Reisi'nin ardından İran: Tek mühür Hamaney’in
Cumhurbaşkanı Reisi’nin ölümünün ardından İran 27 gün sonra seçime gidecek. Ancak seçimler bildiğinizden farklı. Buranın vitrininde bir demokrasi elbisesi hep sergileniyor. Ancak dükkanda tek koltuk ve tek mühür var, o da Hamaney’in. Yazı dizisinin son gününde Türkiye’yi de takip etmeye çalışan Tebrizli taksi şoförü Ali’nin ‘Türkiye’deki kardeşlerime lütfen bunu göster’ diyerek ilettiği mesajı paylaşmak istiyorum: “Mollaların iktidara gelmesine izin vermeyin.”

Emre Yıldırım
emreyildirim@birgun.netReisi sonrası İran yazı dizimizin üçüncü ve son bölümünü yayımlıyoruz. Bir önceki bölümde İran İslam Devleti idari yapısına, başkent Tahran’ın görünmeyen yüzüne ve gettolaşmış yaşam merkezlerine değinmiştik. Ve muhalif çevreler açısından Reisi’nin cumhurbaşkanlığının ne ifade ettiği sorusunun yanıtını aramıştık.
Toplumsal yaşamından siyasi tercihlerine gözlemleyip kaleme aldığımız İran halkı 27 gün sonra bir karar verecek.
Peki, şeriatla yönetilen bir ülkede seçim sistemi nasıl işliyor? Bir sürpriz bekleniyor mu? Gelecek dönemde dış politikada nasıl bir İran izleyeceğiz? Bölgede nüfuz savaşlarının sıcak çatışmaya dönüşme ihtimali var mı? Üçüncü ve son yazıda bu sorulara beraber yanıt arayacağız.
Tasnim Haber Ajansı’ndan gazeteci Ali Haydari ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide, yazı dizisinin bu bölümünde yer alan arayışlara yanıt olabilecek kısımlarına da yer vereceğiz.
Tahran’daki son günde adresim Mehr Haber Ajansı, burası da Hamaney’e bağlı çalışan yarı özel bir haber ajansı. Burada bir diğer meslektaşım Azar Mahdavan da beni yine oldukça sıcak karşılıyor. Burada da haber katlarını gezemiyoruz ancak toplantı odasında bir araya gelmemize müsaade var. Mahdavan’ın Türkçesi oldukça iyi. Ajansta Türkiye muhabirliği yapıyor. Ama açıkça rejim taraftarı olduğu bilgisini vermekten imtina etmiyor. Burada özgür basın, basının denetim görevi gibi ilkeler askıda ve mevcut işleyiş içselleştirilmiş durumda.
TOPLUMUNUN BEKLENTİSİ HUZUR
İran nasıl bir seçime gidiyor ve seçimlerde bir sürpriz bekleniyor mu?
Azar Mahdavan: Eskiden İran toplumunda temel olarak İslam Devrimi yanlısı veya muhalifi olarak iki kesim arasında giden bir siyasi denklem vardı. Ancak son yıllarda biraz daha kişiler ve vaadleri üzerinden gelişen bir siyasi tercih eğilimi kendini gösteriyor. İran toplumu için şu anda en temel talep, kötü giden ekonominin toparlanması. Seçmenler bu iddiayı en güçlü taşıyan kimse ona yönelmekten çekinmeyecek.
Reisi’nin seçildiği seçimleri İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulduğundan beri katılımın en düşük olduğu seçimler olarak gerçekleşti. Daha önce biz yüzde 90’lara varan seçime katılım oranları da gördük. Ancak bu düşüşün temel gerekçesi şu; halk rejime bir mesaj vermek istedi.
Son dönemde İbrahim Reisi, ekonomik gerilemenin yarattığı sosyal taleplere yanıt veren bir politika izlemeyi tercih etti. Sosyal yardımlar neredeyse 10 kat arttı. Bu seçimde kendisine destek vermeyen kişilerde de güven kazanması sonucunu doğurdu. İşin bu kısmının önümüzdeki seçimlerde katılım düzeyini de etkileyeceğini düşünüyorum.
Son olarak, ekonomik gerilemeler konusunda iktidarın en temel argümanı ambargo. Ancak halk bu durumun da daha akıllıca yönetilebileceği konusunda ısrarcı ve talepkâr.
REJİMİN HESABI HAMEY SONRASI
Ali Haydari: Her şeyden önce olağanüstü bir seçime gidiyoruz ve bürokraside taşlar yerine oturmuş değil. Verilen kararlar üzerine düşünülmüş olmayabilir. Bir önceki seçimler yüzde 48 ile İran İslam Cumhuriyeti tarihinin en düşük katılımlı seçimi olmuştu. Bunun en temel sebebi Anayasa Koruma Konseyi başvurular arasından muhalif bir aday çıkarmamıştı. Ve muhalifler sandığı protesto ederek ciddi bir boykot örgütlemişlerdi.
