Önce Kürt sorunu başlığındaki son gelişmeleri hızlıca hatırlayalım ve genel görünüme bir bakalım: Hafta başı Barzani Türkiye’ye geldi, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi bayrağı göndere çekildi, gelmeden önce “Çözüm süreci yeniden başlamalı, vekiller salınmalı” minvalinde laflar eden Barzani’yle Ahmet Türk ve Sırrı Sakık da görüştü, sürece dair açıklamalar yapıldı. Barzani ülkesine döndükten hemen sonra ise Sakık belediye başkanlığından alındı, “Rojava Peşmergesi” denilen Barzani’ye bağlı güçler, Sincar’da (Şengal) PKK’ye ve PKK’nin IŞİD’e karşı kurmuş olduğu milis güçlere saldırdı.

Suriye’deyse El Bab operasyonunun tamamlanmasının ardından Minbic ve Rakka gündemdeyken, Suriye ordusu Halep’in batısındaki köylerin bir kısmını alarak, YPG’nin kontrolündeki bölgeyle birlikte adeta doğal bir sınır çizdi ve bu iki güç TSK’nin Rakka’ya gidiş yolunu kapamış oldu. Hemen ardından Rusya’nın önerisiyle YPG Minbic’in batısını Suriye ordusuna bıraktı ve böylece Minbic’e yapılacak bir operasyonun YPG’yle birlikte Suriye ve Rusya’yı da karşıya almak anlamına geleceği bir durum oluştu. Dahası, Rakka üzerinden pazarlıklar yapan ABD de, hem “Rakka operasyonunda YPG kesin olarak yer alacak” şeklinde bir açıklama yaptı hem de zaten Minbic’te konuşlu olan güçlerinin bir kısmını herhangi bir saldırı ihtimaline karşı bölgenin sınır noktasında konuşlandırdı.

Bu gelişmeler ve genel görünüm, iktidar partisinin hem içeride ve dışarıdaki sıkışmışlığını hem de referanduma gidilirken Kürt sorununda gelinen noktayı gösteriyor. Kürdistan bölgesel yönetimi bayrağı da Ahmet Türk ve Sırrı Sakık’la yapılan görüşme de, Kürtlere “evet” desinler diye yapılan iki jestti. Ancak, bunun MHP yönetimiyle ortak gidilen bir referandum açısından doğuracağı sonuçlar anında görüldü, MHP tabanının ciddi bir bölümü buna öylesine büyük bir tepki verdi ki, Bahçeli dahi çıkıp konuya dair açıklama yapmak zorunda kaldı. Dolayısıyla aynı anda hem ülkücülere hem de Kürtlere oynamanın öyle kolay olmadığı anlaşıldı.

Kürtlere gelince, daha geçen hafta, daha önce serbest bırakılan İdris Baluken ve Ferhat Encü yeniden tutuklanırken, Figen Yüksekdağ’ın vekilliği düşürüldü ve HDP/BDP’ye ait son belediyelere de kayyum atandı. Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı gibi Mart sonunda “Kandil’e bayrak dikme” adı altında bir Irak operasyonu yapılma ihtimali hayli yüksek, bu nedenle Barzani güçlerinin Sincar saldırısının bunun ön hazırlığı olduğunu söylemek mümkün. Ayrıca yandaş medyada çıkan kimi haberlere göre, Minbic ve Rakka yollarının güneyden kesilmesine mukabil, TSK’nin sınırdan Tel Abyad’a girebileceği söyleniyor ki, bu da birden fazla cephede, uzun süreli bir savaş anlamına geliyor.

İşte böyle bir ortamda, geçen seneki “hendek savaşları”nı ve yakılıp yıkılan şehirleri, ölen çok sayıda sivili ve bundan kaynaklı olarak iktidar partisine ve devlete yönelik yoğun öfkeyi de hesaba katarsak, Kürtlerin “Referandum sonrası çözüm sürecine yeniden dönülecek” diye kulaklarına fısıldananlara inanması pek kolay görünmüyor. Bir yandan legal siyasetin adım adım tasfiye edilmesi ve cezaevine konulan milletvekilleri, öte yandan Irak ve Suriye’de yapılması muhtemel büyük çaplı askeri harekâtlar, dolayısıyla şiddetin esas enstrüman olarak devrede olması, sadece HDP’li Kürtlerin değil, daha önce iktidar partisine oy vermiş olan dindar Kürtlerin de referandumda “hayır” diyebileceklerine işaret ediyor. Buna bir de evet cephesinin bir kanadını MHP’nin oluşturmasını eklemek gerekiyor, çünkü MHP’nin ve temsil ettiği ideolojinin dindar Kürtler nezdinde dahi ne anlam ifade ettiği biliniyor.

Politik ve militan Kürt gençlerinin bir bölümü, CHP’nin, ulusalcıların ve muhalif MHP’lilerin referandum söyleminde sık sık “Evet çıkarsa ülke bölünür”, “Öcalan da başkanlık istiyor”, “AKP-HDP anlaştı, referandum sonrası federasyon geliyor” gibi söylemlerinden rahatsız olup, zaman zaman “Bunlarla aynı cephede mi yer alacağız?” diye sorsa ve “boykot”tan bahsetse de, 2010 referandumundan farklı olarak bir boykot ufukta görünmüyor ve bu tepkilere rağmen sandığa gidildiğinde “hayır” denilebileceği anlaşılıyor.

Hem ülkücülerin hem de Kürtlerin kolayca “evet”e ikna olmayacaklarının anlaşılması ise muhtemelen beraberinde MHP’li seçmene “evet” dedirtmek için girişilecek icraatların yoğunlaştırılması ve derinleştirilmesi anlamına gelecek. Tam da bu nedenle, referanduma 40 gün kala, hem içeride hem dışarıda başta ülkücüler olmak üzere sağ seçmeni tahkim ve mobilize edecek birtakım işlere girişilmesi ve ülkenin bir tür askeri seferberlik havasında sandığa götürülmesi hiç de şaşırtıcı olmayacak. Bunun toplumsal alanda da kutuplaşmayı artıracağı bilindiğine göre ve sivillerin karşı karşıya gelebilme ihtimali akla getirildiğinde, son derece dikkatli ve uyanık olmak gerektiği görülebiliyor.