Türkiye, 30 Mart’tan buyana her gün COVİD 19 konusunda rekor üstüne rekor kırıyor.

Sayıların “gizlendiği” bilim insanlarınca açıklanırken, Sağlık Bakanı’nın resmi verileri bile durumun korkunçluğunu kanıtlıyor. Günlük 41 bine yaklaşan vaka sayısı ve bir ara 50-60’lara düşmüş olan günlük ölüm sayısının üçe katlanarak 180’lere yaklaşmış olmasının nedenleri sorgulanmalıdır.

TEMEL NEDEN: YAŞAM DUYARSIZLIĞI

AKP-MHP iktidarının en belirgin özelliklerinden biri “insan yaşamı” konusunda sergilediği çok açık duyarsızlıktır.

Bu duyarsızlığın yansımaları olarak, iktidarın, ülke içi barışı sağlamadaki yıllardır süren başarısızlığı ilk sıraya konulmalıdır. Ek olarak, iktidarın iş kazaları ve işyeri ölümleri karşısında gerekli önlemlerin alınması konusundaki bilinçli denilebilecek yetersizliği; kadına yönelik şiddet ve cinayetler karşısında İstanbul Sözleşmesi’nden “yöntemi çok tartışmalı” bir biçimde çekilmesi belirtilebilir.

Son günlerde COVİD 19 salgını nedeniyle sayıları hızla artan ölümler, gerçekte, bu genel yaşam duyarsızlığının bir türevidir.

Oysa söylemeye gerek yok. Yaşam hakkı, insan haklarının en kutsalıdır; yaşam hakkı korunmuyorsa, insan yoktur; o zaman da, düşünce ve ifade, örgütlenme, eğitim ve çalışma gibi temel insan haklarının varlığının hiçbir anlamı yoktur.

BİTMEYEN AYIRIMCILIK

İktidarın, emek-sermaye bağlamında çok açık bir sermaye yanlısı tutum sergilediği, giderek, değişik sermaye kesimleri arasında bile “yandaş olan-yandaş olmayan” diye, kapitalizmin ilkelerine bile uymayan yaklaşımlar sergilediği biliniyor.

Ek olarak, iktidar kamu kesiminde işe almalarda “mülakat” uygulamasıyla da çok acımasız bir ayrımcılık yapıyor.

Belediyeleri bile “kendisinden olan-olmayan” olarak ayıran iktidarın, kendi kongre ve toplantıları ile “diğer” kongre ve toplantılar arasında yaptığı ayrımcılık da bir taraftan toplumsal yapıda derin yaralar açarken, diğer taraftan da Türkiye haritasını kızartarak Korona rekorları kırılmasına yol açıyor.

İktidarın ayrımcılığı bunlarla da sınırlı kalmıyor; yaşam ile ölümün kesiştiği nokta olan “aşı” konusunda da ayırımcılık yapılıyor. Saray ve yakın çevresinin ya da kongrelere katılacak AKP’lilerin “ayrıca aşılandığı” haberlerine açıklık getirilmiyor. Söz verildiği halde nedense köy okullarının dışında kalan öğretmenler aşılanmıyor. Dahası, çok zor koşullarda görev yapan basın- yayın çalışanlarının basın kartı iptal edilenler ve internet medyası aşılama kapsamının dışında tutuluyor.

Çok daha yıkıcı bir tutum sağlık çalışanları konusunda sergileniyor. Bugüne dek 400’e yakın sağlık çalışanının COVİD 19 nedeniyle yaşamını yitirmiş bulunmasına karşın, insanları yaşatmak amacıyla inanılmaz bir savaş vermekte olan sağlık çalışanlarının COVİD 19’un meslek hastalığı sayılması isteklerine duyarsız kalına biliniyor.

YÖNETİM YETERSİZLİĞİ

AKP-MHP iktidarı, başta ekonomi olmak üzere, hemen her konuda topluma çok ağır bir yönetim yetersizliği yaşatıyor. COVİD 19 yönetimi karmaşası, bunun, doğrudan ölümcül sonuçlar veren çok özel bir örneğidir.

İktidar, her şey bir tarafa, hastalığın tek çaresi olan “aşı” konusunu da doğru yönetemiyor. Önce, ülkeye yeterince aşı getirtilmedi. Tek kaynağa, Çin aşısına, bağımlı kalındı. Aylar önce 2020’nın sonlarında üretileceği açıklanan “yerli aşının” bugünlerde 2021’in sonbaharında yetiştirilebileceği açıklandı. Yeterince aşının ne zaman sağlanacağı ya da somut bir aşı takvimi yok.

Bu ülkeden Almanya’ya göçen iki ailenin tüm dünyanın alkışladığı başarılı çocukları, Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in ürettiği, alanında bir “ilk” olan ve diğer ülkeler tarafından kapışılan Biontech aşısının ülkemize bu kadar gecikmeli ve çok sınırlı sayıda getirilmesi de o büyük yönetim yetersizliğinin ayrı bir göstergesidir.

Özetle, duyarsızlık, ayırımcılık ve beceriksizlik üçlüsü olmasaydı, COVİD 19 nedeniyle 32 bine yaklaşan toplam can kaybı çok daha az olurdu. Türkiye halkı, iktidardan kaynaklanan ölümcül rekorları hak etmediğini bir an önce kanıtlamalıdır.