nedensel ilişkisini gösterememek. AKP’nin seçim barajını kısa sürede aşabilmesi, barajın meşruiyetini ispat etmez. Hâttâ süreyi bir kenara bırakın, herhangi bir partinin herhangi bir genel seçimde yüzde 10 üzerinde oy alabilmesi, bunun altında oy alan partilerin temsiliyet mekanizmasından dışlanmasını demokrasi tartışmasının dışında bırakma gerekçesi yapılamaz. Daha doğrusu, aradaki nedensellik belli değil: Herhangi bir baraj seviyesi, neden o barajı geçebilen partilerin varlığı ile haklı kılınsın?
 
Seçim barajı ile ilgili Troll’lemeden bir tane tutarlı argüman çıkıyor denebilir, ama bu da Avrupa Konseyi organında çok açıkça dile getirilebilir değildi. Troll’e kredi/inandırıcılık kaybettirirdi, düzgün, antagonistik olmadan (“size mi soracaktık?”) ifade edilseydi:
 
“Baraj asayiş ve istikrar için gereklidir.”
 
Bu da tabii, Türkiye şartlarında şu anlama geliyor:
 
“Baraj ‘Kötü Kürtler’ TBMM’den olabildiğince dışlansın diye gereklidir.”