Rejim değişikliğine bir başlangıç: Sivas Katliamı

Burak Abatay burakabatay@birgun.net @abatayburak

25 yıl önce Sivas’ta öldürülen 33 aydından ikisi Metin Altıok ve Behçet Aysan. Yaşamı onurlandırdıkları şiirleriyle ayrıldılar aramızdan. Kırmızı Kedi etiketiyle birçok yazar, şair ve siyasetçi de “25 Yıllık Ağıt – UnutMadımaklımda” ismi verilen kitapla Altıok ve Aysan’ı andı. 25. yılında babalarının hazırladıkları kitapla anılmasını sağlayan Eren Aysan ve Zeynep Altıok ile bir araya geldik ve Sivas’ı konuştuk

► Kitabı hazırlarken nasıl bir fikirle yola çıktınız?
Zeynep Altıok Akatlı:
25. yıl olması bir kere önemliydi. Çünkü devam eden bir dava var. Faili meçhul siyasi cinayetler, katliamlar ile ilgili son dönemde gerçekleşen son derece üzücü ve hiç yaşanmamasını istediklerimizi bir tarafa, devam eden tek dava bu. Ve birçok olumsuzlukla beraber devam eden dava. 25 yıldır bir arpa boyu yol gitmek bir kenara dursun zaman geçtikçe geriye giden dava. O anlamda 25. yılın farkındalığını yaratmak bizim için önemliydi.

Eren Aysan: Babam öldürüldüğünde 16 yaşındaydım. Zeynep de öyle genç bir kızdı. 25 yılın içerisinde kendi hayatlarımızda da çok ciddi dönüşüm yaşadık. Kendimi adımıza. Ülkenin tarihi bir taraftan kendi tarihimiz diğer taraftan. Çünkü süreç içerisinde ne olursa olsun dava aşamalarında biz de kendimizi dava ile bütünleştiren hayat rotası oluşturduk. Bu zaman zaman ağır ağır geldi. Zaman zaman da yan yana durduğumuz dostlarla güçlenmemizi, başka bir noktaya doğru ilerlememizi sağladı. Bir bilinç geliştirdi. O yüzden kitapta 25 yıllık ağıt diyoruz ama her şeyden önce önemli olan o ağıtı bilince, belirli bir birikime, belirli bir kültürel değere dönüştürmekten geçiyor. 25 yıl sonra Zeynep ile oturduğumuzda artık bir kitapla taçlandıralım istedik. Dahası şöyle bir düşüncemiz vardı. 25 yıl sonra bu olaya bu ülkenin aydınları, sanatçıları nasıl bakıyor, 25 yıl içerisinde neler oldu neler bitti ve Sivas Katliamı onlara ne alıştırıyor? Bu soruları sormak istedik.

Bir şey daha var. Kendi kişisel görüşüm ama bir süreç içerisinde zaman zaman siyasi cinayetlerde bazı şeyleri kaçırıyoruz. Geriye isimler kalıyor ya da büyük katliamlarda sayılarla öldürülenleri anıyoruz. Örneğin; Sivas katliamında 35 kişi yaşamını yitirdi gibi. Olayları olgular olarak her zaman ele alarak ilerleme eğilimi içerisindeyiz. Bu kitap aynı zaman orada ölenlerin kimliği içerisinde. Yani babam Behçet Aysan’ın, Metin Altıok’un ve hatta Nesimi Çimen’in ve diğer genç çocukların insan yanlarını göstermesi açısından bizim için çok önem arz ediyor.

