Faşist Almanya’da rektörlere “Üniversite Führer’i’ yetkisi ve unvanı verilmişti...

Faşist Almanya’da rektörlere “Üniversite Führer’i’ yetkisi ve unvanı verilmişti.  Rektörler asıl Führer Hitler’in üniversitelerdeki gölgesiydi. Örneğin rektör Walther Wüst, Hitler karşıtı bildiri dağıtan öğrencileri kendi elleriyle giyotine gönderdi. Giyotinde can veren 3 çocuk babası 23 yaşındaki öğrencinin, iki kardeşin ve “Beyaz Gül”lerin anısına…        

 
Münih Ludwig-Maximilian Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi 23 yaşındaki Christoph Probst boynu giyotine vurularak idam edilmeden kısa bir süre önce, sessizliğini bozdu ve üç çocuğuyla lohusa karısının hatırı için idamının ertelenmesini istedi. Christoph’un çocuklarının büyüğü 3, ortancası 2 yaşında, en küçüğü ise yalnızca 1 aylıktı. Karısı lohusa ateşine tutulmuş evde yatıyordu. Faşistlerin acelesi vardı. Aman dinlemediler. 18 Şubat 1943 tarihinde yakalanan Christoph Probst, Hitler’in faşist Halk Mahkemesi’nde alelacele yargılandı ve yakalandıktan tam 4 gün sonra 22 Şubat 1943 tarihinde boynu giyotine vurularak öldürüldü. Ölmeden önce ne çocuklarını ne de karısını görebildi genç öğrenci. Suçu ne miydi? Baştan başlayalım:
 
Tıp fakültesi öğrencisi Sophie Scholl,  Münih Ludwig-Maximilian Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 18 Şubat 1943 tarihinde faşizm ve savaş karşıtı bildiri dağıtırken fakültenin hademesi Jakob Schmid’e yakalandı. Hademe Schmid diğer hademelerin de yardımıyla Sophie’yi rektörlüğe sürükledi.  Hemen, aynı fakültede öğrenci olan ağabeyi Hans Scholl da hademeler tarafından yakalanıp buraya getirildi. Rektör Walther Wüst ve hademeler Scholl Kardeşleri sorgulamaya başladı. Rektör Walther Wüst, sorguyu bizzat yürütüyordu. Çünkü sadece bir rektör değil aynı zamanda azılı bir faşistti. İki kardeşi saatlerce sorguladılar. Sonunda gizli polis Gestapo’yla gençler karakola gönderildi.  
 
BİLDİRİDE EL YAZISI BULUNUNCA GİYOTİNE GİTTİ
Rektör ve hademeler büyük iş başarmışlardı. Hans Scholl’un üzerinde henüz son biçimi verilmemiş, el yazması bir bildiri daha çıkmıştı. Her iki kardeş grubun yalnızca ikisinden oluştuğunda, başkalarının olmadığında direndi. Direnişleri pek işe yaramadı. Hans Scholl’un üzerinden çıkan bildiri yakın arkadaşları Christoph Probst’un el yazısıyla yazılmıştı. Scholl kardeşler, Christoph’u kurtaramadı. O da yaka paça sorguya getirildi.
 
Hitler’in faşist polisleri ve faşist Halk Mahkemesi 18 Şubat 1943’te yakalanan bu üç genç öğrenciyi o kadar hızlı sorguladı, o kadar çabuk idama mahkûm etti ki, kimsenin olup bitenden haberi bile olmadı. Zaten polis de mahkeme de rektör ve hademelerin sorgu tutanaklarını aynen kabul ediyor, bu üç kişinin suçluluğuna kesin gözüyle bakılıyor, sorgu sadece grubun diğer üyelerinin kimler olduğunun açığa çıkartılması için derinleştiriliyordu. Derinleştirme de zaten sadece 4 gün sürdü. 22 Şubat 1943 tarihinde üç öğrenci giyotine vuruldu.
 
