Yazıya başladığımda son durum: Başbakan Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı konusunda mutabakat sağlandığını açıkladı.

Yazıya başladığımda son durum: Başbakan Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı konusunda mutabakat sağlandığını açıkladı. İsimleri sonra açıklayacaktı. Ama Koşaner ismi kesin gibiydi…
Şimdi “mutabakat” kavramını kendisi de kullandı ama Başbakan bu lafa ifrit oluyordu, biz ne dersek o havalarındaydı. O havalardaydı ama Başbuğ ile Erdoğan’ın gece yarısı görüşmesinden önce 102 asker hakkında yakalama kararını kaldırmalar filan olmamış mıydı? (Üstelik bu görüşmenin hemen öncesinde Obama da Erdoğan’a telefon etmişti. Gel de paranoyak olma!)
Tamam, biz yine de “mutabakat” demeyelim, “şey” diyelim. Şimdilik önemli olan bu şeyin ne menem bir şey olduğunu görebilmek. Yani kasten, taammüden yapılan şeyleri, entrikaları, dümenleri, hukuk diye diye hukuku tepelemeleri es geçmeyelim... Ama bazıları bunlara demokratikleşme, sivilleşme, askeri vesayetin kalkması diyormuş. Geçelim. (Yani aklımıza mukayyet olalım. Bu durakta durmayalım.)
Bu “şey” başka ne olabilir? Buna düpedüz “rejim değişikliği” denebilir mi?
Rejim? Malum, laik ve üniter devlet diye biliniyor (ama kesinlikle demokrasi olmadığını da biliyoruz). Yaşanan konjonktürde, küreselleşme ve bölge koşullarında bu iki parametre artık rejimi belirleyemiyor… Bakın Kürt meselesinde özerklik tartışılıyor, bölgede ılımlı İslam misyonuyla itilafçı neo-Osmanlıcılık rolüne soyunuyorlar. Ama rejimin özü, neo-liberalizm, vahşi kapitalizm rejimin değiştirilmesi teklif edilmek  bir yana akla dahi getirilmeyen tek maddesi!
Rejim elbette bir çırpıda değişmiyor… Ve hatta bu süreçte AKP önümüzdeki seçimleri de kaybedebilir, ancak süreçte taşlar artık dizilmiştir; üniversite, medya, eğitim, yargı filan, derken orduya da rejim değişikliği sürecinde “uygun adım marş” deniliyor.
Ordu? Ordunun bir diğer adı da “rejimin bekçisi”dir… Kendisi de bu adı pek seviyor. Haliyle rejimin niteliği ordunun iradesi dışında değiştirilince rejimin bekçisinin de misyonu değişiyor… Çünkü şimdi moda deyişle statüko, yani müesses nizam (kurulu düzen) yeniden tesis ediliyor.
Sakın ha! Böyle deyince düzen filan değişmiyor, sadece kendisini yeniden üretiyor. “Rejim” de zaten tek kelimeyle “düzen” demek değil mi? Böylece ordu müesses nizam içindeki yeni misyonuna uyum sağlıyor… (Mesela Kılıçdaroğlu başbakan olsa bile böyle bir zeminde rol alacak!)
Ayrıca küreselleşmeyle birlikte “government-yönetim” kavramı yanı sıra “governence-yönetişim” kavramı da öne çıkmıştı. Böyle deyince işin içine iktisadi boyut da belirgin şekilde giriyor. Yani hâkim sınıfların, büyük şirketlerin gücü…
Hâkim sınıflar ittifakının, hegemonyanın geldiği nokta işte bu büyük sistemin, küresel sistemin içindeki modüler işleviyle de doğrudan bağlantılı. Dış dinamikler bu süreçte giderek daha fazla iç dinamik niteliğini kazanıyor.
Obama danışmanı Henri Barkey ya bir kahindir ya da olup bitenler tamamen tesadüftür. Çünkü birkaç yıl önce “Koşaner Genelkurmay Başkanı olduğunda işler zorlaşacak” diye manipülasyon yapmıştı. Başbuğ ile Koşaner’in aynı NATO ordusunda görev yaptıkları biliniyor. (Aklıma gelmişken, Kemal Derviş’i de Bush’un danışmanı Makovsky önceden tavsiye etmişti, tıpkı 28 Şubat’ı önceden bildiği ve herkesten önce “balans ayarı” diyebildiği gibi… Komplo teorisi değil canım, tesadüf!)
• • •
Buraya dek “değişim”” deyip durdum, ama aslında olup biten bir “değişinim”dir. Değişinim de ne ki? Mutasyon!
Beni okuyanlar hatırlayacaktır, bir süre önce GDO yazmıştım, yani “genetiği değiştirilen ordu”…
Şimdi o yazının devamını getirmiş olayım.
AKP ile birlikte değişim filan değil mutasyon yaşanıyor.
(Öyleyse, onun demokratlarına da “mutant yaratıklar” demek lazım!)
Efendim, Büyükanıt ve Başbuğ zaten önceki “darbe girişimlerinden” yan çizmiş paşalar olarak biliniyor… Ayrıca ordudaki mutasyon da 27 Nisan tezgâhı ile başlamış gibi görünüyor… (Üç yıl önceki “çanak çömlek patladı” yazısında tankın ardına saklananın aslında Erdoğan olduğunu ve sobelendiğini de yazmıştım, çünkü 27 Nisan da ABD’den derhal veto yemişti.)
(Ne günlere kaldık! Bir sosyalist olarak malumu tekrar ilan etmek zorundayım: Ordunun geri plana çekilmesi elbette iyidir.... Genelkurmay Başkanı, elbette Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalıdır. Asker siyasetten tamamen çekilmelidir!)
Laf uzadı. Ayrıntılarını sonra tartışmak üzere şimdilik sizlere bazı ipuçları vermekle yetineyim: Mutasyon sayesinde canlılarda olduğu gibi rejimlerde de işte böyle kalıtsal özelliklerinin ortaya çıkmasını sağlayan genetik şifre, “herhangi bir nedenden dolayı” (bunun nedenlerini biliyoruz)  değişebiliyor ve bozulabiliyor. Şunu da biliyoruz: Bu mutasyon yaşandıktan sonra kalıcı hale gelecek ve tekrar eski haline dönmek kolay olmayacak… Ve dahi bazı “hastalıkların” nedeni olarak anılacak…
Ayrıca önemli olan, mutasyonun daha çok çevreden gelen etkiler nedeniyle meydana gelmesi. Ansiklopedilerde “Bir dış etkinin mutasyona yol açabilmesi (mutajen olması) için hücre içine girip etkinliğini gösterebilmesi gerekir” diye yazıyor. Anladınız siz onu!
Peki “mutant” nedir ki? “Temel yapısında derin bir değişime uğrayan ve bu nedenle artık ilk yaratıldığı andaki gibi olmayandır.” Bu zavallılar kendilerini hala solcu filan sanırlar. Olup bitene bakıp “yaşasın sivil devrim” derler. Bu mutasyon sürecindeki referandumda da “evet evet” diye bağırırlar.
Mutasyondan kurtulabilmenin yolu da, şehvetle evet diyen bu mutantlar karşısında dehşetle hayır diyebilmektir!