Küçüktük, ufacıktık. Kocaman hayallerimiz vardı. Sonra birgün bedenimiz büyüdü ve hayallerimiz renksizleşti.

Küçüktük, ufacıktık. Kocaman hayallerimiz vardı. Sonra birgün bedenimiz büyüdü ve hayallerimiz renksizleşti. Yaratıcılıktan hayli uzak bu hayallerimiz için belki adaklar adadık, mendiller bağladık gizli gizli dilek ağaçlarına ya da istediğimiz şeylerin bir listesini yaptık. Çocuk hayallerimizi çabuk kaldırdık raflara. Küçükken bir kanepenin arkasında kendimize bir köşe, bir dünya yaratmıştık. Oyuncak karga, köpek ve tavşanlarımızla orada vakit geçirirdik bazen. Sanki dokunulmazlığın olduğu bir yerdi orası. Dünyanın bütün kötülüklerinden, büyüklerin kurallarından, herkes ve herşeyden uzak bir dünyaydı. O sıkış pıkış köşe bizim için koca bir yaşam alanıydı. Öldürülmeyen, işkence görmeyen oyuncak hayvanlarımız için bile yer vardı. O dünyadan tam olarak ne zaman çıktık biz? Herşeye ve herkese hesaplamadan, önyargısız yaklaşmayı o köşeyi terkettiğimizde bıraktık. Hep kocaman adamlar, kadınlar olmaya özendirildik. İstedik ve olduk. Zorlu yollardan, sınavlardan geçtik. Hepimiz iyi çocuklardık. Kimimiz filmlere merak saldık,  kimimiz iç hastalıklara. Yönetmen ya da doktor olduk. Kimimiz ise muhteşem resimler çizerdik ama çocuk yaşta çalışmak zorunda bırakıldık. İstediğimiz hiçbirşeyi olamadık. Özellikle sanat yolu en tehlikeli yoldu önümüze konulan haritada. Ne zaman haritasız bir yola çıkmak istesek , girmek istediğimiz sokaklara yasaklar getirildi. Yeteneklerimizin bir kısmı “hobi” olarak kaldı, diğer kısmı belki de hiç keşfedilmedi. Ne zaman bu kadar kibirli olduk? En son ne zaman yolda küçük bir çocuğu gördüğümüzde gülümseyerek onun gözünden dünyayı görmeyi hayal ettik? Ve ne zaman “gerçek” dünyaya döndüğümüzde bakışlarımızı bu kadar mesafeli kılan şeyleri unutmayı istedik? Biz çok değiştik. Bazen istemeden, bazen farkında olmadan… O boyalı kalemlerin üzerinden akıp geçti zaman, bütün renkler birbirine karıştı. Şimdi ciddi ve fiyakalı göstermek için kendimizi gösterişli kelimeler seçer olduk.
Ama iyi kararlar da aldık bazen. Kararlar almakta çok başarılı olduk. Yarın dedik yeni bir gün olacak. Bir iç çektik ve dedik ki kendimize: Düşüncelerim şimdiki gibi yük olmayacak. Kalbimdeki pas silinecek. Erken uyanacağım. Daha az söylenip daha çok güleceğim. Tanımadığım komşularıma merhaba diyeceğim. Sevimsiz, asık suratlı üst komşuma bile gülerek selam vereceğim. Cevap vermediğinde sinirlenip içimden kötü sözler etmeyeceğim… Belki de yarınlar geldiğinde unutuldu ya da başka günlere ertelendi bu kararlar. Ama hiçbirimiz, hiçbir zaman böyle mutsuz ve hormonlu bir dünyada yaşamayı istemedik. Böyle olacağını bilseydik de evlerin köşelerinde yarattığımız dünyalarımıza geri dönerdik. Ne selamsız sabah soğukluğu, ne aynada somurtkan yüzümüz… Sadece bizim dünyamız, bizim kuralsızlığımız, kargalarımız, ayılarımız ve uzaktan hep beraber izlediğimiz şaşırtıcı, vahşi bir dünya...