Şair kızı olmanın getirdiği bilinç var
► Toplumsallık bir yana bir de baba kız ilişkileri var…
Z.A.A.:
Şair kızı olmanın getirdiği bilinç var. Yani bu insanlar toplumu aydınlatmak istediği için en gerici en karanlık dönemde doğru bildiklerini söylemekten imtina etmedikleri, vazgeçmedikleri, geri durmadıkları ve o doğru ile karanlığa karşı yeni nesilleri aydınlatmak ve bilgilendirmek istedikleri için öldürüldüler. Ama bunu da sanattan azade bir biçimde yapmadılar. Dolayısıyla biz de 25. yıl kitabını nasıl yapsak diye düşünürken Eren’le, zaten ikimizde yaşamımızda hiç o sanat bağından kopmayan hatta umudu da şiirle sanatla ve bunları okuyan insanlarla bir arada tutuyoruz, diri tutuyoruz. O yüzden Sivas’ta ateşe verilen sanatçıların bıraktığı yerden, büyük ihtimalle bugün ateşe verilmek istenen insanların sözüyle geçmişte öldürülenlerin bugünkü devamını aktarmak istedik. Bugün bu insanların o kıyıma bakışlarını bir yandan çok acı bir yandan işin içine sanat girince başka bir yumuşaklık başka bir bağ oluyor. İnsanlara böyle ulaşmak istedik. Evet, acılarıyla konuşsak içinde bir sanat dokusu başka iyi gelen sağaltıcı yanı olan sanatın yardımıyla erişebilseydik, o yüzden birçok sanatçıdan ve aydından o çerçevede yazılar istedik. Biraz öyle bir çıkışı var bu derlemenin. O noktada çizerlerden biraz alışılmış yazıların bir araya geldiği kitap olarak kalmasın çizimler de karikatürler de olsun istedik. Daha genç ve daha Gezi ruhu içeren. Bugün bizi kurtaracak olan Gezi’deki uyanışın ruhuyla olsun, gençlere hitap eden bir eser olsun istedik.

rejim-degisikligine-bir-baslangic-sivas-katliami-534548-1.

Madımak, iki şairin şair olmasının üstünü örtmemeli
E.A.: Aslında 25 yıl bakıldığında gerçekten uzun bir süre. Bir katliamın unutturulmasına, unutturulmak istenmesine, gelecek kuşaklara aktarılmasına engel olabilecek kadar uzun bir zaman dilimi. Ama baktığımızda Sivas Katliamı’nın sonrasında gelen diğer katliamlarla bağımsız bir şekilde unutturulmamasının bence farklı gerekçeleri var. Kitapta da sanatçı dostlarımız bunun gerekçelerini ve nedenlerinin izini sürdüler. Bunu da önemsiyorum. Çünkü Sivas Katliamı ‘kahrolsun laiklik, yaşasın şeriat’ söylemleri ile ilerleyip bugüne, hatta bugünün rejim değişikliğine giden noktasında çok enteresan bir başlangıç. Öte yanda şöyle bir durum söz konusu. Orada öldürülenlerin sanatçı olması bu katliamın ne kadar etki yaratmak istediğini göz önüne seriyor. Yıllar önce hiç unutmuyorum Altan Öymen bir yazı yazmıştı. Diyordu ki; “Eğer 2 Temmuz’da Sivas’a gidecek aydınları taşıyan otobüs kaza geçirseydi ve kaza sonucu ölseydi o gün son derece trajik son derece acı içerisinde anılacak bir gün olurdu.” Bunu şu yüzden söylüyorum. Biz aynı zamanda Zeynep’le beraber babalarımızın yalnızca katliamda öldürüldükleri düşünülen ve ağıt yakılan katliamla bütünleştirilen iki şair olmaları üzerineydi. Bu onların çok büyük iki şair olmasının üstünü örtmemeli. Onlar normal bir biçimde de ölselerdi bu ülkenin edebiyatında çok önemli değerlerdi bize göre. Dolayısıyla biz aynı zamanda onun da mücadelesini bu süreç içinde verdik. Görülmeyen gizli gerçeklerden biri de bu. O insanların sanatını bir katliamın izdüşümünden çıkartmak gibi bir durumumuz da vardı. Bu cümle yanlış anlaşılmasın. Elbette onların öldürülmelerine bu katliam dâhildir. Kendi yaratıcılıklarına asla ve asla gölge düşürülmemeli derdi içindeydik. Yıllar önce bir söyleşide Filiz Ali de benzer bir cümle kurmuştu. “Babam Sabahattin Ali sadece bir faili meçhul cinayete kurban gittiği için mi kıymetli yoksa gerçekten Sabahattin Ali önemli bir yazar mıydı?” Bu sorular deştiğinde de belirli bir noktaya geldik. Çeşitli anma günleri ve onlarla birlikte yaptığımız özel yaklaşımları, Zeynep’in Metin Altıok Gölgesi Yıldız Dolu’yu hazırlaması, benzer şekilde benim Bir Eflatun Ölümü hazırlamamın arkasında hep bunlar yatıyor.

