Cehennemde yanan kazanların başında bekleyen zebani fıkrasını belki duymuşsunuzdur. Hani şu diğer milletlerin içinde olduğu kazanların başında değişik sayıda zebani beklerken, bizim milletin içinde bulunduğu kazanın başında hiçbir zebaninin olmadığı. Çünkü ihtiyaç yokmuş. Birisi kazandan çıkmaya çalışınca diğerleri ayaklarından tutup tekrar kazanın içine çekiyormuş.

Bu fıkrayı anımsatan bir tartışma bugünlerde sosyal medyada yaşanıyor. Belki duymuşsunuzdur, Kadıköy Belediyesi’nde çalışan işçiler, önerilen ücret artışını yeterli bulmadıkları için greve gidiyorlar. Belediye ne teklif ediyor, işçiler ne kadar talep ediyor bu yazının konusu değil. O konuda yazılan yazıları zaten başka yerlerde okursunuz. Bu yazı greve giden işçilere gösterilen tepkilerde kullanılan ifadelerin zımni anlamları üzerine.

Greve giden işçileri eleştiren bazıları, “asgari ücretin 2.825 lira olduğu” diye başlayan mesajlarında işçilerin, belediyenin önerdiği rakamı az bulmuş olmalarına tepki gösteriyor ve bunun bir “hak talebi değil, haksız yaşam standardı artış talebi” olduğunu belirtiyor. Haklı yaşam standardı talebi artışı nasıl oluyor bilmiyorum. Ne yaparsanız yaşam standardınızı artırmaya hakkınız olur, onu da bilmiyorum. Bunu söyleyenler, acaba, çalışanların yaşam standardını artırma hakkını, “yarattıkları değer” ile mi ölçüyor? Eğer öyle ise sokağınızdaki çöpün toplanmasının “değeri” nedir? Bunu nasıl ölçeceğiz? Maliyetten mi yola çıkmalıyız? Yoksa insanların ödemeye razı oldukları bedeli mi esas almalıyız? Mesela, üç gün çöp toplanmasa, sokağınızın ne hale geleceğini tahmin edebilirsiniz. Bu durumda daha fazla bedel ödemeye razı olur musunuz? Eğer yanıt evet ise, aynı hizmet için “değerin” nasıl değiştirilebildiğini görmüş oldunuz. İş aynı, ama biçtiğiniz değer bir anda farklılaştı.

Eleştiride bulunanların bazıları da “milyonlarca insanın işsiz olduğu bu dönemde” diye başlayan cümleler kurarak, bir anlamda, içinde “fırsatçılık” barındıran bir yaklaşım ortaya koyuyorlar. Birilerinin işleri yok iken, işi olanların “şükretmelerini” öneriyorlar. Buna benzer çok sayıda mesaj sosyal medya hesaplarında dolaşıyor.

Bu ve benzer tepkiler bize gösteriyor ki aslında bazıları “yoksulluğa mahkûm edilmiş olmayı” kabullenmişler. İstiyorlar ki kimse daha yüksek bir refaha sahip olamasın. Kimse hayat standardını yükseltecek ücret artışı talebinde bulunmasın. Hatta böyle bir talepte bulunamasınlar bile! Hele greve gitmek ne demek? Olur mu öyle şey? Çalışıyorsun işte. Ne veriyorlar ise al ve şükret. Hem iş bulmuş hem de parayı beğenmiyor. Olacak iş mi? Eğer parayı az buluyorsanız, bırakın gidin. Milyonlarca işsiz var. Onlar gelip size teklif edilenden çok daha düşük ücrete bile çalışırlar. Eğer onlar da birgün yüksek ücret isterler ise, onlara da işi olmayan milyonları gösterip şükretmelerini talep ederiz. Bak gördünüz mü? Belediye kaynakları ucuza işçi çalıştırılarak nasıl “verimli” kullanılıyor? Hep demiyorlar mı, devleti şirket gibi yöneteceksin diye? Madem belediye de bir anlamda devlet, onu da şirket gibi yönetsek? Personeli asgari ücrete çalıştırsak?

Bu eleştirileri yapanlar ise “yarattıkları yüksek katma değerin sağladığı yüksek yaşam standartlı” hayatlarını yaşamaya devam etsinler. Nasıl olsa düşük yaşam standardını “hak eden” birileri onların sokağındaki çöpü toplayarak onların yaşam standardının yüksek kalmasına katkı sağlayacaktır. O işçilerin hizmetine ödediklerinden daha fazla bir tutarı, adını bile telaffuz etmekte zorlandıkları afili bir fincan kahveye öder, yüksek yaşam standartlarının keyfini çıkarmaya devam ederler.

Afiyet olsun.

Not: Bu yazı tamamladıktan sonra Kadıköy Belediyesi’nden yapılan açıklamada, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin anlaşma ile sonuçlandığı açıklaması yapılmıştır. Hayırlı olsun.