Google Play Store
App Store

Toplumun farklı kesimlerinin rejime karşı isyanı büyürken bütünlüklü bir politik hat oluşturulabilmiş değil. Siyaset Bilimci Uysal, “Parlamentonun konfor alanından hemen çıkılmalı” dedi. Sosyolog Çobanoğlu ise “Karşımızda düz bir iktidar yok, parti devleti var. Halkın öfkesini, kapsayacak şey, bu sistemin kendisiyle mücadele etme bilincini oluşturmak” diye konuştu.

Rejim olağanüstüyken mücadele de öyle olmalı
Fındık üreticileri de yoksullaşmaya karşı isyanda. (Fotoğraf: Depo Photos)

Politika Servisi

Ülkenin bütün alanlarını kuşatan rejime karşı toplumun farklı kesimlerinden tepkiler sürüyor. Ülke büyük bir yönetim krizinin içerisine sürüklenirken halkın öfkesi de büyüyor.

Çiftçiler, işçiler, kadınlar, gençler, emekliler bulundukları her alandan itirazlarını açığa çıkartırken bu koşullar altında bütünlüklü bir sokak muhalefeti henüz oluşabilmiş değil.

Sendikalar, demokratik kitle örgütleri, meclis muhalefeti hatta sosyalistler bile bu direniş potansiyellerini örgütlemekten uzak bir görüntü çiziyor.

Buna göre demokratik kitle örgütleri günü kurtarmalık açıklamalarla yetinirken sendikalar da göstermelik mitinglerle kendine bir yol izliyor. CHP ise normalleşme tartışmalarının ardından adaylık tartışmalarına şimdiden girmiş durumda.

Tüm bu koşullarda halkın öfkesini kapsayacak, birleşik mücadele zeminlerini kuracak, sandık siyasetini de aşan bütünlüklü bir mücadele hattı yaratılamıyor. Toplumsal muhalefetin bu durumunu ve sokak siyasetinin yaratılamamasını Siyaset Bilimci Ayşen Uysal ve Sosyolog Yavuz Çobanoğlu değerlendirdi.

MUHALEFET DE GELİNEN NOKTADAN SORUMLU

Toplumun farklı kesimlerinin birbirini duymadığını ifade eden Uysal, “Toplumun bu yapısı şüphesiz ki AKP’nin en başarılı politikalarından biri. Ancak tek sorumlu AKP değil. Muhalefetin bizzat kendisi de sokaktaki siyasetin geldiği bu durumdan sorumlu” dedi.

Uysal, “Siyasal iktidarın bu konudaki politikaları bile farklı farklı. Sadece baskı uygulamakla kalmıyor. İtaatkâr toplumun inşası, kutuplaştırma politikası, bireycilik ve hatta ekonomi politikaları bile sokak siyaseti üzerinde etkili. Yoksulluk ve ekonomik sorunlar altında ezilen halk doğrudan sokağa çıkmaz. Aksine bu tür sorunlar altında ezilirken, şayet örgütlü değilse, daha çok içine kapanabilir. İçinde bulunduğu durumu kadercilikle açıklama yoluna giderek, homurdanmaktan öteye geçemeyebilir.” diye konuştu.

BASKI POLİTİKALARI SADECE BİR ETMEN

2013 sonrası ve özellikle de 2015’ten sonra iyice sertleşen baskı politikalarının da toplumsal muhalefetin geri pozisyonunu tam olarak açıklayamayacağını belirten Uysal şu ifadelere yer verdi:  “Baskı politikaları, bugün içinde bulunduğumuz sokak siyasetsizliğini tek başına açıklamaya yetmiyor. İran’da da baskı çok sert ama o koşullarda bile insanlar canları pahasına da olsa sokağa çıkıp haklarını savunuyor. Başka ülkelerden de örnekler verilebilir. Eğer baskı tek başına sokak siyasetsizliğini açıklamaya yetseydi, o zaman Türkiye’de halklar İran halklarına göre daha az cesaretli demek durumunda kalırdık. Oysa, en başta da söylediğim gibi bu durumu ortaya çıkaran, çok sayıda etmenin farklı ağırlıktaki bileşimleri. İktidar baskısı ve toplum mühendisliğinin yanı sıra, muhalif örgütlerinden de kaynaklanan nedenler var.