Yakamadıkları aydınları hapiste çürütüyorlar
► 93’te olanlar bugün siyasal iktidarın sahip olduğu zihniyetin bir başlangıç noktası mıdır?
Z.A.A.:
Kesinlikle öyle. 93’teki bu Ortaçağ travmasından beri zaten bunu anlatmaya çalıştığım bir mücadele ile döndüm dolaştım. Bir şekilde kendimi siyasetin göbeğinde buldum. O mücadeleyi farklı bir noktaya taşıyabilmek daha örgütlü bir mücadele haline getirebilmek için, bu rol değişimine beni getiren o mücadele oldu. Bunu anlatmaya çalışırken milletvekili oldum. Neden? Evet, büyük bir kıyım; evet, sanatçılar öldürüldü, Türkiye’nin en aydınlık insanları olan Alevi toplumu doğrudan hedef alındı. Ama öte yandan da sanatçıların hedef alınmasıyla çok acı bir katliamdı. Hepsinin ötesinde “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak!”, “Kahrolsun laiklik!” denilerek yola çıkan örgütlü bir kötülükle karşı karşıya kaldık. Ve bu Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren, hatta Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren gelen gerici zihniyetin kalıcı bir rejime dönmesine hayal edip örgütleyenlerin ilk sahici provasıydı. O sürecin 25 yıllık bir adaletsizlikle sonuçlanması bugün rejim dönüşümünü getirip önümüze koymalarına sebep olmuştur. Eğer Sivas Katliamı ile ilgili süreç adalet ile buluşabilseydi, bugün çocuk istismarcılarına, kadın tacizcilerine, bugünün Ensar kültürüne evrilecek olanların önüne olanaklar sermesiydi rejim dönüşümü gerçekleşmeyecekti. Tam da buradan bakmamız lazım. Ne Aladağ gerçekleşirdi ne 10 Ekim ne Suruç katliamı gerçekleşirdi. Rejim dönüşümünü örgütleyen zihniyetin palazlanması, kadrolaşmasıyla ilgili bir şey. O gün o olayı gerçekleştirenler, ‘özgürlüklere sahip çıkarmış’ gibi yaparak, darbe karşıtı olduklarını ve Türkiye’yi özgürleştireceklerini söyleyerek, darbeye zemin hazırlayan sürece ve darbelerin bütün karanlık nimetlerinden faydalanarak yakamadıkları aydınları hapislerde çürüterek kalıcı bir biat toplumu yarattıkları süreci yönettiler. Onu yönetirken de el ele yürüdükleri cemaat kardeşleriyle ilk önce iktidara gelmeye başladılar ve sonra ilk fırsatta da güç kavgasına evirdiler. Sivas Katliamı’ndaki sanıkların tamamını savunanların, milletvekili, bakan, İBB Başkanı ve baro başkanı olmaları kesinlikle bir tesadüf değil. Bir tercih.

rejim-degisikligine-bir-baslangic-sivas-katliami-534549-1.

