Devrim Erbil 61’de, akademide hocalığa başlar. Hocalığı ve ressamlığı birlikte sürdürerek ömrünü sanatına adar. Çok saygın uluslararası ödüller ve ulusal ödüller alarak sanatını taçlandırır.

Renklerle ışıtıyor İstanbul’un ruhunu
Devrim Erbil’in İstanbul resmi.

İbrahim Karaoğlu

Belki de hayatımızdaki en uzun öykü, dönüp geriye baktığımızda başlar; her şeyin eskidiği bir kıyıdan çok uzaklara, kendimize çekildiğimizde. Böylesi anlarda durur zaman. Ve en uzun yolculuk başlar, insanın kendine yolculuğu... Tersine döner akrep ve yelkovan. Sararmış takvim yaprakları eski yerlerine tutunur. Son durakta bekler bizi çocukluğumuz.

Yazgımızın yaşantımıza katacağı her şeyden habersiz, en saf, en masum, en unutulmaz gülümseyişler saklı yüzümüzle buluşuruz. Aydınlanır içimizdeki gölgeler.


Dün sakladığımız her düş eskimeden beklemektedir sanki. Jorge Amado’nun, “İnsanın anayurdu çocukluğudur” aforizmasını duyumsarız. Oradan kalan silinmez izlerle buluşuruz. Her iz çağrışımlarıyla çoğaltır, kendi derinine çeker. İçimize sığmayan erinçlerle çoğalırız. Sezilerimizin de, yanılgılarımızın da bizi ne kadar varsıllaştırdığının ayrımına varırız. Acemiliklerimizin, ürküntülerimizin korkularımızı beklediği yerde, düş kırıklığının girdabından, nasıl da kendimize inanarak kurtulduğumuzu, içtenliğimizin ne kadar kıymetli olduğunu, kendimize inanmanın sonsuz erinçler yükleyen gücünü keşfederiz.

Bir sanatçının özyaşamında, en çok çocukluğunu merak ederim; dünün en uzaklarında kalmış o saklı bahçeyi. Yaratı eyleminin en temel birikme alanıdır çocukluk. Yaratıcı benliğin en bilinmez uçlarını ele verir. Ve Devrim Erbil’le yaşam öyküsüne doğru uzun bir yolculuğa çıktığımızda, ilk durağımız olmuştu çocukluğu. Uşak’ta, geleneksel tasarım ve renk alışkanlıklarıyla halı dokuyan halalarını anımsamıştı önce. “Kendilerine özgü motiflerle rengârenk halılar dokuyan halalarımın tezgâhlarındaki büyülü dünyadır çocukluğum. Hiç silinmez belleğimden halılardaki renklerin ışıltılı dünyası. O renkli dünya bilinçaltıma yüklendi benim” demişti yıllar önce. Dış dünyayı sezgileriyle tanımaya başladığı dönemde, görsel belleğinin ilk önemli renkleri, biçimleri, dokuları halılardır. Çocukluğundaki ilk estetik duygu kazanımının nesneleridir halılar. Geleneksel kültürümüzün en önemli kalıtlarındandır Uşak halıları. Geleneksel tasarım ve renk alışkanlıklarıyla dokunur. Giovanni Bellini, Hans Holbein, Loronzo Lotto gibi dünyaca ünlü sanatçıları etkilemiş ve onların en önemli tablolarında yer almıştır bu halılar. “Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesi, bir taslağıdır...” diyen Hermann Hesse’i doğrularcasına, Devrim Erbil’in de sanat yolculuğunun en önemli durağıdır çocukluğunun halılarla büyülü dünyası…

Balıkesir’deki ilk ve orta öğrenim döneminde, resim hocalarından çok etkilenir Erbil. O dönemdeki öğretmenleri sanat tarihimize geçebilecek kadar önemli sanatçılardır. Devrim Erbil’in yaratıcı benliğini keşfeden hocalarıyla olan ilişkisi sanatsal yaratıma özendirir ve yaratma gücünü tetikler. Ve 1955 yılında, ilk resim sergisini açar Balıkesir’de. İlk kez izleyiciyle buluşturur resimlerini. O yıllardaki resim serüvenini anlatırken;

“15 yaşımda renkli çini mürekkeplerle adeta resimle şiirler aktarmaya çalışıyordum...

Hiç resim görmediğim yıllar, 1950’li yıllar. 1940’larda II. Dünya Savaşı’nın sürdüğü yıllar; ekmek, çay karnelerinin dağıtıldığı yıllar; sanat nereden uğrasın, resim nereden gelsin… Renkli çizgilerle anlatma yolunu seçmiştim. Çağdaş sanat anlatımında bu var belki ama o tarihte ben Balıkesir’de bunu resimle şiir yazmaya yakın bir iş için yapmıştım. İnsanı heyecan içinde bırakan yaşamın ritmini anlatma yöntemiydi bu...”