6 BİLDİRİYE 6 İDAM
Son bir yıldır Münih başta olmak üzere Almanya’nın bazı kentlerinde Hitler rejimi ve ve savaş karşıtı „Beyaz Gül“ imzalı 6 bildiri dağıtılmıştı. Bildirileri kimin yazdığı ve kimlerin dağıttığı bir türlü açığa çıkarılamamıştı. Sophie Scholl’un dağıttığı bildiri işte, bu 6. bildiriden arta kalan bildirilerdi. Sophie, arta kalan 1700 bildirinin ziyan olmasına razı olmamış, bildirileri fakültede boş amfilere bırakıyor, aydınlığa falan atıyordu.  Ve hademeler, rektör, gizli polis aslında bütün Almanya uzun süredir bu bildirileri kimin dağıttığını tespit etmeye çalışıyordu. Faşist Almanya’da muhalefet adına kuş uçmadığı bir dönemde insanları faşizme karşı ayaklanmaya çağıran, savaşa gitmemeyi söyleyen bildirilerdi bunlar. Beyaz Gül bildirilerinin sonuncusu, Hitler’in asla bu savaşı kazanamayacağını, savaşın sadece vahşeti uzatacağını söylüyordu. İşte Hans Scholl’ün üzerinde çıkan ve Christoph Probst’un el yazısını taşıdığı için giyotine vurulmasına neden olan bildiri daha baskıya bile verilememiş bildiriydi. Alman faşizmi önce bu üç öğrenciyi giyotine vurdu. Sonra aynı bildiriler yüzünden 2 öğrenci ve bir profesörü daha öldürdü. Yayınlanmış 6 bildiri için 6 kişi giyotine vuruldu. Bu arada rektör ve hademelere “başarı” belgesiyle para ödülü verildi.
 
REKTÖR SİVİL ALBAY OLUYOR
Münih Ludwig-Maximilian Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Walther Wüst, akademi dünyasında hızla kariyer yapmış ünlü faşistlerden biriydi.  Daha 22 yaşındayken Hindoloji ve Germanistik dalında doktorasını vermiş, 31 yaşındayken de profesör olmuştu. Walther Wüst, 1933 yılında Hitler’in partisi Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne (NSDAP) üye oldu ve bir yıl sonra Felsefe Fakültesi’nin dekanlığına atandı.
 
Aynı yıl dekanken, Hitler’in özel korumalığını yapan militan parti üyelerinden oluşan SS birliğine seçildi. SS birliği Hitler faşizminin bütün kirli işlerini hallediyordu.    Walther Wüst, sonra SS-Standartenführer  (Alay Önderi) rütbesi aldı yani sivil albay oldu. Yükselişi bitmedi: Wüst 1937 yılında Alman Kökenini Araştırma Enstitüsü’nün başkanı oldu. Bu enstitü, arî ırkının özelliklerini ve kimlerin arî olduğunu araştırıyor ve Almanların nasıl en üstün ırk olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Kurucusu SS lideri ve Nazi ideologu Heinrich Himmler idi. Böylelikle Wüst, pratikte dekanken Himmler’in yardımcılığına da yükselmişti.  Wüst 1941 yılında rektör atandı ve savaş sonuna kadar rektör kaldı. 
 
Bu bizim Wüst Nazi ideolojisinin yayılması ve faşizm propagandası için çok önemli biriydi. Canla başla çalışıyordu. Örneğin 1943’te Müslümanlara faşizm propagandası yapmak için Arap ülkelerine bile gitti.
 
Savaş sonunda 1945’te yakalandı. Üç yıl içerde kaldı. Çıktı, hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya devam etti. Wüst göreve geri dönemedi ama Wüst gibi on binlerce Nazi, kamu görevine geri dönmüş, Nazilerden arındırılma yasası çıksa da pratikte işletilememişti. Wüst, 1993 yılında eceliyle öldü. Hayır, Üniversite’de Christoph Probst’un çocuklarına falan ders vermedi. Profesör unvanı elinden alınmadıysa da 1946’da üniversiteden atıldı.
 
 HÜMANİZM ORTAK PAYDA
Faşistlerin giyotine gönderdiği öğrencilerden ne Scholl Kardeşler ne de Christoph Probst örgüt üyesi veya komünist falan değildi. Hepsinin ortak değeri hümanizmdi. 1921 doğumlu Sophie Scholl, 1942 yılında Münih’te biyoloji ve felsefe okumaya başladı.  Aslında dönemin bütün gençleri gibi faşistlere çok uzak değildi. Ancak aileden okumaya meraklı olduğu için zamanla okuduğu romanlar, dinlediği müzikler ve biraz da Hıristiyan pasifist öğretinin etkisiyle faşizmin karanlık yüzünü kavramaya başladı. 
 
