Bu işin başlangıcı 1917 Ekim Devrimi sonrasında başlar, dünya ve insanlık ilk kez Marksizm’e dayandığını söyleyen bir sosyalist devrim ile karşılaşıyordu. Sosyalist ülkenin kurulmasından sonra ütopyaların birbiriyle yarıştığı, herkesin kendi kafasındaki hayali sol ve bilim adına savunduğu bir durum ile karşılaştık. Başladılar Proletkült masalına. Onlara göre Çarlık dönemindeki sanat burjuva sanatıydı, ya da gerici Çarlığın etkisi altında Avrupa kültürüne özenmiş kimselerin bunları geri Rusya toprağına monte etme biçimiydi… Kısacası proletaryanın sanatı değildi… Ama ne oldu, proletaryanın sanatı diye ortalığı iptidai ürünler ve fikirler kapladı. Sanatın kendi doğası ve estetiğin gereksinimleri arka planda kaldı. Onların kafasına göre, burjuvazinin ürettiği kurallara bağlı kalan ve kuşkusuz insanlığın kurtarıcısı olan proletaryaya hizmet etmeyen sanatı tümden topraklardan kazımalı, onların yerine işçi sınıfına hizmet eden, sınıf bilinçli bir sanat kurmalıydı…

Komik olan sanatın doğasına tamamen aykırı bu fikirlerin paradoksu çok net: Sovyetler Birliğinde Sanat Dünyası kontrol edilmediğinde, iktidar tam olarak kendini tesis etmediğinde sivil toplum içinde Devrimden sonraki on yıl boyunca dünya çapında nitelikli estetik ürünler verdiler. Hemen ardından iktidar güçlendikten ve toplumu şekillendirmeye muktedir olduktan sonra ise sanat radikal biçimde geriledi ve tek-tip anlayışın altında eleştirel ve çeşitli niteliğini kaybetti.

Sanat bir toplumun bilincini, aklını, fikrini, bilimini değil, o toplumun tarihsel arketipleri ile bugünkü bilinçdışı arasında akıl yoluyla bir gezinmeye karşılık gelir. Dolayısıyla, bilinçdışını yasaklayan ya da zararlı gören bir anlayışın estetiği kuşatması ve estetiği hizaya getirmesi kaçınılmaz paradoks olarak “ağdalı bir sansüre” yol açar. Nitekim öyle oldu! Niçin? Çünkü o dönemin sanatına göre, en gelişkin formlar altında ve üstelik sınıf bilincini de taşıyan, mesela Eski ile Yeni (diğer adıyla Genel Çizgi) adlı Eisenstein’ın Kolektivizasyonun köylüler üzerindeki etkilerini anlatan mükemmel belge filmini “Biçimci” diye suçlayabildiler.

Aynı şekilde, sanatçılar arasındaki “ideal form” üzerine tartışmalarda, sanatçılar aslında ideal biçimin olmadığını, her birinin savunduğunun sadece formun bir şekline karşılık geldiğini, meşru olduğunu ve aslında tek bir biçimi savunmanın, ya da ideal biçimi bulma çabasının anlamsız olduğunu bilmiyorlardı. Bir süre sonra da, her birisi çok önemli birkaç eser ürettikten sonra hizaya girdi, “Biçimcilik” suçlaması altında, sanatları budandı, kısırlaştırıldı, “sosyalist gerçekçilik” başlığı altında şu paradoksun içinde geriledi:

“Şu anda varolan nedir? Şu anda varolan ideal durum mudur? Şu anda varolanın yerine olması gereken nedir? Sanat yalnızca sorunları göstermekle yetinebilir mi? İyi sanat, insanlara aynı zamanda çözümü de göstermeli midir? O zaman, sanat eserleri sorunlar kadar halka bilinç taşımak için çözümleri de göstermelidir!.. Halka umut vermeden sanat olabilir mi?...”

Sonuçta ortaya çıkan sistemin yaratıcı ve keşfedici, ufuk açıcı, eleştirel ve sistemi bilince çıkaran unsurlarını sarsmak, onları tek-tipe dönüştürmek ve hatta giderek “iradeci söylem ile insanlığın sınırları, ufku, eylemin sonuçları hakkında gerçekleri sansürlemek…”.

Yani ideal üzerinden bir uslamlama ile sansürü meşrulaştırdılar ve sansürün dayanaklarını ürettiler. Çeşitlilik azaldı, söylem daraldı, eleştirel niteliğini yitirmeye başladı…

Bu anlamda batıda sanat ruhunu ve eleştirel akılla sorgulayan niteliğini yitirirken, doğuda ya da Sovyetler Birliğinde ise ideal adına gerçeklik sınırlanmaya başladı, sanatın kendisi de gerçekleri anlatıyorum üst başlığı ve aşırı iddiası altında “gerçekliği sanat eserinden çıkarmaya” başladılar. Batı ve Doğu esasında sanatı yoldan çıkarıyorlardı. Doğuda ya da Reel Sosyalist Ülkelerde sansürün olmadığını söylemek “budala” yalanıdır. Gerçekliğe hükmedemeyen insanın sınırlarında başlar sanat, “şimdi olan bu aslında ne olmalı” diye dayatan fikrin çelişkisiyle devam eder. Sanatı zapturapt altına almaya çalışan her anlayış kendini dayatmaya başlayınca esaslı bir sansür kurumuna dönüşür! Paradoksun da çözümü yoktur.