“Köylüler işkence görmesin” diyorsan PKK’li, “İki akademisyen ölmesin” diyorsan DHKP-C’lisin. Statta ‘Reis’ pankartı açana, tekbir çekene, “Bunlar da olmaz” dersen vatan haini ya da dinsizsin. Eğer 70 yaşında bir pazarcı kadın telefonunda ByLock çıktığı için gözaltına alınıyor ya da cezaevinde barındırılan 560 bebeğe karşı çıkıyorsan, FETÖ’cüsün. OHAL’e yaslanıp gazetecisi, akademisyeni, öğretmeni, öğrencisi, işçisi, köylüsüyle toplumun nefesini kesmeye çalışmak sürdürülebilir değil. “Ben yaptım oldu” kanunlarıyla ülke yönetip buna uymayanı terörize etmek çıkmaz sokak.

Kısa bir süre içinde yaşanan, kabile devletinde bile olmayacak olayları yan yana koyduğumuzda, ülke gerçeği ile ilgili çok karanlık bir tablonun ortaya çıktığını ve bunun giderek derinleştiğini görüyoruz.

İşkence yapmak değil dile getirmek suç
Emsallerden biri ülkenin doğusunda yaşanıyor. Hakkari’nin Şemdinli ilçesi Şapatan (Altunsu) Köyü’ndeki 36 köylüye işkence ve Valilik tarafından olayın ardından yayınlanan belge önemli bir kriter.

Şapatan’da sosyal medyaya düşen görüntüler çok açık. HDP heyetinin raporundan da durumun vahameti anlaşılıyor; “Çatışma bahane edilerek, evlere rastgele girilmiş ve yurttaşlar köy meydanında toplanmış”, ifadeleriyle başlayan raporda bazı satırlar öne çıkıyor:

“Yurttaşların hortumla dövüldüğü ve hatta şiş saplandığı, 80 yaşındaki bir kadının koluna dipçikle vurulduğu, saatlerce yüzüstü yere yatırıldığı ve 100’e yakın yurttaşın darp edildiği tespit edilmiştir. Ayrıca güvenlik güçleri, ev baskınları sırasında gittikleri her evde kadınlara sözlü ve fiziksel tacizde bulunmuşlardır.”

Köylülerin tanıklıklarından yoğun olarak işkencenin yaşandığı anlaşılıyor. Rapordaki diğer çarpıcı yan ise evrensel normları ve insan haklarını hiçe sayarak şaşırtıcı bir davranışta bulunan hekimler. Köylüleri muayene eden doktor, yüzü kızarmadan; “Bu olaylar sizin hatanız” diyebiliyor. Köylülerin çoğuna rapor verilmiyor. Düzenlenen tutanaklar ise olayın ciddiyeti ve vahametini yansıtmıyor. Söz konusu bölgedeki hastane başhekimi ise heyetle görüşmüyor ya da görüştürülmüyor.

Durum ortadayken; Hakkari Valiliği tarafından kamuoyuyla paylaşılan açıklamadaki bazı bölümler dikkat çekiyor:

“10 vatandaşımızın işlemleri devam etmekte olup bunlar arasında kadın bulunmamaktadır... Güvenlik güçlerinin vatandaşlarımıza işkence yaptığı yönündeki haberler tamamen asılsızdır ve terör örgütünün propagandasını yapma maksadı taşımaktadır.”

O taraftarı susturun, diğerleri bizdendir!
Diğer emsal bir futbol maçından. Samsun’da oynanan Beşiktaş-Konyaspor maçında yaşananlar malum. İlk karede; ellerinde döner bıçaklarıyla şehre girerken poz veren Konya taraftarını görüyoruz. Karedeki ilginç durumu kaçırmayın. ‘Statta tekbir getirecek olan taraftarın’ bir kısmının elinde bira kutuları var. Bazıları votkalısından. Nedense bu aylar önce yaptığımız bir haberi anımsatıyor: “IŞİD sanığı Metin Akaltın bira çalmaktan sabıkalıymış.”

Kitlelerin nasıl konsolide edildiği, lumpen devşirmelerin nasıl yaratıldığı ve kullanıldığı konusunu sonraya bırakarak devam edelim. O maçın sonunda çok tehlikeli bir şey oluyor. Binlerce Konyaspor taraftarı sahaya iniyor. Beşiktaş taraftarına saldıranlar hatta siyah-beyazlı futbolcuların yanında boy gösterenler var. Sahaya atılan kelebek bıçak tehlikenin boyutunu gösteriyor.