Münih Ludwig-Maximilian Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi ağabeyi Hans Scholl, sömestri tatilinde yakın arkadaşları Willi Graf ve Alexander Schmorell  ile sıhhiye askeri olarak doğu cephesine gönderilmiş, Polonya Varşova’daki toplama kamplarını da, savaşta düşen askerleri de yakından görmüştü. Hans Scholl ve doğu cephesini gören arkadaşları döndükten sonra faşist Hitler rejiminden uzak durmaya karar vermişlerdi. Schol Kardeşler özgürlükçü bir ailede yetişmişti. Diğer arkadaşları da maddi durumları iyi olan özgürlükçü burjuva aile çocuklarıydı.
 
HİTLER PARTİSİ ÜYESİ PROFESÖR DE GİYOTİNE VURULDU
Hans Scholl, kardeşi Sophie’nin kendilerine katılmasını istemiyordu. Sophie‘yi uzak tutuyordu. Ancak Sophie, Hans’ın yakın arkadaşlarıyla da tanıştıktan sonra birkaç öğrenciden oluşan gruba katıldı. Grubun aslında siyasal bir etkinliği yoktu. Sadece Hitler ve faşizm karşıtı bildiri yazıyor ve bunu büyük bir gizlilik içinde dağıtıyordu. Öğrencilerin hazırladığı bu bildiriler Almanya’nın çeşitli kentlerindeki hiçte siyasal yanı olmayan arkadaşlara gönderiliyor ve gizlice yayılıyordu. 
 
Sophie de tıp fakültesine geçti. İki kardeş ve birkaç arkadaşı Almanya’da antifaşist direniş hareketinin sembol isimlerinden biri olan Beyaz Gül adlı grup içinde sadece 6 bildiri yayınlayarak tarihe geçtiler. Çekirdek kadro şu isimlerden oluşuyordu: Hans ve  Sophie Scholl, okul arkadaşları  Christoph Probst, Willi Graf ve Alexander Schmorell. Bunların dışında öğrencilere destek veren müzik ve psikoloji profesörü Kurt Huber vardı. Prof Huber, aslında Hitler’in partisine de üyeydi ama faşizm terörünü onaylamıyordu. Öğrencilerin bildirilerinin hemen hepsinde emeği vardı. Hepsi, tek tek giyotinde can verdi.
 
Yakalandıktan tam 4 gün sonra hunharca giyotine gönderildiklerinde Sophie 22, Hans 25 yaşındaydı. Arkadaşları 23 yaşındaki Christoph Probst’tan başka iki arkadaşları ve bir hocaları daha aynı olaydan giyotine gönderildi. Hepsi „vatan hainliği“ ile „düşmanla işbirliği yapmak“ ve „askerin moralini bozmak“tan ölüm cezasına çarptırıldı. Cezayı yargılama için Berlin’den özel gelen „özel yetkili mahkeme yargıcı“ verdi. 
 
SCHOLL KARDEŞLER VE BEYAZ GÜL UNUTULMADI
Scholl Kardeşler ve  Christoph Probst giyotinle öldürüldükten sonra Prof. Dr. Kurt Huber, Willi Graf ve Alexander Schmorell’un davası daha uzun sürdü. 19 Nisan 1943’te bu üç kişi de yine Münih’te halk mahkemesi tarafından giyotinle idam cezasına çarptırıldı. Kurt Huber ve Alexander Schmorell 13 Temmuz 1943’te giyotine gönderildi. Willi Graf’ın giyotine gönderilmesi 12 Ekim 1943’e kadar bekletildi. Polis Graf’tan dışarıdaki başka isimleri de almaya çalıştı.  Dışarıda ekibe yardımcı olmuş çok sayıda sempatizan, eş dost akraba vardı. Bunlar içinde yakalanıp yargılananlar olsa da başka kimse idam edilmedi.
 
Almanya’da bugün yüzlerce cadde, sokak, okul  „Scholl Kardeşler“ adını taşımakta. Okudukları Üniversite’nin bulunduğu meydan, üniversitenin sosyal bilimler enstitüsü  „Scholl Kardeşler“ ismini taşıyor. Sophie Scholl’ün üniversitede bronz bir büstü bulunuyor. Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde de „Scholl Kardeşler“ adını taşıyan kurum ve kuruluşlar vardı. Scholl Kardeşlerle ilgili filmler çekildi, tiyatrolar yapıldı, kitaplar yazıldı. Hem Demokratik hem de Federal Almanya’da Scholl Kardeşler adına posta pulları basıldı.
 
