Silahlı terör örgütüne üye değillermiş ama yardım ve yataklık ediyorlarmış. Büyükada’da, gündüz vakti, kapı bacası herkese açık bir otelde yaptıkları ‘gizli’ toplantıyla ajanlık faaliyeti yürütüyorlarmış. Bunun için de, her yıl rutin olarak gerçekleştirdikleri meslek içi bir toplantıyı seçmişler. Uluslararası Af Örgütü, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Gündemi ve Eşit Haklar İçin İzleme Derneği temsilcileri; İsveç ve Alman vatandaşı iki hak savunucusu ve eğitmeni, toplam 10 kişinin, 5 Temmuz’da gözaltına alındıktan ancak 12 gün sonra ifadeleri alındı. İktidara yakın medya bu zamanı, hangi örgüte yardım ettikleri belli olmayan hak savunucularını ‘ajan’ ve terörist’ olarak yaftalayan ‘haberler’ üretmekle geçirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, avukatların bilgi alamadığı soruşturma süreciyle ilgili kanaatini, “toplantı 15 Temmuz darbe girişiminin devamı” diyerek ortaya koyduysa da, 2’si yabancı 6 aktivistin tutuklanmasına ve 4’ünün de adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasına gerekçe gösterilen suçlamalar arasında ne darbe girişimi, ne de havuz medyasının yazdığı gibi ‘Gezi benzeri kaos planladıklarına’ dair bir iddia var.

• • •

Kokteyl mi sek mi, ne idiği belirsiz, isimsiz bir örgüte üye olmamakla birlikte yardım etmekle suçlanan hak savunucularının, uyduruk da olsa herhangi bir delile dayandırılma gereği dahi duyulmadan tutuklanmalarıyla, Türkiye’de adaletin trajik çöküşüne bir kazma daha vurulmuş oldu. Hak savunucularının tutuklanmasına karşı dünyanın gösterdiği sert tepki, “Ben 15 Temmuz’da Meclis’te bomba yemiş birisiyim. Ben bunu anlatamıyorum” diyen Adalet eski Bakanı Bekir Bozdağ’ın, gezegeni Türkiye’ye karşı adil olmaya çağıran isyanına neden duyarsız kaldığını da açıklar nitelikte.

• • •

Hak savunucuları, gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, akademisyenler, çevreciler, adalet arayanlar, demokrasi isteyenler, Ayşe teyze, Mehmet amca, gençler, öğretmenler, doktorlar, işçiler, Türkler, Kürtler, Aleviler... Her kim Türkiye’nin geleceğinden endişe duyuyor ve itiraz ediyorsa terörist! Körfez ülkelerinden AB’ye, ABD’den Rusya’ya, Ortadoğu’dan Ege kıyılarına kadar diplomasinin dayılanmayla yer değiştirmediği bir yer kalmadı. Karşılıklı çıkarlar üzerine kurulan dış siyaset, stratejik sığlıkta boğulduğundan beri çevremiz, ‘mantığını kaybetmiş’ olarak tanımladıkları bir ortakla nasıl baş edilmesi gerektiğine dair yol haritası çıkarmayı tartışıyor. Uluslararası raporları tanımayan, hak ihlallerine duyarsız, OHAL sürecini muhalif avına dönüştüren bir yönetim şeklinin dikta rejimlerinin özel karakterini oluşturduğunu söyleyen görüşlere her gün bir yenisi ekleniyor. Ana Muhalefet liderinin, 430 kilometrelik adalet yürüyüşünün tozu ayağındayken, hak savunucuları ve keyfi olarak tutuklanan binlerce insanın adil bir yargılamayla karşılaşacağına dair umutlu olan tek bir demokratik hareket yok.

• • •

Hayatlarını işkence, kötü muamele ve hak gasplarına karşı mücadeleyle geçirmiş insanları delilsiz, mesnetsiz hapse atarak yapılmak istenen nedir? Bir yılı aşkın süredir OHAL’le yönetilen ülkede, hapishaneler ağzına kadar dolmuş ve milyonlar adalet talebiyle sokağa çıkmışken; Nuriye ve Semih terk edildikleri sivil ölüme karşı bedenlerini ortaya koyan bir yaşam kavgası veriyorken; meydanlarda ‘idam’ çığlıkları coşturuluyor ve hukuk yerini intikamcı hisler ve toplu cezalandırmaya bırakmışken; hak savunucularının hapsedilmesi, Türkiye’nin dünyaya, adalet ve demokrasi iddiasını artık alenen vitrinden indirdiğinin bir mesajıdır. Bu tutuklamalarla Türkiye, insan haklarını savunmanın suç sayıldığı; anılmayan o 30 milyonla birlikte adalet ve demokrasinin rehin alındığı, dünyanın en büyük hapishanelerinden biri haline gelmiştir.