Maçtan önce “Yaşa Mustafa Kemal Paşa” pankartı stada alınmıyor. Bu kadarla bitmiyor. Her nasılsa, “Nuriye ve Semih yaşasın” pankartını stada sokmuş olan Beşiktaş Beleştepe taraftar grubundan 17 kişiye ‘terör örgütü propogandası yapmaktan’ yakalama kararı çıkartılıyor.

Taraftarını ‘aklamaya’ çalışan Konyaspor ise yaptığı açıklamada ‘savcılara yer bırakmadan’ terör tanımını yapıyor, ‘terörist ilan etme’ cüretini kurumsal kimliğinde bulabiliyor: “Emniyet tarafından tüm pankartlar yasaklanmış olmasına rağmen, DHKP-C mensubu olarak nitelendirilen ve yurtdışında PKK’nın lehinde eylem yapıp destek veren Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için Beşiktaş tribünlerinde destek pankartı açılmıştır. Sporla ve özellikle futbolla ilgisi olmayan bu tavır garipsenmiş ve bu şekilde taraftarımız tahrik edilmeye çalışılmıştır.”

‘Terör’, ‘yurtdışı’, ‘terörist’ gibi sihirli kelimeler karşısında elbette; “Ya Allah Bismillah Allahu Ekber” sloganlarının ve kelebek bıçağın futbolla ilgisinin ne olduğu sorusunu sormak bile aslında abesle iştigal anlamı taşıyor.

İçerden de ses gelmeyecek!
Masaya yatırılması gereken çok önemli olaylardan birine, cezaevlerinden artarak çoğalan işkence haberleriyle birlikte bakmak lazım. AKP hükümetinin son icraatlarından biri “Savunmayı susturun” talimatı.

AKP; darbe, terör ve örgüt davalarında şüpheli sanık ve hükümlülerin avukatlarına savunma görevinde yasak getirilmesi için harekete geçti. Tam da cezaevlerinde tüm mâhkumlara tek tip kıyafet uygulamasının tartışıldığı bu günlerde, üzerinde konuşulan yasağın anlamı açık. İçeriden ses gelmeyecek! Bu da diğer örneklerle ilişkili.
Devlet mekanizmasını, her kurumuyla ahtopot gibi saran iktidar yetinmiyor. Türkiye’nin normalleşmesini sağlamak yerine giderek, toplumdan daha da koptuğu adımları atmayı tercih ediyor. Elindeki gücü, sistematik bir şekilde kullanıyor.

Tuhaf icat ve icraatlarla ‘yeni bir düzen’ yaratmaya çalışıyor. Resmi ya da toplumsal tüm kurumları, ‘kendi yarattığı suç tanımları’ çerçevesinde değerlendiriyor. Toplumu da aynı şekilde bölüyor. ‘Yaratılmış kurallara’ uymayanı, krimilize edip cezalandırıyor.

“Köylüler işkence görmesin” diyorsan PKK’li, “Nuriye ve Semih Ölmesin” diyorsan DHKP-C’lisin. Statta ‘Reis’ pankartı açana, tekbir çekene, “Bunlar da olmaz” dersen vatan haini ya da dinsizsin. Eğer 70 yaşında bir pazarcı kadın telefonunda ByLock çıktığı için gözaltına alınıyor ya da cezaevinde barındırılılan 560 bebeğe karşı çıkıyorsan, FETÖ’cüsün.

Böyle gitmeyeceği ortada
Türkiye’de iki şey oluyor. AKP ve Saray, ‘ektiği nefret tohumları ve artık hangi mantığa dayandığı belli olmayan ödeşme’ kültürü üzerinden sonraki yılları da zehirliyor.
Ancak bir başka şey daha var. Gezi’den bu yana geçen süre pek çok kişiye 40 yıl gibi gelse de toplamı 4 yıl. Bu kısa zamanda Türkiye’de neler yaşandığı, akla hayale gelmeyecek toplumsal kırılmaların olduğu ortada. Özet kısmı açık. AKP ve Saray’ın bu tavrı bir çıkmaz sokak. Eskiden ‘devletin bölünmez bütünlüğü’ dendiğinde akan sular dururdu. Şimdi ‘parti’ de dahil her şey Erdoğan için, onun emrinde ve dahası onun iki dudağı arasında. Bu durumda ne diyeceğiz; Reis’in bölünmez bütünlüğü mü? Az buçuk tarih ve sosyoloji bilenler; durumun sürdürülebilir olmadığını da görüyor.