Liseyi bitirince, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’ne girer. Bu dönemde Neşet Günal Paris’ten dönmüş ve Akademi’de asistan olmuştur. Erbil’in Balıkesir’de yaptığı resimleri görmüş Nuri İyem ve diğer hocalarına göstermiştir. Halil Dikmen’in ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi olur. Akademi yıllarını anlattığı yazısında: “Hocam Halil Dikmen, ne kadar kültürlü ve zarif bir insandı. Öğrencileriyle öylesine içten ilgilenir, değer verirdi. Doyamazdık onu dinlemeye. Onunla konuştukça özgüvenimiz oluşur, kendimizi adamdan saymaya başladık. Ondan özverinin ne olduğunu öğrendim. Atölye hocam Bedri Rahmi’den çok şey öğrendim, usta çırak ilişkisini, imeceyi, usta sevgisini, doğa tutkusunu, coşkuyu, şiiri, güzele düşkünlüğü, sıradanlığa karşı olmayı, halk sanatına bakmayı, minyatürü, mozaiği, zenci heykellerini sevmeyi, bildiğini doğru bilmeyi, sanatın yaşamdan ve geleneksel değerlerden kopmaması gerektiğini... Çallı’yı o kadar yakın tanıyamadım ama ondan da sanatçı için zeka ve nüktenin, yaratıcılığın bir parçası olduğunu öğrendim. Hikmet Onat’ı epey ilerlemiş yaşlarında tanıdım. 90’lı yaşlarda bile tuvalini, sehpasını sırtlayıp Boğaz sırtlarına resim yapmaya giderdi. Onun kişiliğinde çok ileri yaşlarda bile çocukça bir sevinçle resim yapılabileceğini gördüm... Nurullah Berk seçkin, kültürlü ve aydın bir kimliği taşıyordu. Belli bir mesafede dururdu ama kendini sanata adamış yönü insanı etkilerdi. Cevat Dereli çok duyarlı ve sezgi gücü yüksek bir kişiydi, insancıldı.

Ondan insanları incitmemeyi öğrendim. Cemal Tollu’dan işini ciddiye almayı, Sabri Berkel’den titizliği ve şıklığı ve de sanata büyük bir aşkla bağlanmayı, sanatı her şeyden üstün tutmayı, Zeki Faik İzer’den araştırıcı ve yenilikçi olmanın yaşı olmayacağını... Neşet Günal’dan ayrımsız insan sevgisini gördüm. Ondan işine inançla bağlanmayı öğrendim. Fethi Kayaalp’tan gravürü, araç gereç bilgisini, malzemenin, kısaca teknolojinin ne denli önemli olduğunu öğrendim. Ali Çelebi’den alçak gönüllü olmayı öğrendim. Zühtü Müridoğlu’yla içten ve açık olmanın erdemini yaşadım, çağdaş sanatçının yalnız kendi işiyle değil, diğer sanat dallarıyla ilgilenme boyutunu da gördüm. Hadi Bara’dan ise sanatta ödün verilmeyeceğini anladım... Şadi Çalık’ta yaratıcı zekanın çocuksu bir coşkuyla bütünleştiğini gördüm. Ercüment Kalmık ise örnek bir insandı. Onu tanıyıp, konuşmasını dinleyip hayran olmamak imkânsızdı. Onda iyi insan, iyi sanatçı bütünleşmesini izledim. Sevgi, saygı ve güvenin ne anlama geldiğini onun yanında öğrendim...”

Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesi çok etkiler Erbil’i. Onun evinde ve Narmanlı yurdundaki atölyesinde sayısız kültür ve sanat insanını tanır: Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Sabahattin Eyüboğlu, Ara Güler, Aliye Berger, Füreyya Koral, Metin Eloğlu, Nedim Günsur, Eren Eyüboğlu, Ahmet Kutsi Tecer, İsmail Tunalı bu dönemde katılır hayatına…

1959 yılında okulunu bitirir. Daha o yıllarda, yolun başında; kendine özgü bir resim dili bulmuştur Devrim Erbil. 61’de, akademide hocalığa başlar. Hocalığı ve ressamlığı birlikte sürdürerek, ömrünü sanatına adar. Çok saygın uluslararası ödüller ve ulusal ödüller alarak sanatını taçlandırır. Dünyanın pek çok yerinde ve ülkemizde sayısız sergiler açar. Son sergisini Kuşadası’ndaki Ada Modern’de, 6 Eylül’de açtı Devrim Hoca. İstanbul resimleriyle görsel bir şölen sundu.

Her sanatçının bir kenti vardır. Miladıdır her şeyin o kent. Orada yeniden doğulur.

O kentin evreninde yeni kimlikler kazanılır. Kafka için Prag, Henrich Böll için Köln,

Pavese için Torino ne ise Devrim Erbil için de öyledir İstanbul. “Varoluş mekânsaldır” diyen Merleau-Ponty ne kadar da haklıdır. “İnsanın yalnızca bedeni değil, duyguları düşünceleri de mekâna bağlı ve bağımlıdır. Varoluş yalnızca maddesel yönüyle değil ruhsal yönüyle de mekânsaldır” ve insan etkilendiği mekân içinde, o mekânın ruhuyla bütünleşir. Devrim Erbil için de böyle olmuştur. Yazgısındaki en büyük düğümü oluşturur İstanbul. O düğümün imgeleri uyandırır, büyütür, varsıllaştırır içindeki sanatsal yaratı gücünü. Ve her şey İstanbul’la şekillenir onun resimlerinde. Şiirsel soyutlamalarla atlasını çıkartır kadim İstanbul’un.

Yazgısı yakasına yapışık bir şair;

“Bu şehir arkandan gelecektir” diyerek; peşini bırakmayan şehrin denizinden başka bir deniz bulamayan İstanbul Yeniköylü Pedros Kavafis’in oğlu Konstantinos Kavafis ruhunu incelterek, keskinleştirerek ve burkarak kalbini nasıl da hüznü avutmuşsa içinde, Devrim Erbil de İstanbul’u avutur resimlerinde. O şehrin düşlerine, suretine, yazgısına dokunur. İstanbul’un bin bir yüzü, bin bir duruşu; şiirsel soyutlamalarla geçer resimlerinin içinden. Ve “İstanbul İstanbul olalı” hiçbir ressamın resimlerinde kendi şiirlerini giyinmez böylesine...

Ada Modern’de, yoğun bir ilgiyle izleniyor Devrim Erbil’in “Kuşadası’na Sevgiler” sergisi; 5 Kasım’a kadar da izlenebilecek.