Geçen hafta referandum tahlililin sonuçlarından söz etmiştim, bu hafta da referandum sonuçlarının tahlilini ele alacaktım.

Geçen hafta referandum tahlililin sonuçlarından söz etmiştim, bu hafta da referandum sonuçlarının tahlilini ele alacaktım. Lakin sonuçlar yeterince tahlil edildi.

Bana düşen bu tahlilleri tahlil etmek. Herkesin (ters yönlerden de olsa) işaret ettiği bazı ortak olgular var: Türkiye üçe bölündü… Başkanlık sistemi geliyor…

Kimisi bunu demokratikleşme olarak alkışlıyor, kimisi karalar bağlıyor. Kimilerine göre gelişmeler fevkaladenin de fevkinde… Kimilerine göre vay başımıza geleceklere…

Amma ve lakin… Türkiye hakikaten “şimdi” mi üçe bölündü?

Yıl 1991, aylardan Kasım ve Türkiye’de bir seçim yaşanmıştı. “Aman memleket bölünüyor” tartışması da gırla gidiyordu. O sıralar şahsımın da çalışanlarından birisi olduğu ve Çetin ağabeyin (Uygur) başını çektiği İşçilerin Sesi gazetesi seçimleri manşetine şöyle taşımıştı: “Türkiye [seçmen oylarıyla] bölündü!”

“Bölündü” denilen Türkiye’nin alt coğrafyaları da üç aşağı beş yukarı şimdiki “evet, hayır, boykot” bölgelerine denk düşüyordu.

Evet, evet… Bunu tam da, “Şu devrimciler de çok mal insanlar, gelişmeleri hiç göremiyorlar” diyen çıtkırıldım yeni yetmeler, ekranlarda ahkam kesen medya maydanozları  için yazıyorum ve haliyle kendimizle övünüyorum. Övünmese miydim yani?

Başkanlık sistemiyle en veciz değerlendirmeyi ise 1992 yılında Tayyip Erdoğan’ın kendisi yapmış ve BirGün de bunu aylar önce manşetine taşımıştı: Başkanlık sistemi ABD emperyalizminin dayatması!

Şimdilik başka lafa, muhteremin lafının üstüne laf söylemeye ihtiyaç yok… Öte yandan her başkanlık sisteminin (teorik olarak) öngöreceği eyalet sistemi de belli bir rotaya oturacak gibi… Nitekim Cumhurbaşkanı hem nalına hem mıhına vurarak şöyle deyiverdi:

 “(Özerklik) Zihin bulandırıcı. Güven azaltıcı, ayrıştırıcı düşünce tarzları... Türkiye’nin demokratik standartlarını geliştirmek sorunları çözecektir.  Bunlar masum değil, kurgusu var, arka planı var. Hiçbirini doğru buluyorum. Âdemi merkeziyetçilik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi olabilir. Bunlar ayrı konular. Yerel yönetimler reformu çerçevesinde bakmak gerekir.”

Yani? Kürtlere özerklik felan lazımsa onu da biz veririz…Bir yandan Kürt muhalefeti yok edilecek, bir yandan özerklik… Demek ki o eyaletin başına, Kürt muhalefeti yok edildikten sonra, “Ne mutlu türküm diyene” diyebilen bir Kürt muktedir tayin edilecek… Bu arada Öcalan da Hakkari’deki faciayı değerlendirdi, bu eylem görüşmeleri durdurmayı hedefliyor dedikten sonra, bir ihtimal olarak bu işi PKK içinde bağımsız bir grup da yapmış olabilir dedi. Cumhurbaşkanı da aynı ihtimale işaret etmiş, PKK içinde bağımsız gruplar var demişti. Tek kelimeyle: İlginç!

Her neyse, son günlerdeki dikkat çeken gelişmelerden bir başkası da, Başbakan’ın “sermaye el değiştirdi” tespitiydi… Demek ki, üniversite, medya, ordu, yargı kaleleri fethedildi, şimdi sıra sermayeye çeki düzen vermeye geldi. ( O ne güzel tespitimizdi öyle: Bu tür gelişmelere “oligarşi içi çatışmalar” demez miydik?)

Bu yüzden olsa gerek, sermayenin sermaye ile savaşında taraf olma ya da bertaraf kılınma vakti de geldi. Ve dolayısıyla Taraf gazetesi de savaşını askeriyeden ve yargıdan büyük sermayeye yöneltti. Anadolu kaplanlarıyla birlikte İstanbul aslanlarına (dukalığına!) savaş açtı… Taraf manşeti şöyle: Maret sucuklarında virüs çıkmış… Bu sucuklar da Koçlarınmış. TÜSİAD’ın koçlarının…

Haydi bre Koç’a bile posta koyan Taraf koçlarım, yürüyün oligarşi üzerine, kim tutar sizi! Ama bari işçi haklarını da savunun… Hem saflarınızda sıkı komünistler de var… Sizlere eğitim çalışması yaptırsınlar. Tavsiyem şudur ki Nikitin’in Ekonomi Politik kitabından başlayın. (“Para” maddesine gelince şöyle bir durun, altını çizerek ve söylediklerinin tersini belleyerek okuyun, cukkanızı artırmanızda faydası olacaktır!) Bu arada biz yine ofsayda düştük. Çünkü hem aslanlara hem kaplanlara karşı, yani topyekun sermayeye karşı sınıf savaşı vermek zorunda kalacağız. Tüh!

Ve haliyle üff! Tahlilden bıktıysanız, alın size bir fantezi:

Gün gelir AKP’nin stratejisi tersine döner. Küreselleşme (globalizasyon) sürecinde küreyelleşmenin (grobalizasyon) askerleri olan AKP cephesi karşısında, aynı sürecin küyerelleşme (glokalizasyon) dinamikleri ittifak halinde devreye girer.  Nasıl mı? Süreç içinde, evet oylarının ağırlıkta olduğu bölgeler, Marmara, Ege, Akdeniz (ve birer küçük kale olarak Artvin ve Dersim) ile boykot oylarının olduğu bölgeler görece özerkliklerini ilan ederler. İlk üç bölgede sanayileşme ağırlıktadır, emekçi Kürtler ve Türkler zaten iç içe yaşamaktadır. Orta Anadolu’daki alevi toplulukları da bu bölgelere göç ederler. Sanayi proletaryası, yoksullar, ezilenler, zulüm ve sömürüye karşı bir arada yaşama ve mücadele tecrübesi edinirler, kendi özdeneyimleriyle bilinçlenirler. Merkezi hükümet ve dahi padişah gücündeki başkan  acz içinde kalır… Sonrası? Sonrası ise artık bilinçlenmeye başlayan emekçi yoksul Müslümanlar ile devrimcilerin nihayet buluşmasıdır! Yani? “Allah kerim, tek yol devrim!” Ya da?

“Gerçekçi ol ama imkansızı da iste!”