Siyaset iki mantık etrafında şekilleniyor. Çoğulcu siyaset mantığı her kesimin sorunlarından doğan taleplerini teker teker kendi özgünlükleri içinde cevaplamayı amaçlar; bu durumda siyaset çok parçalıdır ve belli bir eşiği aşan kesimler siyasal parti ve hareketlere dönüşürler. İkinci siyaset mantığı ise popülisttir; toplumda var olan çoklu sorunlar ve talepler liderliklerin arkasında tekil talepler içinde erirler.

Türkiye’de uzun süredir çoğulcu siyaset mantığına yer kalmamış durumda; siyaset popülist mantık etrafında şekilleniyor. Son referandum bu durumu daha da keskin hale getirdi. Görünen o ki öngörülebilir geleceği de popülist siyaset mantığı belirleyecek. O zaman siyasetin geleceğini tartışacaksak, bir miktar bu mantığa kafa yormamız gerekiyor.


Popülist siyaset mantığının en önemli öğesi popülist liderliklerin arkasına alacağı halkı nasıl tanımlayacağıdır. Halk tanımlamasında ise sonsuz seçenekler yok; bugüne kadar yapılan tanımlamalara baktığımızda, üç ana halk tarifinin yapıldığını görüyoruz.

Birincisi MHP ve yakın zamana kadar HDP’nin yaptığı gibi halkın bir ulus olarak tanımlanmasıdır.

İkinci yol halkın bir egemene karşıtlık içinde tanımlanmasıdır. AKP, uzun süre kendi halkını Cumhuriyet seçkinlerine karşıtlık içinde tanımladı.

Üçüncü seçenek ise halkın ezilen/sömürülen bir sınıf olarak, hâkim ekonomik düzene karşıtlık içinde tanımlanmasıdır. Bu tanımlamanın Türkiye siyasetinde uzun süredir kendisine yer bulamadığını da belirtelim.

Önümüzdeki dönemin siyasal dinamiklerini ve cephelerini tartışacaksak, o zaman popülist siyaset mantığının iktidar ve muhalefet cephelerinde bundan sonra nasıl kurulacağına bakmamız gerekiyor.

Yukarıda kısaca değindik; AKP halkını uzunca bir süre Cumhuriyet seçkinleri karşısında ezilen halk olarak kurdu ve onun temsilciliğini üstlenerek hegemonik projesini üretti. Bu stratejinin yetersiz kaldığı 7 Haziran sonrasında ortaya çıktığındaysa, ulus temelli halk tanımlamasını öne çıkararak MHP ve tabanına seslenip, evet cephesini bu çerçevede bir miktar genişletti.

Ancak Erdoğan ve AKP için ortada ironik bir durum var; siyasal tahkimatı nasıl yaparlarsa yapsınlar, artık Cumhuriyet seçkinlerine atfettikleri egemen konumunu işgal ediyor ve eleştirdikleri hemen her şey, artık onların vasfı haline gelmiş bulunuyor. Şimdi bu olumsuzluklara bir de şaibeli referandum sonucu eklendi. Bu gündemin canlı tutulması bugün hayır cephesinde yer alan geniş kesimlerin temel beklentisi ve CHP’ye bu konuda özel bir sorumluluk düşüyor.
Ancak üzerine gidilmesi gereken başka olumsuzluklar da var. Hali hazırda sıkıntılar yaşayan ekonominin yakın gelecekte daha da problemli hale gelmesi kaçınılmaz. Var olan bütün veriler baş aşağı bir gidişe işaret ediyor; bütçe ve dış ticaret açığı giderek büyüyor, işsizlik ve yoksulluk sarmalı her geçen gün daha geniş bir kesimi içine alırken, resmi rakamlar her dört gençten birinin işsizlik kıskacına girdiğini gösteriyor.

Tam da bu noktada, hayır diyen cepheye bir kez daha bakmak gerekiyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu hayır etrafında oluşan % 50’lik kesimi bir arada tutacak bir yol arayışında olduğunu açıkça ifade etti. Ancak egemene karşıtlık içinde ortaya çıkan söz konusu halkın çok heterojen bir yapısının olduğunu görmek durumundayız. Örneğin Kürtlerle MHP kökenli geniş bir kesimi aynı cephede tutmaya Erdoğan karşıtlığının uzun süre yeteceğini düşünmek aşırı iyimserlik olur.

O yüzden başta CHP olmak üzere hayır diyen muhalif parti ve kesimlerin “ekonomik düzeni” ve yarattığı “ezilen halkı” merkeze alan yeni bir tanımlamaya ihtiyacı var. Aslında bu stratejinin ete kemiğe bürünmesi çok zor değil; çünkü Erdoğan ve AKP artık sadece siyasal gücü değil, varlık fonu, büyük ölçekli projeleri ve yarattığı büyük şirketleriyle ekonomik gücü de temsil ediyorlar. O nedenle karşıya konulan egemenin, sadece siyaset değil, ekonomi ve bölüşüm üzerinden de tanımlanması gerekiyor.

Özellikle CHP açısından bu önemli bir söylem değişikliği ve onu destekleyecek pratikler gerektiriyor. Birikim ve büyüme stratejilerinin, onların motor gücü olan ve kentleri tanınmaz ve yaşanmaz hale getirip, doğayı tahrip eden büyük ölçekli projelerin hedefe konulması gerekiyor.

Bir kez daha altını çizmek gerekirse, bu tür bir yönelim iktidarın elinden önemli bir imkânı alacaktır. Çünkü egemene karşı halk tanımı yapan siyasetin karşısına Erdoğan iktidarı ulus tanımlı bir halkı arkasına alarak çıktığı ölçüde, Erdoğan karşıtı cephede milliyetçi ve Kürt seçmenlerin bir arada tutulması zorlaşıyor. Oysa aynı durum ekonomik düzen karşında ezilen halk tanımlaması yapıldığında geçerli değil. Çünkü ekonomik düzenin yarattığı tahribat hem milliyetçiler, hem de Kürtler içinde geniş bir kesimi etkiliyor. Daha da ötesi, böyle bir tanımlama ve söylem AKP’nin yoksul tabanına da seslenme şansına sahip.

Dolayısıyla egemen vurgusu korunurken, egemenin karşısına konulacak ezilen/sömürülen halk söylemi, etkileyebileceği toplumsal taban açısından her gün biraz daha genişleyebilecek bir potansiyele işaret ediyor.

Şu ünlü tarihi görev var ya, kanımca işte o görev bugün itibariyle, bu potansiyelin şu uzun süredir unuttuğumuz sınıfa referans veren bir halk tanımı etrafında yaratılması ve harekete geçirilmesidir.