İran’da aslında iki temel siyasi kamp var, biri İslam Devrimi yanlıları muhafazakârlar bir diğeri ise reformcular. Bu iki kutup arasında bir denge vardır ve hep birer dönem iktidar koltuğunda oturan taraf değişir. Fakat bu sefer Reisi’nin ölümü ile yenilenmek zorunda kalınan seçimlerde görünen o ki Anayasa Koruma Konseyi yine bir muhalif temsilciye aday olma yetkisi tanımayarak Reisi’ye yakın bir ismin cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasına kapı aralayacak. Bu seçime katılımın daha da düşmesi anlamında ciddi bir risk.
Düşük olan diğer bir ihtimal ise Konsey’den muhalif bir adayın çıkması sonucu seçime katılımın oldukça yüksek gerçekleşmesi. Bu hem İran’daki demokratik işleyişe meşruluk kazandıracak hem de uluslararası anlamda bir prestij tanıyacaktır. Ancak riskli olan nokta şu. Ya sandığa gitmeyen muhalifler seçim sonucunu rejimin düşündüğünün aksine neticelendirirse?
Doğabilecek bu sonucun İran açısından her zamankinden farklı bir anlamı var.
Dini Lider Hamaney artık oldukça yaşlı ve kendisinden sonraki dönemde ne olacağı da İran’da tartışma konusu. Böylesi kritik bir döneme girmişken hükümeti muhaliflere kurdurtma ihtimali ve Hamaney sonrası rejimin rotası hakkında etki yaratmaları potansiyeli endişe yaratabilir.
Bu gerekçeler göz önünde bulundurularak, Hamaney’in onayından geçecek Reisi’ye benzer bir profilin Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması en muhtemel sonuç.
***
TANIDIK NAKARAT: İLK ÜÇ GÜN
İran’da kadın bir gazeteci ile bir araya gelmişken. Azar Mahdavan’a İran’ın yakın siyasi tarihinin kırılma noktalarından biri olan Mahsa Amini protestolarını, İran’daki başörtüsü yasasını ve toplumsal hayattaki yerine dair sorular sormadan edemiyorum. Ancak rejime desteğini açık bir biçimde ifade eden Mahdavan’ın sözleri İran İslam Devrimi’nin sokak hareketlerine ve kadınların özgürlük taleplerine dair bakışa dair de bir fikir veriyor. Bu aşamada yer alan ifadeleri görüşmedeki hali ile birebir aktarıyorum:
“İran’da bir sokak hareketi oldu evet. Ve bu protestolara katılanlar esas olarak Z kuşağıydı. 14-15 yaşında olan bir çocuk ne kadar mantıklı düşünebilir? Ne kadar mantıklı hareket edilebilir? İlk üç gün protesto oldu evet ama daha sonra kargaşaya dönüştü. Kargaşanın sonucu şiddet oldu şiddetin de sonucunda ölümler yaşandı. Bu protestoların tam anlamıyla İranlı protestolar olduğunu düşünmüyorum. Bu protestolara Batı’dan İran İslam Devleti muhalifi olanlardan acayip bir destek geldi. Ve bu durum sosyal medyada aşırı derecede bir karalama propagandasına dönüştü. Ve bu sosyal medya yolu ile gerçekleşen kara propaganda çocuklarımızın ve gençlerimizin de aklını bulandırdı. Gençlerimizin protesto etme hakkı elbette vardır ancak başı kapalı kadınlara saldırarak, araçları ateşe verecek değil, demokratik haklarını kullanarak.
O protestolara katılan gençlerin ailelerinin haberi var mıydı? Aileleri bu katılımları destekliyor muydu? Evet, bizim ülkemizde bir başörtü yasası var. Ancak toplumumuz başörtüsü yasasının kaldırılmasına, kadınların başı açık sokaklarda dolaşmasına hazır mıdır? Anne-babaların çoğu böylesi bir karara razı değil.”
Aldığım yanıtlar hiç de yabancı değil. Dış güçlerin oyunları, endişeli muhafazakârlar ve Gezi’den hatırladığımız ‘ilk güç gün başkaydı’ ifadeleri. Sanırım otoriter rejimlerde itiraza tahammül seviyesi 72 saat değilse de bir ağız birliği var.
DEVLET KAZA DİYORSA KAZADIR
İran İslam Devleti’nin bundan sonraki dış politika adımları açısından çok belirleyici bir soruyla aslında hem başa dönüyoruz hem sona geliyoruz.
Soru şu: “Reisi’nin ölümünün bir kaza olduğu rejim tarafından kabullenildi mi? Sabotaj iddiaları üzerinde duruluyor mu?”