Örgütlerin yapısı, çıkar ilişkileri, içinde boğuldukları konformizm, örgütlerin para ile kurduğu ilişki, üye kayıpları, vs. Parti siyasetine gelince, orada da ne ana muhalefet ne de DEM Parti sokak siyasetini örgütleme istek ve kapasitesinde değil. Hatta bu bir tercih. Parlamento çatısı altında konforlu siyaset pratiklerine kendilerini fazlasıyla kaptırmış durumdalar. Bir de bireyden kaynaklanan nedenleri unutmamak gerek. Zaman zaman farklı örneklerle karşılaşsak da bireysel kurtuluş toplumsal kurtuluşu önceliyor”

Toplumdaki öfke ve itirazların bütünlüklü bir mücadeleye dönememesini değerlendiren Sosyolog Yavuz Çobanoğlu ise  “Tarihsel bir süreçler dolayısıyla ülkede mevcut koşullarda bir toplum yapısının olmadığını ve sosyolojik olarak bir arada yaşayan topluluklar olduğumuzu söylemek gerekli. Toplum olabilecek zaman dilimlerindeki faşizan, baskıcı politikalarla sekteye uğrayan süreçler bugün hala ülkede varlığını sürdürüyor” dedi.

“12 Eylül’ün ardından örgütlenme kanallarına vurulan darbeler, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin düşmanlaştırılması ve bu politikalara verilen yanıtların yetersizliğinin ardından iktidara gelen AKP de 22 yıl boyunca bunun devamlılığını sağladı” diyen Çobanoğlu, “Toplumdaki kırık noktaları kullanan AKP, buralarda da büyük yarıklar oluşturdu. Neoliberal politikalarla beraber izlenen bu hat ise egemenlerin işine gelen, toplumun kurtarıcı beklediği sonuçları oluşturdu” diye konuştu.

Çobanoğlu şöyle dedi: “Diğer yandan kitlelerin öfkesi bugün itibarıyla daha da arttı. Ancak bu öfke artarken sosyolojik olarak toplumda da bir çöküş yaşandı. Sosyal ahlakın yok oluşunu gerçekleştiren iktidar, sorunlar karşısında halkın tamamının mutabık olmasının önüne set koydu.

Bugün irili ufaklı direniş potansiyelleri açığa çıkarken bir yandan da itirazını dile getiren kitlelere yönelik ‘oy vermeseydiniz’ tepkisi bunun örneği mesela.

Öte yandan AKP iktidarı döneminde de şiddet sarmalı hiç bitmedi. Bu açıdan toplumu sindiren süreçlerin etkisi bitmiş değil, çünkü ülkede şiddet potansiyeli hiç bitmedi.

KARŞIMIZDA NORMAL BİR İKTİDAR YOK

Karşımızda düz bir iktidar yok ve onun yarattığı rejim bir parti devleti. Bugün bu öfkeyi, itiraz dalgalarını birleştirecek şeyin kendisi bizleri darboğazın içine atan bu sistemin kendisiyle mücadele etme bilinci. Bunun uzun erimli bir yol olmasının yanı sıra sisteme karşı bilinci oluşturacak politikalar kurulmadan mücadelenin yükseltilemeyeceğini düşünüyorum. Çünkü kitleler de aslında günlük düşünür ve görür. Bugün yoksulluğa karşı sokakta olan kesimler ekmek mücadelesi için sokaktadır ancak yarın ekmeğe ulaştığında asıl sorunu yine göremez.

Yani son günlerde daha çok görünür olan çiftçiler ürünleri için sokağa çıkarken coplanan bir vatandaş için de sokağa çıkabilirse ya da içki yasaklarına, baskı politikalarına karşı tepkilerini eyleme dökebilirse sorunun kaynağının sistemden olduğu bilincini taşır ve mücadele aslında tam da orada büyür. Dolayısıyla kurtuluşu sadece sandıktan ibaret gören dayatmalara karşı da toplumun ilerici kesimleri, sosyalistleri, sendikaları, demokratik kitle örgütleri bu uzun erimli dediğimiz hattı örmeye başlamadan burada farklı mücadele biçimlerini yükseltmemiz zor.