Salgın, ilk aylardan çok daha olumsuz seyrediyor. Resmi rakamlara kimsenin güveni kalmadı. Artık çok daha fazla insan, hemen yanı başında hastalığa yakalananlarla yüz yüze geliyor. Ücra köylerde bile vaka bildirimleri oluyor. İktidar, ipin ucunu kaçırmış olduğunu gizleyemez halde.

Bir yandan da insanlar, kendileri değil de başkalarının sanki salgın geçmiş, tehlike bitmiş gibi davranmalarından şikâyetçi. Medya ve sosyal medyada durmadan kurallara uymayan insanların yaptıkları görüntüleniyor, haberleştiriliyor. Doktor olmalarına rağmen davullu zurnalı düğün yapanlar eleştiriliyor.

Kapıldıkları rehavet nedeniyle başkalarının sağlığını tehlikeye atmakla suçlananlara yönelik öfke artıyor. İktidar da benzer şekilde salgının yayılmasının suçunu, önlemlere uymayan vurdumduymaz insanlara yıkmaya teşne.

Toplum rehavete mi kapıldı gerçekten, eğitimden bağımsız bir cehaletten mi bu haldeyiz?

Hayatı tehdit eden salgın ve benzeri olaylarda sürecin uzaması insanların kendini güvende hissetme duygularını giderek daha ağır şekilde bozmaya başlar. Salgının yalıtılma, karantina ve sosyal ilişkileri kısıtlama zorunluluğu yalnızlık duygusunu körükler. İnsan, grup içinde insanlaşabilen, iletişebildikçe, dokunabildikçe ortaklaşabilen bir tür.

Yalıtım ve yalnızlaşma, grubu bir arada tutan, aidiyet hissini koruyan ve gelecek için güvence veren bir güce (iktidar, yetkililer, kurumlar) inanarak, güvenerek başa çıkılabilecek bir durum. Eğer böylesi yapılar inandırıcılıklarını sürdüremezlerse, tersine korumakla sorumlu olduklarını suçlamaya başlarlarsa, bireylerin özgüvenleri hızla düşer. Yalnızlık, çaresizlik ve zayıflık hisleri yoğunlaşır ve geleceğe olan umut körelmeye başlar. Bu hal moral çöküntüdür (demoralizasyon).

Moral çöküntü bireyin başa çıkma, direnme gücünün kırılmasını ve kendisini daha da yalnız, kimsesiz ve güçsüz hissetmesini kolaylaştırır. Moral çöküntü teslimiyete evrildiğinde ise, mutlaka kayıplar yaşayacağı, zorluğun üstesinden gelemeyeceği giderek “sağ kalamayacağı”, bir geleceğin artık olamayacağı duygu ve düşüncelerinin önünü açar.

Elinden gelen hiçbir şey yokmuş hissi yaşayan insan “teslim olur”, olası kötü sonu edilgence beklemeye başlar. Bu hal bir yandan bireylerde değiştiremeyeceği kaderini beklemekten başka bir şey yapamayacağı inancını doğurur. Aynı zamanda, olası sonu engelleyemeyeceğine göre kalan zamana müdahale etmek yerine “gönlünce geçirme” eğilimini güçlendirir.

Bu hal hemen herkesin biliyorum ben bu duyguyu, diyebileceği kadar olağan bir deneyim. Hiç değilse bir gülümseme yaratabilmek için örneği, son Şampiyonlar Ligi finalinden verebilirim. Bayern Münih’i yenemeyecekleri hissine kapılan özellikle Neymar olmak üzere PSG’li futbolcular, oyun disiplininden kopup yeteneklerini sergilemeye çalışmaya başlamışlardı. Mağlup olmalarının en önemli nedenlerinden biri moral çöküntüye kapılmaları ve “birlikte oynamak” yerine bireysel hüner gösterilerine girişmeleriydi.

Şimdi çok sayıda insanın rehavetle, vurdumduymazlıkla suçlanması ve öfkenin onlara yöneltilmesi, salgının ülkece bir moral çöküntüye kapılmak üzere olunduğunun işaretlerine benziyor. Hiç değilse düğünümüzü yapabilelim, hiç değilse son kez memleket toprağını görebileyim, hiç değilse akrabamı, sevdiğimi, dostumu bir kez daha öpüp koklayayayım, kimse korunmazken benim kendimi korumam hastalanmamı önlemeyecek nasılsa, benzeri düşünceler, bu gün önümüzdeki en büyük sorunlardan biri gibi duruyor. Sanki salgın yokmuş gibi yaşayanların moral çöküntüye uğramış insanlar olabileceklerini unutmamak gerekli.

Şimdi iktidardan, resmi kurum ve yetkililerden edilgence lütuf beklemek yerine, kendi dayanışma ağlarını kurma zamanı. İktidara yönelecek öfkeyi diri tutarak hesap vermesi gerektiğini biteviye hatırlatma zamanı. Şimdi birbirine “yaslanarak” ortaklaşma zamanı.

İnsanlar bu dayanışma ağlarını salgının öznel koşulları nedeniyle kendi başlarına kendiliğinden başlatmada zorlanırlar. Muhalefet partilerine, yerel yönetimlere, her türden sivil örgüt ve gruba büyük görev düşüyor. Gerçekçi umut aşılama hamasetle değil, somut pratik uygulamalarla mümkün olur.

Ama ilk adım birbirimize kızmayı, birbirimizi suçlamayı bırakıp, öfkeyi asıl sorumlulara yöneltmekten geçiyor.