Önce şunu söyleyelim” diyeceğim o kadar çok şey var ki. Hiçbir yazımda bunlardan hiç birini tam tamına söyleyemeden noktayı koymak zorunda kalıyorum; hani insan tam hapşuracakken hapşuramaz ya, işte tam tamına ona benzer bir durum. Bu hafta, aralarında hiçbir önem sırası gözetmeden, bunlardan bir kaçını sıralayım diyordum ki, ‘çete-i mahsusa-(y)ı şahane’ yasası çıktı Meclis’ten: Aynı anda hem İttihat ve Terakki’nin Teşkilat-ı Mahsusa’sına, hem de Cumhuriyet’in İstiklâl Mahkemeleri’ne birlikte sahip olan bir iktidarla karşı karşıyayızdır artık.

Futbol Federasyonu’nun müstafi başkanı Fenerbahçe Başkanlığı için aday olacakmış: Başbakanın Uluderelilere “aranıza halay çekmeye geleceğim” demesi gibi bir şey. Haddini bilmez bir tavrı var, parayı da kudreti de sonradan görmüş bütün yaratıklara özgü. “Benim tasarruflarımdan ötürü Fenerbahçe’nin bir zararı varsa, hepsini kendi cebimden tazmin edeceğim” diyor, kendinden emin: Sen kimsin, aslında senin cebin ne, o paralar bizim cebimizden aktarılmış değil mi, sen benim hiçbir şeyimi tazmin edemezsin.

M.A. Aydınlar ne kadar da benziyor ‘reis’ine, yani başbakana: O da aynı havalarda; baş sorumlusu olduğu KATLİAM’dan dolayı istifa etmesi gerekirken özür bile dilemeyip “kelle başına o kadar para veriyoruz daha ne istiyorsunuz pis nankör kaçakçı Kürtler” havalarında; ki, bunu hiçbir zaman unutmayacağız.  Federasyon başkanlığına, kendisini zaten başbakan getirtti, sonra da ‘şike operasyonu’ maskaralığı başlatıldı; ki, tıpkı Aydın Doğan ve/veya Mehmet Haberal meselesinde olduğu gibi, ‘bu memlekette benden başka hiç kimse güçlü olamaz’ı kanıtlamak üzere Aziz Yıldırım zindanda süründürülsün, bu arada da Penisilvanya’dan viyagralı sülükler, normal koşullarda sokağında bile dolaşamayacakları Kadıköy’ün de damarlarına yapışsın: Tamam, Fenerbahçe Özal’dan da 15 sene önce sporun ANAPgileşmesinde, yani saha içinde de piyasalaşmasında öncülük etmiştir, Yıldırım’ın da Saddam’dan pek bir farkı yoktur; ama yine de cemaatin eline düşmeyecek kadar medenî reflekslere sahiptir.

AKP’yi en kısa biçimde anlat deseler, Pamukova katliamına bakın derim. Bunlar tam tamına ‘ne iş olsa yaparım abi’ciler. Hiçbir beceriye sahip olmadığı ölçüde her işi beceririm zanneden bir takım: Uludere KATLİAMI da, çok muhtemelen başbakanın, “ne varmış bunda” deyip başkomutanlığa soyunmasının bir sonucu. ‘Hızlı tren’ işini de beceririz sanmışlardı; ne rayında, ne vagonu ya da lokomotifinde gerekli tedbiri almadan/yatırımı yapmadan/zahmete katlanmadan, sırf makiniste “daha hızlı sür” demekle. Ne muhteşem bir şov olacaktı; ama, tren daha ilk virajda devrildi; tam 41 kişi öldü; ama hiç mi hiç utanmadılar; ‘takdir-i ilahî’ dediler ve tabiî ne bakan istifa etti, ne de genel müdür. O günlerde daha uyduramamışlardı, yoksa “Ergenekoncular yaptı” da derlerdi mutlaka. Teknik adamların verdiği yetersizlik raporları da  ‘kara propaganda’ ilân edilip birkaç mühendis ve profesör de toplama kampına gönderilirdi. Neyse, aradan yıllar geçti, fatura iki makiniste kesildi; ancak Devlet Demiryolları yüzde elli sorumlu görüldüğü hâlde, raylar, teknik donanım ve bunlardan sorumlu birim, kuruluş ve şirketler hakkında incelemeye gidilmesi reddedildi, ‘bağımsız yargı’ tarafından.

Bakan hâlâ bakan, genel müdür de hâlâ genel müdür; ama Haydarpaşa artık gar değil: Önce yakmaya kalkıldı; şimdi de ‘hızlı tren’ rayı döşüyoruz diye, tren seferlerini kaldırdılar. Bakalım hangi gizli buluşmada kime satılacak, alış-veriş merkezi veya benzeri bir maskaralık sitesine dönüştürülmek üzere. Allah, bu takımı Dubai’de yaratmamakla hepimize haksızlık etmiş: Orası ne güzel, hazır çöl; yani, çılgın projelerini istedikleri yerde istedikleri gibi gerçekleştirebilecekleri mükemmel bir ‘tabula rasa’; ki, bu durumda ne onlar, ortalıkta medeniyet ürünü ve doğal güzellik olarak ne var ne yok hepsini ortadan kaldıracağım diye bir sürü zahmete girmek, ne de biz kendi vatanımızın adım adım çölleştirildiğini görmek zorunda kalırdık.