Almanya Scholl Kardeşleri ve arkadaşlarını unutmadı. Rektör Wüst’ü ve faşizmi de. Beyaz Gül üyelerinin idama mahkûm edildikleri mahkeme salonu bugün olduğu gibi korunarak ziyaretçilere açık bir utanç müzesi haline getirildi. Alexander Schmorell, Almanya’da yaşayan bir Rus’un oğluydu. Dindar bir ailenin çocuğuydu. Rus Ortodoks Kilisesi Schmorell’u 2007 yılında “aziz” ilan etti.
 
Evet, Hans Scholl sorgusunda „Beyaz Gül“ adının herhangi bir anlamı olmadığını, hoşuna gittiği için “keyfi olarak bu ismi kendisinin seçtiğini”  söyledi.

***
 
 

Nazi profesörleri de kitap yaktı

 

Hitler’in iktidara gelmesinden sonra hemen bütün profesör ve yöneticiler 11 Kasım 1933 tarihinde „Alman Üniversiteleri ve Yüksek Okulları Profesörlerinin Adolf Hitler’e bağlılık bildirisi„ yayınladı.  Profesörler, “nasyonal sosyalist devrimi” coşkuyla karşıladı. Daha Hitler iktidara yürürken öğretmenler, profesörler, bilim adamları, üniversite öğrencileri ayrı ayrı birlik oluşturmuş ya da var olan birlikleri ele geçirmişti.  Akademi, Hitler ideolojisini yaymak için gönüllü organ haine gelmişti.
 
Profesörler bildirisinde Hitler’in iktidara gelmesiyle Almanya’nın bütün dünyaya birlik ve beraberlik içinde olduğunun gösterildiği, artık halk bilimine geçiş yapıldığı bildiriliyor, Hitler’in bilim politikasının Almanların özgürlüğünü, barış, şeref ve hukukunu yeniden tesis ettiği açıklanıyordu. Faşizmin ve Hitler’in alkışlandığı bildiriyi profesörlerin hemen hepsi imzaladı ama bilim dünyası bununla yetinmedi.  Bildiriye istisnasız bütün üniversite ve fakülteler imza koydu.
 
Hitler’in 30 Ocak 1933 tarihinde iktidara geldikten kısa bir süre sonra, özerk olan üniversiteler hükümete bağlandı ve rektörler Hitler’in bilgisiyle bakanlık tarafından atandı. Hitler 7 Nisan 1933’te memurlar yasasını, 21 Ocak 1935’te Üniversite hocaları yasasını çıkardı. Bu yasalar, rektörlere Yahudileri, komünistleri, sosyal demokratları memurluktan ve üniversiteden atma yetkisi veriyordu. Zaten yasa çıkmadan daha bazı üniversiteler Yahudi ve solcu memurlarla hocaları çeşitli bahanelerle üniversiteden atıyordu. Daha sonra istisna bırakmamak üzere Yahudi, komünist ve sosyal demokratlar işten atıldı. Bu aslında bütün kamu işlerinde uygulanan bir kuraldı.

KADINLARIN YARISI ATILDI
3 Nisan 1935’te çıkartılan yasa, rektörlere çok geniş yetkiler veriyordu. Bütün üniversitelerde rektörlerin Üniversite Führer’i olduğu  „Führer der Hochschule" ilan edildi. Nasıl Führer Hitler, ülkeyi baştan aşağı yeniden biçimlendiriyorsa, rektör de üniversiteyi öyle biçimlendirecekti. Yani faşist hocalar, faşist öğrencilerden oluşan üniversiteye Führer’i temsilen atanan rektör her şeye muktedir ve her şeyden sorumlu kılındı. Rektörler, bulunduğu kentlerde faşist bütün yapılanmalarda emir komuta zinciri içinde görev almak durumundaydı da.   
 