► Dava zaman aşımına uğratıldı ve en son da 1 dakikalık bir duruşma gerçekleşti. Süreç şimdi nasıl ilerliyor?
2011’deki zaman aşımı kararından sonra diğer ilgili sanıklar için de sırayla zaman aşımı kararı geçerli sayılacak. Bütün o 1 dakikalık davalar da bunun bir yansıması. Diğer taraftan da şu önemli; sadece Sivas Katliamı özelinde değil, bütün siyasi cinayetlerde karşılaştığımız bir olgu zaman aşımı. Ve zaman aşımının ortadan kaldırılması için Toplumsal Bellek Platformu olarak Meclis’e gidişimizin arkasında şöyle bir şey daha vardı: Acı ama gerçek, bütün siyasi cinayetleri içine alarak söylüyorum zaman aşımıyla siyasi cinayetler başka bir yere evriltildi ve üstü kapatıldı. Abdi İpekçi, Cevat Yurdakul, Sivas’tan sonar Kemal Türkler davasının zaman aşımına uğratılması bunun en tipik örneği. İkincisi ise süreç içerisinde belirli isimler bilinçli bir şekilde unutturuluyor. Bir zamanlar kitlelerin çok ciddi bir biçimde arkasında yürüdüğü, binlerce kişinin cenazesini kaldırdığı bu ülkenin çok önemli aydınlarını, gazetecilerini genç kuşak bilmiyor. Ümit Doğanay, Bedrettin Cömert ve Cavit Orhan Tütengil gibi isimler belirli kesimlerce hiç bilinmiyor. Bu isimlerin neden öldürüldüklerine dair de bir çalışma söz konusu değil. Dolayısıyla bilinçli bir unutturulma ‘kampanyası’ söz konusu. Üçüncüsü ise süreç içerisinde yakınları siyasi cinayetlere kurban gitmiş hemen hemen herkes sadece yürekleri açılar içerisinde yanan durumda değil; aynı zamanda yapmış oldukları anma toplantılarının ya da yıl dönümlerinin, mezarlık ziyaretlerinin bir formalitenin ötesine geçemediğinin ve sürekli olarak kitle kaybı yaşadıklarını net bir biçimde görüyorlar. Bunun en somut örneği 3 hafta önce İlhan Erdost anmasında gördüm. Aysan-Altıok için değil, bütün siyasi cinayetleri çağrıştıracak bir bilince doğru çekmeye çalışıyoruz biz de Zeynep’le. Kim olursa olsun, bütün özel ve kıymetli isimler, sadece bu ülkenin basit bir değeri değildi. Bu insanların yerine başka isimleri koyamıyoruz. Sanat tarihi ve estetikte Bedrettin Cömert’in yerine kimse yok artık. Bu cinayetlerin de toplumun köreltilmesi için ne kadar bilinçli seçimler olduğunu görüyoruz. Gelecek kuşaklara ne olursa olsun gelecek kuşaklara bu isimleri sağlıklı bir şekilde aktarabilme yükümlülüğünü taşıyoruz.

Çocuklar, babalarını takip ediyorlar
► Babalarını siyasi cinayette kaybeden çok fazla çocuk bugün çok önemli işler yapıyor… Buna ne diyorsunuz?

Hiçbir şeyin siyasetten çok da bağımsız olmadığı süreç içerisinde hemen hemen hepimiz bu durumlara dair farklı şekillerde ifade biçimlerimiz var. Kimi günlük yaşam içerisinde yakınıyla ilgili farklı bir çabanın içine girerek gösteriyor. Kimi benim gibi sanatı daha öne alarak, yaratıcılığı öne koyarak bir şeyler yapıyor. Kimi de Zeynep gibi Meclis’e daha farklı bir yaklaşımla savunuyor. Bunların hepsinin çok kıymetli ve özel alanlar olduğunu düşünüyorum. Bir taraftan da kıvançla görüyorum ki babalarının izini sürdüren çocuklar her acıya rağmen hem çok nitelikli ve özverili bir biçimde kendi yaratılarını sunmaya devam ediyorlar. Bundan daha güzel bir şey olamaz ülke adına.