Protestolara aldırış etmeden kampüs kampüs, salon salon dolaştırılan, mensup oldukları vakıf ve derneklere kamu kaynakları peşkeş çekilen, iki kelimelerinden biri belaltına işaret eden “alaylı” fetva sahipleri Saray’dan ihtarı aldı. Bu zamana kadar sözünü ettiğimiz zevat her vesilede cinsiyetçi ve köktenci açıklamalar yapmalarına rağmen iktidar çevrelerinden gelen tek bir eleştiriye muhatap olmamışlardı. Üstüne üstlük bu yobaz takımına üniversiteleri, salonları dar eden gençler “dinsiz, imansız” denilerek tefe konuyor, haklarında soruşturma açılıyordu. Peki ne oldu da şimdi Erdoğan fetvacıları hedef aldı? Peşinen söyleyelim Saray’ın şeyhlerle, şıhlarla derdi yok, esas amacı mevcut iktidar blokunun önceliklerini ümmetçilere kabul ettirmek.

İslamcıların bundan 20 sene önce hayalini bile kuramadıkları bir Türkiye var. İmam hatiplerin çığ gibi büyüdüğü, bürokrasinin tüm aşamalarının İslamcılara kapılarını açtığı, üniversitelerin tarikat ve cemaatlere terk edildiği, sanatın ve edebiyatın İslamcı kuşatma altında çölleştiği bir ülke “yeni Türkiye”. Ancak İslamcılara yetmiyor! O nedenle de yoğun bakımda haremlik-selamlık isteyecek kadar ileri gidiyorlar. Fakat bu akıllara zarar fetvalar halihazırda işleyen çarka çomak sokuyor. Neden mi? Çünkü İslamcılığın gerçek yüzünü gösteriyorlar ve dolaylı olarak dincileşmeye karşı toplumun derinlerinde biriken öfkeyi arttırıyorlar.

Erdoğan, hem “pişmiş aşa su katılmasını” istemiyor hem de din adına konuşma ve konuşacakları belirleme “yetkisini” korumayı arzuluyor. Diyanet İşleri Başkanlığına 15 Temmuz’dan bu yana biçtiği görev de bu. Diyanet, devletin dinsel faaliyetleri denetlemesini değil Saray’ın din adına yapılanları kontrol etmesini sağladığı ölçüde işlevsel artık. Görmez’in yerine Ali Erbaş’ın getirilmesi de bu siyasetin bir parçasıydı. Nitekim Erbaş, Erdoğan’ın açıklamalarına destek vererek Saray’ın beklentisini derhal yerine getirdi. Yıllardır Selefilik yanlılarını besleyen İlahiyat Fakülteleri de destek kervanına katıldı. Şimdi sorarlar, bu zamana kadar aklınız neredeydi?

Tarikat ve cemaatlerin bir bölümünün AKP’nin MHP ile kurduğu ilişkiden ve “yerli ve milli” söyleminden haz etmediği; alttan alta kazan kaynattıkları sır değil. Erdoğan’ın yüzde 50 +1 uğruna meydanlarda bozkurt selamı vermesi, MHP’lilerin isteklerine yeşil ışık yakması tartışmaları körüklüyor. Ümmetçiliğin Türk milliyetçiliği lehine ikinci plana atıldığını düşünen grupların içinde Selefiler de var İslamcı Kürtler de. Saray bir yandan zorunlu ittifakı sürdürmek bir yandan da içinden geldiği ümmetçileri yatıştırmak durumunda. Son fetva çıkışı, “güncelleme” üzerine söyledikleri “yerlileri” tatmin ederken “millileri” fena halde kızdırdı. Belki de ilk defa ümmetçi cenahta ve Milli Görüşçüler arasında Erdoğan bu kadar sert bir dille eleştiriliyor. Daha dün Saray’da ağırlananlar, hastaneye ayağına gidilenler Erdoğan’a “haddini bil” diyebiliyor. Bu cesareti şimdiye kadar kendini cumhuriyetçi olarak tanımlayanların gösterememesi ise ayrı bir vaka.

AKP Genel Başkanı bu denli ağır eleştiri eminim beklemiyordu, muhtemelen ümmetçileri nankörlükle itham ediyordur. Ne de olsa kendisini partisinde “halife” olarak görenler var. Daha önceleri kapılı kapılar ardında tartışılan hilafetin geri getirilmesi epeydir yüksek sesle dile getiriliyor. Gaza, gazi, reis, halife üzerine methiyeler düzülüyor. Belli ki yandaşlar ilk fırsatta Lozan gibi hilafeti de gündeme taşıyacaklar. Fetva ve Kürt sorunu başta her derdin devasını hilafetin ihyasına bağlayacaklar. Mustafa Kemal’in şartlar olgunlaştığında “hilafeti geri getirmek” istediğini dahi söyleyecekler. Erdoğan’ın meydanlarda “inşallah o da olacak” deyip demeyeceğini bilmiyoruz. Ancak bugüne dek tarikat liderlerini baştacı yapan, kindar nesil peşinde koşan mevcut iktidarın toplumu devlet eliyle İslamcılaştırma stratejisinden vazgeçmeyeceğini biliyoruz. Göstermelik birkaç hamle dışında fetvacılara, şeyhlere müdahale etmeyeceğinin de farkındayız.

Hal böyleyken ayet, sünnet diyerek muhalefet yapmanın kimseye faydası yok. Fetvacılara destek çıkan Milli Görüşçülerle sırf Erdoğan karşıtlığı üzerinden ilişki kurmanın götürecekleri de getireceğinden misliyle fazla. Bu ülkeyi karanlıktan kurtarmak istiyorsanız “gerçek İslam”, vicdan, hoşgörü tartışmalarına değil, 8 Mart gece yürüyüşündeki kadınların, mahkeme salonundaki Ahmet Şık’ın, şeker pancarı eken çiftçinin cesaretine kulak vereceksiniz ve bu ülke reisler, şeyhler, şıhlar ülkesi olmayacak diyeceksiniz. Anadolu’nun dört bir yanındaki aydınlık insana buradayız, çocuklarınızın geleceğinin teminatıyız diye haykıracaksınız.