Faşizm iktidarında Alman üniversitelerinden 901 profesörün işine son verildi. İşsiz kalan hocalardan 38’i daha sonra faşist rejim tarafından öldürüldü. Üniversiteden atılan 36 hoca dayanamayarak intihar etti. Diğer hocaların üçte ikisi ABD’ye gitti ve orada bilimsel çalışmaya devam etti. İngiltere’ye ve Türkiye’ye de giden hocalar oldu.  Üniversitelerden kadın profesörlerin yarısı atıldı. Erkeklerde bu oran daha düşün bir oranda kaldı. Ancak yurtdışına gidip iş bulan profesörlerin hemen hepsi erkeklerden oluşuyordu. Kadınların o günün koşullarında dünyanın her yerinde profesör olarak iş bulmaları imkansız görünüyordu.
 
YAHUDİ HOCALARIN ATILMASINA KİMSE KARŞI ÇIKMADI
Çok az hoca Nazilere karşı çıktı. Zaten karşı çıkacak durumda olanlar üniversiteden atılmıştı. Faşistlerin uygulamalarına karşı çıkan ender isimlerden biri Nobelli fizikçi James Franck’tı. Frank, 17 Nisan 1933’te Göttingen Üniversitesi’nden istifa etti ve meslektaşlarını “olup biten karşısında düşünmeye” davet etti. Meslektaşları da düşünmüş olacaklar ki, 5 gün sonra 42 Profesör “Franck’ın bu kararla Nazi rejimine sabotaj düzenlediğine” dair bildiri yayınladı.
 
Yahudi olduğu için üniversitedeki yönetici görevinden alınan hocaların yerini hemen diğerleri doldurdu. Buna sadece bir tek kişi karşı çıktı: Farmakolog Prof.Dr. Otto Krayer. Dr. Krayer, Yahudi Philipp Ellinger’in yerine Enstitü Başkanı olarak atandığında, “Hiçbir gerekçe gösterilmeden görevden alınan bir meslektaşımın yerine atanmayı kabul edemem” dedi. Naziler Krayer’i meslekten attılar. Ama hiç beklenmeyecek isimler faşistlerin açtığı yoldan ilerledi. Örneğin filozof Martin Heidegger, istifa etmek zorunda kalan sosyal demokrat Freiburg Üniversitesi rektörü Wilhelm von Möllendorff’un yerini almakta hiç tereddüt etmedi. Hoş Heidegger NSDAP üyesiydi de.
 
Faşistlerin bilim politikası ya da üniversite politikası da “anti entelektüel” ve savaş yandaşıydı. Bilimi ve entelektüel çabayı küçümseyen faşistler “amaca uygun” bilim üretilmesini istiyordu. Faşist devletin bilim konsepti şu maddelerden oluşuyordu:
 
1.         Bilimin kendisi bir amaç değildir. Bilimin somut, yararlı bir hedefi olmalı.
 
2.         Irk kavramı bilimin ve araştırmanın merkezi kavramıdır.
 
3.         Bilimin bütünsel gelişiminin sağlanması
 
4.         Uluslararası bilim dünyasının reddi
 
FAŞİST ÖĞRENCİLER KİTAP YAKMA ŞENLİĞİ
Faşistler tarafından kurulan Nasyonal Sosyalist Alman Öğrenci Birliği (NSDStB) 1928 yılından itibaren bütün öğrenci derneklerini, öğrenci birliklerini ele geçirdi. Bütün üniversitelerde zaten faşist öğrencilerin dedikleri olmaya başladı. İdare bu öğrencilerle ve faşist personelle üniversitede fiilen ayrı bir yönetim oluşturdu.
 
Kısa sürede faşistler dışında üniversitelerde öğrenci de kalmadı. Zaten 25 Nisan 1933’te Yahudi öğrencilerin üniversiteye alınmasını yasaklayan „Öğrenci kapasitesi dolu olan üniversitelerin düzenlenmesi“ yasası çıktı.
Faşist öğrencilerin en önemli gövde gösterisi 10 Mayıs 1933 tarihinde oldu. O gece faşist öğrenciler 21 üniversitede meydanlarda törenle Yahudi, komünist, sosyal demokrat ve yabancı yazarın on binlerce kitabını ateşe verdi. Öğrencilere profesörler ve yerel NS örgütleri de yardımcı oldu. O gece kitapları yakılan yazarlardan Heinrich Heine 1821 yılında   “Kitapların yakıldığı yerde, sonunda insanlar da yakılır” diye yazmıştı. Evet, kısa süre sonra faşistler insanları da yakmaya başladı.