Türkiye’de bir süredir “İkinci Kurtuluş Savaşı” üzerine bilgi eksiklikleriyle dolu destanlar(!) yazılıyor.

Ülkenin bozulan dış politikası uluslararası arenada yalnızlaşma meydana getirdi.

Biraz da “hastalıklı” bakış açısıyla şöyle görüşler aleni olarak yazılıp, çizilebiliyor:

»Bütün dünya bize karşı savaş açtı!

Otoyola tersten giren sürücünün isyanına benziyor bu durum:

»Herkes ters yönde ilerliyor!

Herkes bize karşı olduğuna göre buyrun kurtuluş savaşlarından savaş beğenin.

Bu tespitlerin Kurtuluş Savaşı ile katiyen bir ilgisi bulunmuyor. 1919-1922 yılları arasında Mustafa Kemal ve arkadaşları ülkeyi işgal eden dış güçlere karşı savaşıyorlardı.

Kutsal ülkü uğruna da ülke içinde büyük bir seferberlik başlatmışlar, herkesi kucaklamışlardı.

Şimdi böylesi bir durum var mı?

Tam tersine Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerine karşı açılmış bir savaştan söz edebiliriz. Bunların başında da laiklik geliyor.

Cumhuriyet tarihinde benzeri görülmemiş bir “iç düşman” olgusu yaratıldığı açık olarak görülüp yaşanıyor.

İktidar kendisine “dur biraz, ne yapıyorsun?” diyen herkesi, her kuruluşu, her kurumu “düşman” ilan etmiş yürüyor.

İktidarın taarruzu da başka bir refleks doğurdu.

“Sahici” Kurtuluş Savaşı’nın bağımsızlık ruhunu anlatan, büyük önder üzerine bestelenmiş İzmir Marşı, iktidarın her türlü baskısına karşı bir isyan bayrağına dönüştü:

“Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa

Adın yazılacak mücevher taşa!”

Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerleriyle birlikte ortadan kaldırma amaçlı anayasa değişikliği referandumu, bu açıdan bir başka Kurtuluş Savaşı’nı çağrıştırıyor.

O eski yıllarda da şartlar çok elverişsizdi, memleketin başında bulunanların nitelikleriyse, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi içinde ayrıntılı olarak sıralanıyor.

İktidarın bütün seçimleri kazanarak bugünlere gelmesi de haliyle bir endişe yaratıyor. Onun için iktidarın nimet havuzları dışında kalan bölümleri de dahil herkes “HAYIR”ın hayrına inanıyor.

Bu açılardan bakınca 16 Nisan Referandumu, Kurtuluş Savaşı içinde bir yere oturtulabilir:

“İkinci İnönü Savaşı’na…”

O da nisan ayındaydı… Cumhuriyet’i kuracak kadronun yönettiği savaş umulmadık bir başarıyla sonuçlanmıştı.

Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal’in Batı Cephesi Komutası ve Genel Kurmay Başkanı İsmet Paşa’ya çektiği telgraf umutsuzluğun umuda dönüşme noktasını da anlatıyor:

“Bütün dünya tarihinde, sizin İnönü Meydan Muharebelerinde üzerinize yüklediğiniz görev kadar ağır bir görev yüklenmiş komutanlar pek azdır. Milletimizin istiklal ve varlığı, dahice idareniz altında görevlerini şerefle yapan komuta ve silah arkadaşlarınızın kalbine ve vatanseverliğine büyük bir güvenle dayanıyordu.”

Telgrafın tarihe geçen altın cümlesi de bu satırların altında yer alıyordu:

“Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs (tersine dönmüş) talihini de yendiniz!”

16 Nisan 2017’de Türkiye’de demokrasinin makûs talihi de sandıkta yenilgiye uğratılabilir.

Böylesi bir ihtimal çok güçlü görünüyor.

Çünkü “gerçek kurtuluşu” da içinde barındırıyor.

***

Tayfun Talipoğlu

Özel televizyonların yayın hayatına başlamasıyla birlikte pek çok gazeteci yeni medyada öne çıktı. Bunlardan biri de Tayfun Talipoğlu idi. Milliyet’in Ankara bürosunun emektar muhabirlerinden biriyken bir anda bütün Türkiye’nin tanıyıp sevdiği yıldız haline geldi.

Tayfun ne tür programlar yaparsa yapsın, gazeteciliğini her zaman en öne koydu. İçinde mutlaka “haber” bulunan bir çizgi izledi.

Onun programlarının en sadık izleyicilerinden biri de rahmetli ağabeyimiz Hasan Pulur idi. Bir akşam önce izledidiği “Bam Teli” programında Tayfun Talipoğlu’nun neler bulup ekrana getirdiğini sabah sohbetlerimizde uzun uzun anlatırdı. Sonra da oturur yazardı. Çünkü içinde “haber” vardı.

Tayfun çok yetenekliydi. Daha televizyon yıldızı olmadan da eline aldığı mikrofonla sahnelere çıkar olağanüstü güzel şarkılar söylerdi.

Eski Milliyet’ten Zülfükar Doğan ile Diyarbakır Kervansaray Oteli’nde konakladıkları bir gece, Tayfun tek şarkı okumak için çıktığı sahneden izleyicilerin ısrarlı alkışları sonunda bir saati aşan özel bir program yapmıştı.

Tayfun değişen koşullara göre eğilip, bükülmedi. Yerini koruma kaygısıyla kendinden ve program içeriklerinden ödün vermedi.

Bu yol, haliyle güç sahiplerini rahatsız edecekti. Etti de…

Yaygın medyanın dışına itildi. Ancak ekranlardan sökülemedi. Kalemiyle de aynı yolun yolcusu oldu.

Özel bir gazetecilik markası olarak parıltılı yolunda ilerlemeye devam etti.

Her ölüm erkedir.

Tayfun’unki ise çok erken oldu. Onun “kalp krizi geçirdi” haberlerine bile alışamamışken ölüm haberi yıktı geçti.

Tayfun Talipoğlu paylaşımcı bir insandı. Gezip gördüğü ülkeler, şehirler, yörelerde kendisine verilen hediyeleri, Safanbolu’ya armağan etti. Orada mütevazı bir “Bam Teli Müzesi” vardır.

Tayfun Talipoğlu’nu her zaman özlemle anacağız ve hiç unutmayacağız.