Mahdavan’ın cevabı şöyle:
"Sabotaj iddialarının dile getirilmesi çok normal. Bu tartışmalar bir kenara, helikopterin düşüşü ile ilgili bazı eleştirilecek unsurlar var. Birincisi çok eski bir helikopter kullanmışlar, böylesi önemli bir protokol taşınırken neden eski bir helikopter kullanırsınız ki? Bir de orada hava şartlarının müsait olmadığını söylemişler ancak pilot yine de havalanmayı tercih etmiş, Neden böyle bir şey yapıyorsun? Kesin olan bir şey varsa o da burada bir veya birden fazla ihmal olduğu. Bunların tamamının soruşturulması gerekiyor. Fakat bir sabotaj olduğunu şahsen düşünmüyorum zaten devlet yetkililerimiz de durumu benzer şekilde ifade ediyor. Günün sonunda devlet yönetimimiz de durumun bir kaza olduğunu veri kabul edip hareket ediyor ve edecektir."
***
DEMOKRASİ SADECE VİTRİNDE
Gelelim seçimlere. Şeriatla yönetilen ve her şeyin tek bir dini lidere bağlı olduğu bir ülkede seçimler nasıl işliyor? Önce bununla ilgili işleyişi anlatmakta fayda var.
İran’da seçim süreci karmaşık ve katmanlı, genellikle dört ana türde seçim yapılır: Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Meclis seçimleri (İslami Danışma Meclisi), Uzmanlar Meclisi seçimleri ve Yerel Konsey seçimleri.
Bunlardan en kritik onlar ise tabii ki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Uzmanlar Meclisi seçimleri. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise süreç şöyle işliyor:
Adaylık Süreci ve Seçimler: Cumhurbaşkanı adayları, belirli şartları taşıyan İranlılar arasından çıkar. Adaylık için en önemk kriter, dini Liderin onayını almış olmaktır. Adaylar, Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından değerlendirilir ve uygun görülenler seçim yarışına katılabilir. İlk turda hiçbir aday oyların yüzde 50’sinden fazlasını alamazsa, en çok oy alan iki aday arasında ikinci tur seçim yapılır.
Bir diğer önemli seçim ise Uzmanlar Meclisi seçimi. İran’ın en yüksek dini liderini (Rehber veya Dini Lider) seçmek ve denetlemekle görevlidir. Ancak sürpriz şu ki; Uzmanlar Meclisi şimdiye kadar dini lideri denetleme yetkisini hiç kullanmamış. En son dini lider seçimi ise 43 yıl önce Hamaney’in göreve gelmesi öncesi yapılmış.
Uzmanlar Meclisi’nin üyeleri, İran halkı tarafından doğrudan seçilir ve 8 yıl boyunca görev yapar. Üye sayısı değişebilir, ancak genellikle 86 üyeden oluşur. ‘Doğrudan seçilir’ ifadesi ülkede “Demokratik işleyen şeyler de var galiba” dedirtmiş olabilir. Ancak buradaki üyeler aday olabilmek için Anayasa Koruma Konseyi elemesinden geçmiş olması gereken insanlardan oluşur. Anayasa Koruma Konseyi’nin ise en temel kriteri aday adayı kişilerin Dini Lider Hamaney ve İslam Devrimi’ne bağlığıdır. 12 üyeden oluşan bu Konsey’in üyelerinin yarısı doğrudan Dini Lider’in atadığı, yarısını da Meclis’in seçtiği üyelerden oluşur. Meclis’te de her dönem muhafazakârların önemli bir güç sahibi olduğu düşünülürse bu konsey aslında hiçbir zaman Dini Lider’in iradesini aşacak kararlar veremez.
İşin özü şu ki; Buranın vitrininde bir demokrasi elbisesi hep sergileniyor. Ancak dükkânda tek koltuk ve tek mühür var, o da Hamaney’in.
***
MOLLALARA İZİN VERMEYİN
Yazı dizisini bitirirken size Tebrizli taksi şoförü Ali’nin (güvenlik gerekçesiyle adını değiştirerek yazıyorum) selamını iletmek isterim. Ali Kuzey Tahran’dan otele dönerken bindiğim taksinin şoförü. Kendisinin çok zayıf bir Türkçesi var, pek anlaşılmıyor. İngilizce ise hiç yok. Türkiye’ye merakı oldukça yüksek. İstanbul’dan geldiğimi öğrenince müziklerden, dizilerden ve tarihten bahsetmeye çabalıyor. Ali ile birkaç cümle de olsa politika konuşmak istiyorum ama çekiniyor. Ama bir şeyler söylemek istediği de gülümsemesinden malum oluyor. Sonra aradan biraz zaman geçince ne oluyorsa Ali ikna oluyor. Ben söylüyorum o çeviriyor. O söylüyor ben Farsça’dan çeviriyorum. Derken Ali, “sana bir şey söyleyeceğim, yüzümü göstermeden bunun fotoğrafını çek. Türkiye’deki kardeşlerime göster lütfen” diyor. Ve çeviri programına bir cümle bir şey yazıyor. Üzerimde kalmasın, işte Ali’nin Türkiye’deki kardeşlerine tek cümlelik selamı;
“Mollaların iktidara gelmesine izin vermeyin.”