Yerel seçim sonrası yanıtlanmayan soru Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası da karşımızda duruyor; sandığa giden seçmenin % 51’i sırtında taşıdığı bunca küfeye karşın Erdoğan’a niçin oy verdi?

Yerel seçim sonrası yanıtlanmayan soru Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası da karşımızda duruyor; sandığa giden seçmenin % 51’i sırtında taşıdığı bunca küfeye karşın Erdoğan’a niçin oy verdi?

Nedenlere ilişkin çok sayıda açıklama var. Muhalefetin yetersizlikleri, medyanın ahlaki olmayan rolü, devlet gücünün eşitsiz kullanımı, toplumun duyarsızlığı ve hatta cehaleti, muhafazakarlaşma ve din faktörü AKP ve Erdoğan’ın başarısında yaygın açıklamalar olarak önümüze konuyor.

Bu açıklamaları bir an için bir yana bırakıp, bir başka pencereden bu soruya yaklaşmak istiyorum. Tezim şu; “alıştığımız biçimiyle” ulus-devlet merkezli siyasetin yerine içerisi-dışarısı sınırlarını farklı çizen, aidiyetleri farklı tanımlayan yeni bir siyaset biçiminin, ahlakının ve hukukunun konuluşuna şahitlik ediyoruz. Bu değişimin gerisinde çoklu nedenler olduğu gibi, yol açtığı köklü sonuçlar da var.

Değişimin önemli sonuçlarından biri daha önce uluslararası siyaseti tanımlayan “reelpolitik” anlayışının bugün iç siyaset dediğimiz alanı da tanımlayan ana mantık haline gelmiş olması.

Reelpolitik devletlerin ulusal olarak tanımladığı çıkarları korumak adına, o sınırların dışındaki eylemlerinde, ahlaki, hukuki kural ve normları gerektiğinde gözardı eden siyaset biçimini tanımlar. Bu siyaset mantığı ulusal sınırların içinde yaşayanların sınırların dışında kendi devletlerinin hukuksuz ve ahlaki olmayan uygulamalarını görmezden gelmelerine, kendi sınırları içine taşmadığı ölçüde, yarattığı sonuçları dert etmemesine yol açar. Dahası bu tür ahlaki olmayan durumlar, sonuçları kendilerine olumlu yanısıdığı ölçüde, toplumun geniş bölümlerinin desteğini de alır.

Türkiye’de iç-dış siyaset ayrımı büyük ölçüde çökerken, iç siyasete giderek artan biçimde reelpolitiğin mantığı damgasını vuruyor. Sınırlar, içerisi-dışarısı, dost-düşman yeniden tanımlanırken, yeni bir iktidar geometrisi ve jeopolitiği ortaya çıkıyor. Diğer bir anlatımla, 1980 sonrası dayatılan küresel dünya düzeni ve “ulus-devletlerin sonu” senaryolarının adım adım uygulanışının sonunda gelinen yeni bir düzen(sizlik)le ve onun siyaseti ile karşı karşıyayız artık.

Bu düzenin yaratılmasında AKP, kendisinden öncekilerden çok daha önemli roller üstlendi. Ulus-devlet düzeninin içerdeki bölünmelerini aşma adına yola çıkan AKP, bugün bu çatlakları kırılmaya dönüştürmüş bulunuyor. Ulus-devlet düzeninin dışarda kurduğu türden biz ve düşmanımız ikiliğinden daha büyük ikilikler içerde laik-muhafazakar, seçkin-halk, alevi-sünni ayrışması olarak yaşanıyor. Tam da bu nedenle reelpolitik artık iç siyasetin hakim mantığı haline gelmiş bulunuyor.

Sorun şu ki karşı karşıya olduğumuz sadece bir siyasal strateji değil. Artık toplum da önemli bir karşılığı var. Yani şu ayıpladığımız, hukuksuzluklar, yolsuzluklar, keyfi ve ahlaki olmayan uygulamalar var ya, işte onları toplumun dikkate değer bir bölümü de dert etmiyor. Çünkü sınırlarını artık başka türlü çekmiş, ya da çekilmesine razı olmuş bu kesimler olanı kendi sınırlarının dışında görüyor. O sınırlar birilerinin görmek istediği gibi (en azından eski keskinliği içinde) ulusal sınırlar değil; belki kendi konutunun hemen etrafından, belki kendi yakınlarının, belki de kendi cemaat kümesinin hemen dışından çekilmiş durumda. Ahlakını, hukukunu, kuralını bu sınırların içinde tanıyor. Olumsuzluklar o sınırların içine yansıdığı zaman dert ediyor. Dışında olduğu ölçüde önemsemiyor. Dahası lehine olduğunu düşündüğünde yapana sahip bile çıkıyor.

Tam da bu nedenle, Erdoğan’ın % 40’ın desteği ile Cumhurbaşkanı olması bu yeni düzen açısından bir sorun oluşturmuyor. Geriye kalanlar düzenin sınırlarınının dışında zaten!